Gülru Gezer yazdı…
Geçen hafta Ortadoğu bölgesinde birçok önemli gelişme bir arada yaşandı.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken IV. Ortadoğu turu kapsamında Türkiye’den başladığı temaslarını savaşın gölgesinde yürüttü.
İsrail, Hizbullah hedeflerini ve üst yönetimini hedef almaya devam etti.
Husiler, kasım ortasından bu yana Bab-el Mandeb boğazından geçen ticari gemilere yönelik saldırılarını sürdürdü.
Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne ABD ve Japonya tarafından alelacele sunulan ve Husilere saldırılarını acilen durdurmaları çağrısında bulunan, ayrıca BM’ye üye ülkelere ticari gemilerini korumak için uluslararası hukuk temelinde kendilerini savunma hakkını tanıyan Yemen karar tasarı kabul edildi.
Geçen haftanın önemli bir diğer gelişmesi de Güney Afrika Cumhuriyeti’nin 1948 tarihli “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”ne dayanarak BM’nin yargı organı olan Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı (UAD) nezdinde İsrail’e açtığı soykırım davasıydı.
Ancak tüm bu gelişmeler yaşanırken, İsrail Gazze’de sivilleri hedef almaya ve tüm şeridi yoğun bombardımana tutmaya devam etti.
Suikastlar ve bölgesel çatışmaların gölgesinde kalan Blinken ziyareti
ABD Dışişleri Bakanı Blinken IV. Ortadoğu turunda çatışmanın bölgeye yayılmaması ve savaş sonrasında Gazze’nin yönetimi, yeniden imarı ve güvenliği gibi konulara odaklanırken savaş aslında çoktan bölgeye yayılmış oldu.
Savaşın Lübnan’a sıçramaması için bir önceki hafta Beyaz Saray Özel Temsilcisi Amos Hochstein ve AB’nin Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell İsrail ve Lübnanlı yetkililerle bir araya gelerek gerginliğin diplomatik yollarla düşürülmesini görüştü.
Ancak İsrail’den diplomatik çözüm için sürenin dolmakta olduğu ve İsrail’in askeri seçeneğe başvurmak zorunda olacağı yönünde açıklamalar geldi.
Nitekim İsrail Blinken’ın turu esnasında Hizbullah hedeflerini vurmayı sürdürürken iki üst düzey Hizbullah yetkilisini de hedef aldı.
İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi de Lübnan’ın güneyini savaş bölgesi olarak ilan etti.
Diğer yandan, 10 Ocak Çarşamba günü BM Güvenlik Konseyi’nin Yemen kararı kabul edildi, bir sonraki gece ise ABD, Birleşik Krallık ile birlikte Avustralya, Kanada, Hollanda ve Bahreyn’in de yardımıyla Husilerin 16 farklı yerdeki 60 hedefini vurdu.
Hamas’tan “operasyonun sonuçları olur” açıklaması gelirken, Husiler ise saldırılara devam edeceklerini duyurdu.
Saldırıyı şiddetle kınayan İran, “keyfi saldırı, bölgede güvensizlik ve istikrarsızlığı körüklemekten başka bir işe yaramayacaktır” açıklamasında bulundu.
BM Güvenlik Konseyi oylaması esnasında Yemen tasarısına çekimser kalan Rusya ise operasyonu “gayrimeşru” olarak nitelendirdi ve BM Güvenlik Konseyi’ni acil toplantıya çağırdı.
Bir sonraki akşam ABD yine Husilere ait bazı hedefleri vurdu.
Tüm bunlar Blinken’ın gerginliğin azaltılması ve barış arayışları için bölgede olduğu sırada gerçekleşti.
Blinken 12 Ocak Cuma günü temaslarının sonunda “X” sosyal medya hesabı üzerinden yayımladığı video mesajda bu gelişmelere hiç değinmeyerek kalıcı barışın tesisi için ABD’nin Ortadoğu vizyonundan bahsetti.
Blinken’ın videosuna göre ABD bölgede liderlik sergileyerek barışa katkıda bulunuyor.
Ancak fiiliyatta İsrail’i desteklemeye devam eden ve Husileri hedef alarak (bu noktada ABD’nin saldırıları gerçekleştirmeden bölge ülkelerine danışıp danışmadığı ya da bilgi verip vermediği bilinmemektedir) Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgedeki ortaklarının güvenliğini tehlikeye atan bir Vaşington yönetimi var.
Ek olarak, ABD, Arap ülkelerini savaş sonrası sürece ilişkin vizyonu konusunda ikna etse bile İsrail’in evet demediği bir senaryonun hayata geçirilmesi mümkün olmayacaktır.
Netanyahu da zaten bu noktada Filistin Yönetimi’nin Gazze’deki idareyi devralmasına ve iki devletli çözüme karşı çıkmaktadır.
Dolayısıyla, Blinken’ın bu son bölge turunun ABD’deki başkanlık seçimleri öncesinde Biden Yönetimi’nin imajını ve itibarını düzeltmeye yönelik bir hamle olarak görmek yanlış olmayacaktır.
Kendini hukukun üstünde gören İsrail ve UAD süreci
ABD’nin de desteğiyle İsrail onlarca yıldır uluslararası hukuku ve BM Güvenlik Konseyi kararlarını ihlal ediyor.
Ancak dünyanın gözü önünde gerçekleşen Gazze savaşı bardağı taşıran son damla oldu.
Bugüne kadar hem dünyanın dört bir yanındaki güçlü Yahudi lobilerini karşılarına almamak hem de “antisemitik” olarak nitelendirilmemek için İsrail’in hukuksuzluğuna göz yuman ülkeler, siyasiler ve toplumlar yaşanan katliam karşısında nihayet sessizliklerini bozdu.
Filistin’le geçmişten bu yana iyi ilişkiler yürüten ve 1948-1994 yılları arasında ırkçı ve ayrımcı Apartheid rejimiyle yönetilen Güney Afrika “soykırım” suçlamasıyla İsrail’e UAD’de dava açtı.
Güney Afrika somut delillere dayanan ve çok iyi hazırlanmış olan 84 sayfalık başvurusunun 10 sayfasında İsrailli yetkililerin savaşın başından bu yana yapmış oldukları beyanatlara yer verdi.
İsrail davaya katılacağını beyan etti ve Güney Afrika’nın soykırım iddialarına sert tepki verdi.
Cumhurbaşkanı Herzog, “Bu iddiadan daha iğrenç ve mantıksız bir şey yoktur. Güney Afrika’nın iki yüzlülüğüne karşı, Uluslararası Adalet Divanı’nda olacağız” ifadelerini kullanırken, Netanyahu “soykırıma maruz kalan esas biziz” dedi.
11-12 Ocak tarihlerinde taraflar UAD’de yargıçlar panelinin karşısına çıktı.
Güney Afrika heyeti İsrail’in soykırım işlediğine yönelik delilleri peş peşe mahkemeye sunarken, İsrail ise insani yardımların Mısır’ın engellemeleri nedeniyle Gazze Şeridi’ne sokulmadığı gibi gerçekle bağdaşmayan iddiaların da yer aldığı hamaset dolu bir savunma yaptı.
İsrail’in Hamas’ın 7 Ekim’de düzenlediği saldırıya yönelik 1 saatlik video görüntüsünü mahkemeye delil olarak sunmak istemesi de İsrail’in yargılanan taraf olması nedeniyle kabul edilmedi.
Mahkemenin, salt hukuk temelli hareket etmesi halinde, operasyonun durdurulması, yerlerinden edilenlerin evlerine dönmelerine izin verilmesi, insani yardımın ulaştırılması ve soykırıma karışanların cezalandırılması konusunda adım atılması gibi hususları içeren Güney Afrika’nın ihtiyati tedbir talebini onaması gerekir.
Bilahare davanın tamamının değerlendirilmesi safhasına geçilecek. İhtiyati tedbir kararının birkaç hafta içerisinde alınması mümkün iken İsrail’in soykırımdan yargılanması yıllar sürebilir.
Bosna-Hersek’in Sırbistan’a açtığı soykırım davası 14 yıl sürerek 2007’de sonuçlandı. Dava sürerken 1995 yılında Srebrenitsa katliamı gerçekleşti.
Ukrayna’nın Rusya’ya açtığı davada Rusya’nın işgale derhal son vermesi hükmedildi ancak Rusya bu karara riayet etmedi.
Esasında UAD Şartı’nın 59’uncu maddesine göre;
Divan’ın kararı ancak uyuşmazlığın tarafları bakımından ve karar verilen dava için bağlayıcıdır.
İsrail’in mahkemenin kararına uymaması halinde Güney Afrika’nın konuyu BM Güvenlik Konseyi’ne intikal ettirmesi mümkün.
Ancak bu durumda da ABD’nin geçmişten bu yana yaptığı gibi İsrail aleyhinde bir karar alınmasını veto etmesi söz konusu olabilir.
Peki eğer İsrail aleyhinde çıkacak bir kararı uygulamayacak ise, bu davanın önemi nedir?
Her şeyden önce sembolik önemi bulunmaktadır. İsrail artık yargının üstünde olmadığını anlayacaktır.
İkincisi, giderek zemin kaybeden kurallar temelli uluslararası sistemin adalet ayağının siyasi baskılara maruz kalmadan uluslararası hukuk temelinde karar alabildiği görülecektir.
Üçüncüsü, İsrail’in yargılanması benzer durumların bir daha tekrar edilmemesi açısından emsal teşkil edecektir.
Dördüncüsü, UAD’nin kararı temelinde üçüncü ülkelerin İsrail’e yönelik bazı siyasi, askeri, ekonomik ve ticari tedbirler almalarına yol açabilecektir.
Gazze’de her gün yaklaşık 100 kişi hayatını kaybediyor
Gazze etrafında gelişen tüm bu olaylar İsrail’in sivilleri hedef alması önünde bir engel teşkil etmiyor.
Aksine, Netanyahu “Ne Lahey (UAD) ne de şer ekseni bizi durdurabilecek” derken ülkesinin soykırım suçundan yargılanması ya da savaşın bölgeye daha da yayılması pahasına savaşın süreceğine işaret ediyor.
İsrail Genelkurmay Başkanı Halevi Gazze’deki operasyonun devamı için yeni planları onayladıklarını ve operasyonun Gazze’nin orta ve güney kesimlerinde devam edeceğini ifade ederken, hükümetin mevcut savunma bütçesine büyük miktarlarda ilave kaynak aktarımını görüştüğü biliniyor.
Gazze’de hayatını kaybedenlerin sayısı 24 bine yaklaşmış durumda. Hergün ortalama 100 sivil hayatını kaybediyor.
65 bin bombanın atıldığı 345 kilometre karelik bir alanda toplumun yüzde 85’i yerlerinden edilmiş durumda.
Gazzelilerin yüzde 80’i açlıkla mücadele ediyor. Uluslararası yardım ihtiyaç sahiplerine ulaşmıyor, ulaştırılamıyor.
ABD ve uluslararası toplum İsrail operasyonunun acilen durdurulması konusunda adım atmaz ise yakın gelecekte Gazze’nin geleceğini tartışmanın da bir anlamı kalmayabilir.
Zira temiz su, tıbbi malzeme, gıda gibi temel ihtiyaçların eksikliği nedeniyle Gazze’de toplu ölümler görülmeye başlanması an meselesidir.