7 Ekim saldırıları tarafları ve dünyayı nasıl değiştirdi?

7 Ekim 2023’ten bu yana başta Filistinliler olmak üzere Ortadoğu’nun bir kısmı kabusu yaşıyor. Gazze’de insani dramın gerçek boyutları nedir? İsrail nereye kadar gidebilir? İsrail ile ABD ilişkileri gerçekten ‘sarsılmaz’ mı? İran ve Direniş Cephesi ne durumda? İşte uzmanların değerlendirmeleri… 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısıyla ve akabinde İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırıma varan saldırılarıyla devam … 7 Ekim saldırıları tarafları ve dünyayı nasıl değiştirdi? Devamı »

Eklenme Tarihi: 13 Eki 2024
10 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 13 Eki 2024
7 Ekim saldırıları tarafları ve dünyayı nasıl değiştirdi?

7 Ekim 2023’ten bu yana başta Filistinliler olmak üzere Ortadoğu’nun bir kısmı kabusu yaşıyor. Gazze’de insani dramın gerçek boyutları nedir? İsrail nereye kadar gidebilir? İsrail ile ABD ilişkileri gerçekten ‘sarsılmaz’ mı? İran ve Direniş Cephesi ne durumda? İşte uzmanların değerlendirmeleri…

7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısıyla ve akabinde İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırıma varan saldırılarıyla devam eden süreçte bir yıl tamamlandı. Çatışma Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yankılanan derin siyasi, güvenlik ve toplumsal yaralar bıraktı. Bölge genelinde savaş ihtimali giderek artıyor. Bir yıl sonra Gazze’de insani durum ne durumda? İsrail stratejik hedeflerine ulaştı mı ya da ulaşabilir mi? Bölgesel bir savaş kapıda mı? İsrail ile Batı’nın ilişkileri ne durumda? Çeşitli yayınlardan uzmanların bu sorulara verdiği yanıtlardan öne çıkan kısımları derledik.

İsrail-Hamas Savaşı’nın Filistinliler üzerindeki insani bedeli ABD merkezli düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) kadın ve dış politika kıdemli araştırmacısı Linda Robinson, savaşın özellikle Gazze’de yaratığı insani dramı ayrıntılarıyla aktardı:

“İsrail Ordusu ile Hamas militanları arasında devam eden savaş, Filistinlilerin yaşamlarını ve geçim kaynaklarını tamamen harap eden büyük bir sivil zayiata neden oldu. Eylül 2024 itibariyle Gazze’deki Filistinliler katliamın korkunç bir bilançosuyla karşı karşıya kaldı: En az 41 bin 431 ölü, 95 bin 818 yaralı ve tahmini 2,2 milyon nüfusun 1,9 milyonu yerinden edildi.

Hamas yönetimindeki Gazze Sağlık Bakanlığı tarafından verilen ve uluslararası gözlem örgütleri tarafından geniş ölçüde kabul gören kayıp rakamları, çok sayıda kayıp insanı içermiyor.

36 hastaneden sadece 17’si kısmen çalışır durumdaydı ve Gazze’deki binaların çoğu, İkinci Dünya Savaşı’nda Alman şehirlerinin yıkımına benzer şekilde ağır bombardıman sonucu tahrip edildi. Temmuz 2024’te yapılan bir uydu görüntüsü araştırması, 215 bin 137 konut birimi de dahil olmak üzere Gazze’deki binaların yüzde 63’ünün hasar gördüğünü tahmin ediyordu. İsrail’in Hamas güçlerine karşı başlattığı askerî harekâtın birkaç ay sonrasında, İsrail’in Gazze’ye açılan sınır kapılarını kapatması ve Filistinlilerin gıda, su, ilaç, para ve barınak arayışına girmesi ve yavaş ulaşan yardım paketlerine bel bağlamasıyla hayat daha da umutsuz bir hal aldı. BM İnsani İşler Koordinatörlüğü Eylül ayında yardımların yüzde 46’sının ihtiyaç sahibi Filistinlilere ulaştırılmasının engellendiğini ya da tamamen reddedildiğini bildirdi.

Bombardıman ve kara operasyonları yayıldıkça, ağustos ayında Gazze’nin yüzde 86’sı zorunlu tahliye emri altındaydı ve güneyde çadırlarla dolu bir kumsal olan El Mesavi güvenli bölge olarak ilan edilen tek yerdi. Aynı ay, bölgede, ortadan kaldırılmasından 25 yıl sonra bir çocuk felci salgını baş gösterdi. Kötüleşen durumun ortasında, görünürde ateşkes yokken, yardım kuruluşları yaklaşan kıtlıkla ilgili daha önceki uyarıları tekrarladı. İnsani yardım kuruluşu Uluslararası Mülteciler, Eylül ayında yardım dağıtımında devam eden aksaklıklar, bombalamalar ve yer değiştirmeler nedeniyle kıtlık riskinin arttığı uyarısında bulundu.

Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler de Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısının ardından İsrail güçlerinin bölgeyi kapatması, işçilerin İsrail’deki işlerine gitmelerini engellemesi ve şüpheli teröristleri bulmak, gözaltına almak ve öldürmek için giderek daha kapsamlı operasyonlar yürütmesi nedeniyle ağır bir bedel ödedi. Ramallah’taki Filistin Yönetimi Sağlık Bakanlığı’na göre savaşın başlamasından bu yana Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te 700’den fazla Filistinli öldürüldü. Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi’nin (UNOCHA) 25 Eylül 2024 tarihli raporuna göre, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrailli yetkililer bin 725 yapıyı yıktı ve 4 bin 450 Filistinliyi yerinden etti; bu rakam bir önceki yaklaşık bir yıllık dönemdeki yerinden edilme oranının iki katı. Batı Şeria’daki Filistinlilerin yaklaşık üçte biri, 7 Ekim’den sonra işyerlerinin kapanması ve İsrail’e seyahat ve çalışma izinlerinin askıya alınması nedeniyle işsiz kaldı.

İsrail ayrıca savaşın başlangıcından bu yana gözaltına alınan Filistinlilerin kötü muameleye maruz kaldığı ve öldüğü yönünde artan endişelerle karşı karşıya kaldı. Birleşmiş Milletler 7 Ekim’den bu yana 53 Filistinlinin gözaltında öldüğünü bildirirken, ABD ve AB bu raporların yanı sıra sivillerin ayrım gözetmeksizin veya kasıtlı olarak hedef alındığına dair daha önceki raporların da soruşturulması çağrısında bulundu. Uluslararası Adalet Divanı, mayıs ayında İsrail’in sivilleri korumak ve temel ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü olduğuna hükmetti ancak BM’nin harekete geçmediği durumlarda mahkemenin bir yaptırım mekanizması bulunmuyor. Yedi hükümet İsrail’e yapılan yardımları kısıtlamaya başladı. Eylül ayında İngiltere, uluslararası hukuk ihlallerinden duyduğu endişe nedeniyle İsrail’e silah sevkiyatını askıya aldı. Bu tür yasalar uyarınca işgalci güçler sivillere yardımı reddedemez.

BM’nin başlıca yardım kuruluşlarının başkanları, 23 Eylül 2024’te BM Genel Kurulu için bir araya gelen dünya liderlerini harekete geçirmek amacıyla Gazze’deki durumu özetlediler: “İki milyondan fazla Filistinli koruma, gıda, su, temizlik, barınma, sağlık hizmetleri, eğitim, elektrik ve yakıttan, yani hayatta kalmak için gerekli temel ihtiyaçlardan yoksun.” Uluslararası topluma derhal ateşkes sağlanması çağrısında bulunan ülkeler, “Tarafların [muhtemelen İsrail ve Hamas’ın] son bir yıldaki tutumu, uluslararası insancıl hukuka ve bu hukukun gerektirdiği asgari insanlık standartlarına uyma iddialarını alay konusu haline getirmektedir” dedi.

İsrail için zafer mi yoksa kendi ayağına sıkma mı? Filistin meseleleri, Arap-İsrail çatışması ve çağdaş Orta Doğu konularında uzman Mouin Rabbani, Middle East Eye için kaleme aldığı yazıda İsrail için de kötü bir bilanço çıkardı:

“7 Ekim 2023’te Hamas, sürdürülemez bir statükoyu geri dönülmez bir şekilde parçalamak üzere İsrail’in güneyine bir saldırı başlattı. Bütün bir yıl boyunca devam eden kriz gerçekten de o gün patlak vermiş olsa da on yıllardır hazırlanıyordu.

İsrail’in ilk tepkisi Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere karşı bir soykırım kampanyası başlatmak oldu. İntikam ve kana susamışlıkla motive edilen bu kampanya, Gazze Şeridi’ni insan yaşamı için elverişsiz hale getirmek üzere tasarlanmıştı.

Soykırım, İsrail’in Batılı destekçilerinin, İsrail’in Gazze Şeridi’ni ibret-i alem için kullanması ve bu şekilde parçalanmış caydırıcılık gücünü yeniden tesis etmesi için ödemeye hazır oldukları bir bedeldi. Hep birlikte uluslararası hukukun kural kitabını ve onu destekleyen norm ve değerleri isteyerek parçaladılar. İsrail’in birbirini takip eden her bir kırmızı çizgiyi yok edişi meşru müdafaa eylemi olarak meşrulaştırıldı. Bu süreçte dünya, İsrail’in cezasız kalması uğruna hepimiz için çok daha tehlikeli bir yere dönüştü.

İsrail geçtiğimiz yılın büyük bir bölümünde Gazze Şeridi’nde askerî açıdan kayda değer bir başarı elde edemediği gibi bir strateji de belirleyememişti. Şimdi bu durum değişiyor gibi görünüyor. İsrail’in Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı ve onunla birlikte hareketin askerî komuta kademesinin neredeyse tamamını öldürmesi, Hizbullah’a Direniş Ekseni olarak bilinen koalisyonu dağıtabileceğine yönelik bir özgüven kazandırdı.

Başından beri açıkça görüldüğü üzere İsrail’in nihai amacı, İsrail ile çatışmadan kopmuş bir İran hükümetinin Filistinlileri ve daha genel olarak Arapları uysal koyunlara dönüştüreceği gibi yanlış bir varsayımla İran’da rejim değişikliğidir.

İsrail, Tahran’a giden yolun Beyrut’un güney banliyölerinden geçtiğine ikna olmuş görünüyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu 30 Eylül’de İranlıların yakında “özgürlüğe” kavuşacakları sözünü vererek bunu teyit etti.

İsrail’in gündemi, Washington ile Tahran arasında doğrudan bir askerî çatışma gerektiriyor. ABD Başkanı Joe Biden, şimdiye kadar bulamadıkları bu çatışmayı gerçekleştirebilecek aday olabilir.

Ancak Lübnan, İsrail ve Amerikan kibrinin mezarlığı olduğunu defalarca kanıtladı. Ariel Şaron’un 1982’deki Büyük Çam Operasyonu, Hizbullah’ın ortaya çıkışına zemin hazırlamıştı. Condoleezza Rice’ın 2006’daki “yeni bir Ortadoğu’nun doğum sancıları” olarak nitelediği savaş ise “düşükle” sonuçlanmıştı.

Önümüzdeki haftalar, İsrail’in bir kez daha Filistin sorununu tek taraflı olarak kendi koşullarına göre çözmeye devam edip edemeyeceğini ve bununla birlikte Filistin halkının kaderini belirleyip belirleyemeyeceğini ya da 7 Ekim’in Filistin’deki Siyonist projenin çözülmeye başladığı an olarak tarihe geçip geçmeyeceğini belirleyecek.”

İran’ın Direniş Ekseni zayıfladı ama ayakta Düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) Orta Doğu Çalışmaları kıdemli araştırmacıları Ray Takeyh ile Hasib J. Sabbagh, çatışmaların İran ve bölgedeki müttefiki grupları açısından değerlendirdiler:

“Hamas’ın İsrail’e karşı yıkıcı bir saldırı başlatmasından bir yıl sonra, örgütün baş müttefiki olan İran, zorlu bir bölgesel manzarayla karşı karşıya. Geçtiğimiz on yılda İran’ın dış politikasının merkezinde Direniş Ekseni olarak adlandırılan ve Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’deki üslerinden İran’ın Orta Doğu’daki emirlerini yerine getiren milisler ve teröristlerden oluşan bir grup yer aldı. Bu örgütler İran’ın gücünü bir ölçüde dokunulmazlıkla yansıtmasına olanak tanıyor. İran onların şiddet eylemlerine doğrudan karışmadığı sürece hesap vermekten kaçıyor. Böylece İran kazançlı çıkıyor ama nadiren bedel ödüyor.

İran’ın en değerli vekillerinden ikisi Hamas ve Hizbullah’tır ve her ikisi de 7 Ekim saldırılarından bu yana İsrail tarafından büyük ölçüde zayıflatıldı. Sünni bir örgüt olan Hamas, İran’ın kendisini tüm Müslümanların koruyucusu olarak göstermesine olanak sağlıyor. Hamas’ın İsrail’i sarsmayı başaran cüretkâr saldırısı İran tarafından büyük takdirle karşılandı. Dinî liderler İsrail’in sert bir tepki vereceğini tahmin ediyorlardı ancak Hamas’ın Gazze Şeridi’nde bir şekilde hayatta kalacağını umuyorlardı. İsrail’in misillemesi agresif oldu ve Filistinli militan grubun itibarını düşürmek için çok şey yaptı. Hamas yaşam destek ünitesine bağlı olabilir ama hâlâ hayatta. İran zaman geçtikçe örgütün yeniden canlanacağını ve sadece İsrail’e karşı bir darbe vurmakla kalmayıp Filistin siyasetinde kilit bir oyuncu olmaya devam edeceğini umuyor.

Hizbullah İran’ın vekalet savaşlarının en önemli aktörü. Şii milisler esasen 1980’de İran tarafından yaratıldı ve son kırk yıldır İran’ın mızrağı olarak görev yaptı. Hizbullah, 11 Eylül sonrası dönemde çeşitli İran vekillerinin eğitilmesinde ve operasyonlarının koordine edilmesinde etkili oldu. Hizbullah, 7 Ekim’den sonra Hamas ile dayanışma içinde İsrail’e saldırılar düzenledi. İran bu saldırıların ve bölgesel bir savaş tehdidinin, Hamas’ın Gazze’de kalmasına izin verecek bir anlaşmayı kabul etmesi için İsrail üzerinde uluslararası baskı yaratacağını umuyordu. Bu gerçekleşmedi ve İsrail bakışlarını kuzeye çevirirken, İran’ın bir başka vekili daha zayıflatılıyor. İsrail Hizbullah’ın üst düzey lider kadrosunu çökertti ve hatta lideri Hasan Nasrallah’ı öldürdü. İsrail’in karadan saldırma ihtimalinin belirmesi, Hizbullah’ın Lübnan’ın bazı bölgelerinden çıkarılabileceği anlamına geliyor. Ancak örgüt yok edilmiş değil ve azalmış olsa da hala cephaneliğinde binlerce füze olduğuna inanılıyor. İranlılar örgütü yeniden inşa etmek için ellerinden geleni yapacaklardır, ancak öngörülebilir gelecekte Hizbullah bölgesel sahnede zayıflamış bir aktör olacaktır.

Her iki taraf da keskin bir tırmanışı ve bölgesel bir savaşı önlemeye çalışsa da İran İsrail’in askerî yanıtına hazırlanıyor. Ancak askerî harekâtların kendine has bir dinamiği olabilir ve zaman zaman ulusal liderleri kaçınmak istedikleri yerlere sürükleyebilir. Bu yıl, Nisan ve Ekim aylarındaki saldırılarıyla İran’ın doğrudan İsrail’e yönelik ilk saldırılarına tanık olundu, ancak İsrail hava savunması her iki seferde de tehdidi savuşturdu.

Geçtiğimiz yıl Orta Doğu’da yaşanan çatışmaların İran için öngörülemeyen faydalarından biri de İsrail’in daha fazla tecrit edilmesi oldu. Orta Doğu’da savaş sürdükçe, Batı kamuoyunun daha da kutuplaşması, İran ile İsrail’in diğer düşmanlarına fayda sağlaması muhtemeldir.”

İsrail-ABD ilişkileri sarsıldı mı? İsrailli dış politika danışmanı ve araştırmacı Shalom Lipner, Atlantik Konseyi’nde kaleme aldığı yazısında son bir yılın İsrail-ABD ilişkilerine etkisini değerlendirdi:

“İsrail, 7 Ekim 2023’te Hamas tarafından gerçekleştirilen saldırıdan bir yıl sonra, günlük yaşamın krizlerle iç içe geçtiği bir “yeni normal”e adapte olmuş durumda. Halk, günlük işlerini yaparken ülkenin takviminin 8 Ekim 2023’te takılı kaldığı hissiyatıyla yaşıyor. İsrail ile ana müttefiki ABD arasındaki ilişkilerde de benzer bir karmaşa hâkim. ABD, İsrail’in güvenliğini sağlama konusunda askerî, istihbari ve diplomatik yardımlar sunarken, bazı kesimler bu desteği ya aşırı ya da yetersiz buluyor. Netanyahu hükümetinin hedeflerine ulaşma biçimi de bu ilişkileri zorlaştırıyor. Özellikle ABD’nin esir değişimi, ateşkes anlaşmaları ve bölgesel savunma mimarisi oluşturma çabaları İsrail’in kendi askerî operasyonlarına öncelik vermesi nedeniyle aksadı. ABD’de yaklaşan seçimler ve İsrail’deki koalisyonun istikrarsızlığı durumu daha da karmaşık hale getiriyor.”

Kaosa sürüklenmiş bir dünya Vox’un kıdemli Orta Doğu muhabiri Zack Beauchamp, çatışmaların dünyanın geri kalanına yansımasını değerlendirdi:

“Gazze savaşı sadece Orta Doğu’yu kaosa sürüklemekle ve Amerika’nın otoriterler karşısındaki konumunu zayıflatmakla kalmadı. Aynı zamanda halihazırda büyük zorluklarla karşı karşıya olan bir dünya düzenini daha da istikrarsızlaştırabilecek yeni küresel kaos kaynaklarına da yol açtı.

Bu tehditlerden ilki, Husilerin Kızıldeniz ve Akdeniz’deki deniz taşımacılığına yönelik saldırılarıdır. İran’ın “Direniş Ekseni’nin” bir parçası olan Yemenli isyancı grup, geçen sonbahardan bu yana geçen gemilere ucuz roketler ve insansız hava araçları fırlatıyor. Bu eylemlerin İsrail gemilerini hedef almak ve savaşı sona erdirmesi için İsrail’e baskı yapmak üzere tasarlandığını iddia ediyor. Gerçekte ise hedef seçimi oldukça muğlak. Husilerin amacı Gazze savaşında yeni bir cephe açmaktan ziyade bu savaşı kendi güç ve kabiliyetlerini göstermek için bir bahane olarak kullanmak gibi görünüyor.

Dahası, Husilerin diğer militan grupların potansiyel olarak taklit edebileceği bir emsal oluşturmasından korkuluyor.

Ancak deniz yollarındaki saldırganlık, Gazze savaşının küresel çapta ortaya çıkardığı tek musibet değil. Aynı zamanda dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde nefretin ve bölünmenin artmasına da yol açtı.

Bu iç bölünmelerin en vahim tezahürlerinden biri yükselen İslamofobi ve antisemitizmdir. Hem Yahudilere hem de Müslümanlara yönelik nefret suçlarında, ölümcül şiddeti de içeren bir artış yaşandı.

Bunun yanı sıra, küresel siyasi gruplar arasında da büyük bölünmeler ortaya çıktı. Örneğin ABD’de, Biden’ın savaş politikasına duyulan öfke, Michigan eyaletinde kritik bir blok olan Müslüman ve Arap Amerikalı seçmenleri yabancılaştırdı. Bu durum muhtemelen Kasım seçimlerinde önemli bir rol oynayabilir. Gazze konusundaki gerilim, küresel düzensizliği temsil eden Donald Trump’ın dünyanın en güçlü ülkesinin başkanlığına geri dönmesine yol açabilir.