Halep'te çocukken Esad rejiminden kaçan Suriyeliler, şimdi asker olarak kendi memleketlerini kurtarmak için geri döndüler.
Bu cümle, dün Suriye sınırında bulunduğum Reyhanlı'da taksici tarafından bana söylendi. Saha gerçekliği aslında sürekli size başka kapılar açar.
Suriye'de yaşanan son gelişmeler, birçok insan için sürpriz olsa da, benim için pek öyle olmadı. Yaklaşık beş hafta önce katıldığım televizyon programlarında, Suriye düğümünün Halep olduğunun altını çizmiştim. Bana bunu söyleten durum, sahadaki hareketlilik, Lübnan'daki durum ve Esad'dan istenen İran'ı frenleme görevine verilen "ret" cevabıydı.
Halep operasyonu, yalnızca Suriye'nin geleceğini değil, bölgedeki güç dengelerini de doğrudan etkileyen bir süreç. ABD'nin bölgesel hedefleri, Rusya ve İran'ın azalan etkisi, Türkiye'nin artan rolü ve yerel unsurların yeniden yapılandırılması, operasyonun sonuçlarını şekillendirecek ana dinamikler olarak karşımıza çıkıyor. Bölgesel aktörlerin iş birliği ve dengeli bir yaklaşım sergilemesi durumunda, Halep operasyonunun yalnızca askerî değil, aynı zamanda siyasi bir çözüm sürecinin başlangıcı olması mümkündür. Bu nedenle bölgeye "aldılar, verdiler" bakışıyla değil, değişen genel resmi okuyarak bakmak, büyük fotoğrafa odaklanmak çok daha anlamlı olacaktır.
Bugün yaşanmakta olan gelişmeler sırasında ve sonrasında, siyasi ve askeri açılardan sahada oluşacak boşluğu kimin ve nasıl dolduracağı en hayati konudur. Türkiye, "Suriye, Esad'a siyasi süreci tıkadın, sonucuna Halep'te katlanıyorsun. PYD, senin ne yaptığını farkındayız, izin vermeyeceğiz" diyor.
Şu an sahada yaşananlar, 2014 yazında Musul şehri ve çevresinde yaşananlara benziyor. O yaz, Irak'ın neredeyse üçte biri, çok az bir direnişle birkaç gün içinde IŞİD'in eline geçmişti. Halep'te bir Musul tuzağı mı söz konusu?
Kısaca ne olup bittiğini maddeler halinde Suriye sınırından sizlere net olarak anlatmaya çalışayım:
1- Saldırı neden şimdi yapıldı?
Sahadaki kaynaklar, her şeyden önce bu operasyonun 4 yıllık bir hazırlık süreci olduğunu, bir anda olup biten bir durum olmadığının özellikle altını çiziyorlar:
Bölgede yaşanan siyasi ve askeri gelişmeler, operasyonun gecikmeden yapılmasını zorunlu kıldı. Operasyon, aylarca süren detaylı bir planlama ve hazırlık sürecinin ardından başlatıldı. Özellikle Halep'in stratejik önemi göz önünde bulunduruldu. Harekât kararı, tüm grupların katılımıyla uzun istişareler sonucunda alındı.
Yaptığım görüşmeler ve sahadaki yansımaya baktığımda, "Saldırganlığı Caydırma Operasyonu" hazırlıklarının geçen eylül ayından beri devam ettiğini ve İsrail'in Lübnan'a saldırısı nedeniyle ertelendiğine işaret ediyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne (SOHR) göre, Milli İstihbarat Başkanlığı, eylül ayı sonlarında Suriye rejiminin saldırının zamanlamasını İsrail saldırısıyla ilişkilendirerek istismar edebileceğini, bunun da Suriye rejimine Suriye içinden, İran'dan, bölgeden ve Müslüman ülkelerden sempatiyle gelecek bir tepkiye yol açabileceği uyarısında bulunarak müdahale etti. Muhalifler de konuyu, İran ve vekillerinin Lübnan'da ve Suriye'de askeri bir yenilgi almasından sonraki aşamaya bırakmayı seçti. Benim sahada edindiğim izlenim de, muhalifler Gazze ve Lübnan'daki süreci göz önünde bulundurularak aylar önce operasyona hazır olmalarına rağmen, Gazze'deki sürece zarar vermemek için uzun süre beklediler. Hizbullah ve İsrail ile ateşkes yaparak mücadelede gerilemesi sonrası oluşan durum fırsat olarak değerlendirildi.
Gerek Rusya'nın durumu gerekse İran'ın ve Hizbullah'ın içinde bulunduğu durum, muhaliflere operasyona başlamak için bulunmaz bir fırsat verdi ve onlar da bu fırsatı kullandılar. Kısaca operasyonun zamanlaması, sahadaki askeri durumun ve uluslararası şartların değerlendirilmesiyle belirlendi.
Bu harekât, Rusya'nın Ukrayna ile ya da İran'ın İsrail'le sorunlarını çözmesini bekleyip "hadi şimdi bir cephe açıp savaşalım" değil, tam tersine sabredilerek uygun zamanın geldiğine inanılan bir harekât olarak karşımıza çıkıyor.
2- Operasyonun amacı nedir?
Temel olarak 2019 İdlib Gerginliği Azaltma Sınırları olarak belirlenen amaç, sahadaki durumla daha fazla ilerlemeyi beraberinde getirdi. Sahadaki güçlere sorduğumda, amaç olarak şunu ifade ettiler:
Bu operasyonların temel amacı, Halep ve İdlib kırsalını Suriye rejim güçlerinden ve destekçilerinden tamamen arındırarak Suriye halkı için güvenli bir yaşam alanı oluşturmak, yerinden edilmiş Suriyelilerin geri dönüşünü sağlamak, devrimin ruhunu yerinden canlandırmak, SDG-YPG güçlerini Fırat'ın doğusuna süpürmek olarak açıklanabilir.
Bir başka amaç, Operasyon Komitesi'nin de açıkladığı gibi, Esad rejiminin ordusunda görevli subay ve askerleri ordudan ayrılmaya ve halkın direnişine katılmaya çağırmasıdır. Bu konuda yapılan açıklamalarda, ordudan ayrılan subay ve askerlerin canlarının güvende olacağı sürekli ifade edildi.
Harekât, genel olarak Esad, İran güçleri ve SDG-YPG güçlerine karşı yapılıyor.
3- Operasyonu kimler yürütüyor? Operasyona hangi gruplar katıldı?
Suriye Milli Ordusu çatısı altında yer alan direniş grubu da aynı şekilde hareket etti. Geçmiş yılların tecrübesiyle Suriye'de savaşan yapılar, grupçuluk ve bölünmüşlük üzerinden parçalı hedeflerini birleştirdi.
Bütün direniş hareketleri, milli bir mutabakat çerçevesinde, ortak bir hedef olan Esad Rejimini devirme gayesi etrafında bir araya geldi. Bu birliktelik, halkın da direnişçilere olan bakışını olumlu anlamda değiştirdi. Ganimet kavgası yapmayan, elde ettiği bölgede "sadece benim hakimiyetim olsun" grupların, benden bize doğru evrildikleri bir sürecin sonucudur.
Şu anda iki cephede devam eden iki ayrı savaş var:
- "Saldırganlığı Caydırma Operasyonu": Bu savaş, Halep yönünde İdlib'den başlatılan ve şu anda Kuzey Hama çevresinde süren çatışmalarla ilerleyen bir harekât olarak, Feth'ul Mubin Operasyon Odası tarafından yönetiliyor.
- "Özgürlük Şafağı" Savaşı: Suriye Milli Ordusu tarafından yönetilen bu operasyon, SDG-YPG hedeflerine yönelik bir harekâttır. Tel Rıfat sonrası Münbiç çevresinde yoğunlaşması düşünülen ve çatışmalarla devam edecek olan operasyondur. Nihai hedefi, SDG-YPG güçlerini Fırat'ın doğusuna sürmektir.
Bu operasyonlarda örgütlerin oluşturduğu kollektif bir akıldan söz etmek mümkündür. Operasyon, tamamen Suriye'de bulunan direniş gruplarının ortak bir çabası olarak ortaya çıkıyor. Feth'ul Mubin Operasyon Komitesi çatısı altında, Heyet Tahrir Şam (kısa adı HTŞ; Türkçesi "Şam'ı Özgürleştirme Heyeti") ve Ahrar Şam başta olmak üzere bir araya gelen birçok direniş grubu, tam bir koordinasyon içerisinde hareket ediyor.
"Halep'in öz evlatları", Halep, İdlib ve Hama'daki savaş sahalarında rejim güçlerine karşı yürütülen operasyonlara yaklaşık 40 bin muhalif unsur katılıyor. Sahadaki kaynaklarımız, grupların yedekte yaklaşık 80 bin savaşçısının bulunduğunu ve tamamının çeşitli savaş ve çatışma biçimlerinin yanı sıra koşullarla nasıl başa çıkılacağı, silahların nasıl kullanılacağı ve rejim güçleri ve müttefikleriyle nasıl çatışmaya girileceği konusunda askeri eğitim aldığını açıkladı.
Saldırganlığın Caydırılması Operasyonu'nu yürüten Feth'ul Mubin Operasyon Odası'ndan operasyona katılan grupların başını, üye sayısı ve teçhizat bakımından askeri ağırlığı olan İdlib merkezli HTŞ çekiyor. Ahrar el Şam, Ceyş el-İzze, Feylak el Şam, Türkistan Tugayları, Ceyş en-Nasır'ın yanı sıra Nureddin Zengi Hareketi, Ulusal Kurtuluş Cephesi ve Ortak Kuvvet gibi Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) çatısı altındaki gruplardan bazıları yürütüyor.
Saldırganlığı Caydırma Operasyonu kapsamındaki mevcut askeri operasyonların yönetiminde yer alan Feth'ul Mubin Operasyon Odası komutanlarından Albay Mustafa Bakur, "Gruplar, Halep, İdlib'in güney kırsalı ve Hama'da rejimin elindeki mevzilerin kurtarılması sırasında rejim güçleriyle yaşanan çatışmaları, Suriye'nin başkenti Şam'a kadar genişletmelerine olanak tanıyan büyük miktarlarda silah ve mühimmatın olduğu onlarca cephanelik buldu. Bu mühimmatlar arasında kısa menzilli karadan karaya füzeler, Kornet roketleri, büyük miktarlarda Grad roketlerinin yanı sıra, çok sayıda tank mermisi ile orta ve hafif ağırlıkta mühimmat da bulunuyor" ifadelerini kullandı.
4- HTŞ kimdir ve hedefleri neler?
Heyet Tahrir Şam, kısaca HTŞ, Türkçesiyle "Şam'ı Özgürleştirme Heyeti", Suriye İç Savaşı'nın başından bu yana farklı isimlerle sahnede yer almış, ancak her zaman "radikal bir güç" olarak dikkat çekmiştir. HTŞ'nin El Kaide'ye dayanan Selefi-Cihadi ideolojisi, Suriye sahasında diğer muhalif gruplardan ayrışmasına neden olmuştur. El Nusra'nın devamı olan ve El Kaide ile bağlantıları bilinen HTŞ, uzun süredir İdlib'i kontrol ederek burada kendi yönetimini, "Enkas Hükümeti" adı altında kurmuş durumdadır. İdlib'de yaklaşık 4 milyon insanın yaşadığı düşünüldüğünde, HTŞ'nin bu bölgedeki hâkimiyeti hem askeri hem de siyasi olarak büyük önem taşımaktadır. HTŞ'nin geçmişi aslında Suriye demektir.
Neredeyse bütün dünyada dengeleri değiştiren Suriye İç Savaşı, 2011 yılında başladı. Türkiye ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin terör örgütü olarak kabul ettiği El Kaide, bu savaşa "Nusra Cephesi" ismiyle 2012'de dahil oldu. Ülke genelinde Suriyeli ya da yabancı binlerce savaşçıya ulaştı ve bu savaşçılar, kanlı iç savaşın neredeyse tüm cephelerinde savaştı. 2014'te Irak İslam Devleti'nin Suriye'de de faaliyet göstererek ismini "Irak ve Şam İslam Devleti" (IŞİD) olarak değiştirmesiyle, IŞİD ile El Kaide arasında anlaşmazlık çıktı. Nusra Cephesi içindeki yabancı savaşçıların önemli bir kısmı, IŞİD'e katıldı. Zaman zaman IŞİD ile Nusra arasında çatışmalar da yaşandı.
2016'ya gelindiğinde, Nusra Cephesi'nin kendini feshettiği ve bünyesindekilerin El Kaide'den ayrıldığı açıklandı. Bu ayrılık kararının, El Kaide lideri Eymen el-Zevahiri ile istişare sonucu alındığı da belirtiliyordu. Nusra Cephesi kendini feshettikten sonra yerine kurulan örgütün adı "Şam'ın Fethi Cephesi"ydi. Bu örgütün lideri de tıpkı Nusra Cephesi'nin lideri gibi Colani'ydi. ABD'nin başına 10 milyon dolar ödül koyduğu, İran ve Rusya istihbaratlarının adım adım aradığı Colani, selefi görüşleriyle öne çıkmaktadır.
HTŞ, 28 Ocak 2017'de Cebhe Fetih el-Şam (eski adıyla El-Nusra Cephesi), Ensaruddin Cephesi, Ceyşu's-Sünne, Liva El-Hak ve Nureddin Zengi Hareketi grupları arasında bir birleşmeyle kuruldu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ve Türkiye, HTŞ'yi terör örgütü olarak görmektedir. BMGK'nın 18 Aralık 2015'te oy birliği ile kabul ettiği kararın 8. Maddesi'ne göre terör örgütü sayılırken, Türkiye'de 31 Ağustos 2018'de 30521 Sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan Cumhurbaşkanı Kararlarında (Karar-50) HTŞ'nin terör örgütü olduğu ilan edilmiştir.
Colani, Independent Türkçe'ye 2021 yılında verdiği röportajda şöyle demişti:
Suriye'nin işgalsiz, Rusya'sız, İran'sız ve mevcut Suriye yönetiminin olmadığı bir ülke olarak hayal ediyorum. Bir Müslüman, İslam çatısı altında yaşayacak ve kendi kendini yönetecek. Afganistan'da nasıl halk iradesi galip geldiyse, Suriye'de de aynı şekilde olacak.
Colani, aynı röportajda YPG'yi nasıl gördüklerini şöyle anlatmıştı:
Suriye'nin kuzeydoğusundaki YPG yönetiminin kaderi, ABD'nin orada kalmasına bağlı. ABD Suriye'den çıktıktan sonra, YPG de çıkmış olacak. Afganistan'da uçaklardan düşen insanların görüntülerinin benzeri burada da tekrarlanacak. Sadece ABD için söylemiyorum, Rusya için de böyle olacak. Rusya giderken, Rus uçaklarına tutunanların gökyüzünden aşağı düştüklerini göreceğiz. YPG'yi devrimin düşmanı olarak görüyoruz. Fırat Kalkanı ve Zeytindalı bölgelerinde bombalar patlattılar. Onları Suriye'nin değil, ABD'nin, rejimin ve Rusya'nın bir parçası olarak görüyoruz.
HTŞ'nin Halep hamlesi, Suriye'deki dengeleri yeniden hareketlendirdi. Rusya, Ukrayna'daki savaşın yarattığı zorluklar nedeniyle Suriye'deki varlığını sınırlı tutarken, İran'ın da güç kaybetmesi, sahadaki boşluğu derinleştiriyor. İran için Suriye'deki kayıplar, Lübnan'daki Hizbullah'a lojistik desteğin kesintiye uğraması ve Yemen'de Husilere sağlanan yardımların sınırlandırılması anlamına gelmektedir.
Muhalifler, bakış açılarını şu şekilde ifade ediyorlar:
Rejim güçlerini temas hatlarından uzak tutmayı ve sivilleri hedef almalarını durdurmayı amaçlayan Saldırganlığı Caydırma Operasyonu sırasında, rejim savunma hatlarını kırdıktan sonra, çok kısa bir sürede rejim güçleri saflarında büyük bir ahlaki ve askeri çöküş olduğunu gördük. Bu durum, güçlerimizin yeni hedeflere doğru ilerlemesinin önünü açtı. Halep şehri, operasyonun ana hedefi haline geldi. Bunu İdlib'in güney kırsalı ve Hama izledi.
HTŞ'nin hedefleri her zaman Türkiye'nin hedefleriyle örtüşmüyor, öncelikle bunun altını çizmek gerekiyor. HTŞ, ağırlıklı olarak Türkiye'den bağımsız olarak faaliyet göstermektedir. 2018 Afrin saldırısı sırasında, HTŞ, Ankara'yı kızdıran bir hareketle, rakip gruplara saldırmakla meşgul olduğu için katılmamıştı. HTŞ öncülüğündeki koalisyon, Halep'in düşmesinden bu yana İdlib'i elinde tutmaya odaklanmıştır.
HTŞ artık sadece toprak tutmuyor; Suriye haritasını yeniden şekillendiriyor. Bugün Suriye'deki insanlar, farklı bir bakışa sahipler. Hatta HTŞ bile değişti. HTŞ, olayları okuma ve değerlendirme noktasında bakış açısını tamamen değiştirdi. Şu anda olayları milli bir ruh ve bakış açısıyla ele alıyor. İnsanları anlamaya çalışıyor ve farklı görüşlere açık, sahadaki birlikteliğe önem veriyor. HTŞ, ılımlı olarak yeniden markalaşmaya ve uluslararası meşruiyet kazanmaya çalışıyor.
Aslında HTŞ başta olmak üzere diğer örgütlerin çevreye ve dünyaya mesajını şu şekilde okumak mümkündür:
Yeni Suriye, bölgede istikrar unsuru olacak, uluslararası sistemde yapıcı bir ortak olarak yer alacak ve Esad rejiminin yaptığı gibi kaosun, terörün ihraç edildiği bir kaynak veya Arap ve bölgesel ilişkilerde gerginlik ve dengesizlik unsuru olmayacaktır.
5- Beşşar Esad süreci neden okuyamadı?
Esad'a, istikrarı ve siyasi geçişi sağlayacak bir çözüm sürecine katılması için 6 büyük fırsat tanındı; ancak bunları reddetti ve kibirle yaklaştı. Stratejik değişkenlere karşı cehaletiyle hareket etti ve dahil olduğu eksenin kaybının bedelini ödedi. Kendini güvende hissettiği bir noktada destekten mahrum bırakıldı.
Bu sözler, aslında Esad açısından meseleyi özetler nitelikte. Nitekim bu yıl Şam ile Ankara arasındaki görüşmelere aracılık eden Iraklı yetkililer, Esad'ın Türkiye'nin iç siyasetinde bir dönüm noktası olan mülteciler konusunda taviz vermediğini söyledi. Bunun yerine Esad, İdlib'i vurmaya devam etti ve binlerce kişiyi sınıra doğru itti.
İsrail ordusunun Lübnan'a karşı giriştiği kara işgali, başlangıcında Şam yönetimini ciddi şekilde tedirgin etmişti. Benzer bir işgalin, Suriye'nin İsrail sınırındaki Kuneytra vilayetini de hedef alması durumundan korkan Beşşar Esad, Halep başta olmak üzere Suriye kuzeyinde bulunan kalabalık zırhlı birliklerin neredeyse tamamını güneye, Şam ve çevresine tedbiren çekti.
Astana sürecine ve iyi seyreden Türk-Rus ilişkilerine güvenen Beşşar Esad, bu birlikleri kuzeyden güneye çekmekte ve yerlerine yetersiz teçhiz edilmiş artçı birlikler bırakmakta bir sakınca görmedi. Muhaliflerin ele geçirdiği tanklar, toplar ve zırhlı araçlar, Halep ve çevresinde büyük bir Suriye gücü olduğunu düşündürtse de savaşılan arazinin genişliğine nispetle bu pek de büyük bir kuvvet sayılmaz. Nitekim sahada operasyonu yürüten güçlerin aktardığına göre Esad güçleri çok hızlı bir biçimde çözüldü.
Ordunun bu kadar hızlı çözülmesinin temel sebepleri olarak, Suriye Ordusu'nun 13 yıllık süreçte direnç göstermeyecek kadar zayıflamış olması ve Suriye Ordusu içerisindeki gruplaşmalar, bölünmeler gibi nedenlerin de katkısıyla, Suriye askerlerinin sahada savaşmayı tercih etmemesini göz ardı etmemek gerekir.
Rusya, operasyonu başarısız kılacak ciddi bir müdahalede bulunmayı tercih etmemesi ve İran güçlerinin yeterli varlık gösterememesi de bir başka neden olarak karşımıza çıkıyor.
Bir başka mesele de ABD'nin Suriye'ye uyguladığı kapsamlı yaptırımların 20 Aralık'ta sona erecek olması ve İsrail'in Lübnan'daki Hizbullah, Gazze'deki Hamas ve Suriye'deki İran varlıkları da dahil olmak üzere Tahran'ın bölgesel ağına karşı yürüttüğü kampanya nedeniyle görüşmelerin son aylarda yoğunlaşması gerçeğidir.
Esad'a yapılan ve özellikle İran Direniş Hattı'nı kesme isteğine karşın, Suriye'nin verdiği "Direniş Hattı'nın parçasıyız" mesajı önemli bir noktadır. Bu noktada ABD ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin, İran'dan uzaklaşması ve Lübnan Hizbullahı'na giden silah yollarını kesmesi halinde, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'a uygulanan yaptırımların kaldırılması teklifinin de reddedilmesinin altını çizmek gerekir.
Görüşmelerin Halep saldırılarından önce yapıldığını belirtmek gerekiyor. Bu noktada özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çağrılarına Esad'ın verdiği olumsuz cevapları da görmek önemlidir.
Suriye'nin İsrail'in Gazze Şeridi'nde ve Lübnan'da yürüttüğü savaşlarda "tarafsız" kalması, İsrail için yeterli değildi. Suriye rejiminin, İran ve Hizbullah arasında köprü olmaya tamamen son vermesi gerekiyordu. Netanyahu, televizyonda yayınlanan konuşmasında, "İsrail, Suriye'yi ve Lübnan'la olan sınır kapılarını bombalayarak silahların Suriye üzerinden Lübnan'a girmesini engelleyebilir. Beşşar Esad ateşle oynadığını anlamalı" ifadelerini kullanmıştı. Bu uluslararası gelişmeler ve yaşananlar, Suriye muhalifleri tarafından da zamanında bir okumayla saldırı için en uygun ortam olarak değerlendirilmiştir.
6- Rusya Esad'ın yardım talebine ne yanıt verdi?
Rusya'nın önceliğinin Hmeymim ve Tartus üslerini korumak olduğunu, bu üslerin tehlikeye girmesi durumunda daha sert adımlar atılacağını beklemek sürpriz olmaz. Formüle edersek, Rusya'nın şu anki yaklaşımı beklemek, gözlemlemek ve gerektiğinde pozisyon almak.
Ruslar, Esad için ellerinden geleni yaptıklarını ancak hem Türkiye hem de YPG konusunda kendilerini dinlemediğini düşünüyorlar ve "Bundan sonraki gelişmeler artık onun sorunu" şeklinde ifade ediyorlar.
Kremlin'e yakın bir kaynak, Şarkul Awsat'a yaptığı özel açıklamada şunları söyledi:
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, Halep'in batı kırsalındaki çatışmaların başlamasından yaklaşık 24 saat sonra perşembe sabahı Moskova'ya geldi. Ancak Devlet Başkanı Vladimir Putin'in programı, Esad ile görüşmesine izin vermedi. Görüşme, cuma günü öğleden sonraya ertelendi. Esad, Putin'den teröristlerin ilerlemesini ve Halep ile diğer bölgeleri işgal etmesini önlemek için acil askeri yardım sağlamasını istedi. Ancak Putin, 2015 yılında olduğu gibi tam müdahale sözü vermeden gönderilebilecek olanı gönderme sözü verdi. Görüşmenin ardından Esad cuma akşamı Şam'a geri döndü.
Bir başka kaynak ise durumu şöyle özetledi:
Cuma ve cumartesi günleri Moskova'da çeşitli güvenlik toplantıları yapıldı. İlkinde, Suriye muhalefetinin tamamen ezilmesi ve Halep ile İdlib'in yeniden ele geçirilip Şam'ın tüm Suriye toprakları üzerindeki kontrolünün dayatılması görüşü üzerineydi. İkincisinde ise, Suriye hükümeti lehine ciddi bir müdahalede bulunulmaması gerektiği görüşü dile getirildi, çünkü bunun bir yandan Rusya için maliyetli olacağı, diğer yandan da çıkarlarını tehdit edebileceği ifade edildi. Dolayısıyla Rusya'nın şimdiye kadarki tutumu sınırlı müdahale yönünde oldu.
Rusya'nın güçlü bir müdahalede bulunmasını engelleyen nedenler olduğunu söyleyen kaynak, "Bunlardan ilki, Rusya ordusunun Ukrayna savaşından sonra askeri teçhizatlarının çoğunu Suriye'den çekmesi, ikincisi, Suriye'de yeni bir cephe açılmasının Ukrayna cephesini zayıflatacağı, ancak Moskova için Kiev'in Şam'dan daha önemli olması ve üçüncüsü, Rusya'nın muhalefetin rejimi devirmesi halinde Suriye'deki çıkarlarını korumak istemesi. Çünkü Ruslar, muhalefetle anlaşabileceklerine inanıyor. Bu da Rusya için İran'ın sahip olmadığı bir avantaj. Dolayısıyla Tahran, Suriye muhalefetinin Rusya ile böyle bir anlaşmayı kabul edeceği ve İran ile herhangi bir şekilde anlaşmayı reddedeceği için askeri bir çözüm istiyor. Suriye muhalefetinin bu tutumunun nedeni ise Tahran'ın aksine Moskova'nın Suriye'de demografik bir değişim yaratma hedefinin olmamadır" dedi.
Kısaca, Moskova'daki karar alıcıların, kendi çıkarlarını dikkate alan bir alternatif olması halinde, Suriye'de rejim değişikliğiyle bir sorunları olmadığını ifade ediyor.
Rusların kafası karışık. Durumu, Türklerle mi çözecekleri yoksa Suriye'de, özellikle de güneyde birçok kartı elinde tutan İsraillilerle mi değiştirecekleri konusunda karışıklık var. Eğer İran'ın zayıflığını Ruslar görürse, İran'ı İsrail'e değiştirmeleri de sürpriz olmaz.
7- Musul Tuzağı mı?
Sahadan konuştuğumuz veya Suriye Devrimi'ni çok iyi bilen isimlerin hepsi, Suriye rejimi ve İran'ın sahadan bu kadar hızlı ve çabuk çekilmesinin bir tuzak olup olmadığı sorusunu arıyor. Bu sorunun cevabına en yakın örnek olarak Musul örneği veriliyor. Konuyu görüştüğümüz kaynakların değerlendirmeleri, aslında Şarkul Awsat'ta yapılan bir analizle örtüşüyor:
Suriye rejiminin ve İranlı destekçilerinin savunmalarının kırılganlığı konusunda inanılmaz bir nokta var. Nasıl birkaç saat gibi kısa bir zamanda çökebildiler ve uzun yıllar süren kanlı savaşlar sırasında kazandıklarını kaybedebildiler? İran destekli grupların askeri yapısını etkileyen bazı zayıflıklar olsa bile, bu hızlı çöküş bunun çok ötesinde bir olay. Çatışan iki taraf arasındaki askeri dengede bazı değişikliklerin ötesine geçen bir plan olduğuna dair şüpheler uyandırıyor. Halep büyüklüğünde, üç milyondan fazla insanın yaşadığı ve olağanüstü bir kültürel, ekonomik ve siyasi ağırlığa sahip büyük bir şehir, sadece askeri dengesizlik nedeniyle düşemez. Bu şehir, Rusya'nın 2015 yılındaki müdahalesinden önce, Suriye rejiminin sahadaki zayıflığının ayyuka çıktığı dönemde onlarca silahlı gruba yıllarca geçit vermemiş bir şehir.
Dolayısıyla mevcut olaylar, on yılı aşkın bir süre önce meydana gelen, biri güvenlik diğeri siyasi iki büyük sahneden ayrı tutulamaz. Şu an sahada yaşananlar, 2014 yazında Musul şehri ve çevresinde yaşananlara benziyor. O yaz, Irak'ın neredeyse üçte biri, çok az bir direnişle birkaç gün içinde terör örgütü DEAŞ'ın eline geçmişti. Ancak daha sonra, Irak ordusunun şehirden derhal çekilmesi yönünde ani ve sebebi anlaşılmaz bir emir aldığını ve geride DEAŞ'ın yıllar boyu süren sonraki savaşlarında kullandığı milyarlarca dolar değerinde silah ve mühimmat bıraktığını kanıtlayan bilgiler ortaya çıktı.
Mevcut tablo, Musul'un DEAŞ'ın eline geçmesiyle Irak'ta iktidardaki siyasi sistemin ve İran'ın elde ettiği büyük siyasi kazanımlardan ayrı tutulamaz. Bu olay, Arap Baharı sonrasında Irak siyasi sistemi üzerindeki baskıyı sona erdirdi. Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) aracılığıyla paralel bir siyasi/askeri sistem inşa edildi ve İran ile ABD arasında geniş bir iş birliği alanı açıldı. Tüm bu nedenlerle, Halep'teki son gelişmeler Musul'dakilere benzetiliyor. Böylece hem Suriye rejimi için arzu edilen siyasi çözüme ilişkin her türlü utanç ortadan kaldırılacak hem de başta ABD de dahil olmak üzere İran'ın Suriye topraklarından çıkmasını isteyen Batılı güçler, özelde Suriye'de, genelde ise tüm bölgede yeniden İran'a ihtiyaç duyacak. Musul senaryosu, Halep gibi büyük bir şehrin yok edilmesi pahasına da olsa büyük olasılıkla gerçekleşecek.
8- Türkiye bakış açısı ve riskler neler?
Türkiye kısaca, "Suriye'de Esad'a siyasi süreci tıkadın, sonucuna Halep'te katlanıyorsun. YPG, senin ne yaptığını farkında, biz izin vermeyeceğiz" diyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye'de yaşanan son gelişmelere ilişkin olarak, "Suriye'deki olayları herhangi bir dış müdahale ile açıklamaya çalışmak bu aşamada yanlış olacaktır. Bu, Suriye ile ilgili gerçekleri anlamak istemeyenlerin sığındığı bir sığınaktır, hatadır" diyor.
Türkiye, Astana mutabakatları başta olmak üzere verdiği tüm sözleri yerine getirdiğine ancak Astana mutabakatı gereği muhaliflere saldırılmayacağını, Suriye rejiminin buna uymadığını, Rusya ve İran'ın yükümlülüklerini yerine getirmediğine inanıyor. İdlib'e saldırıların artması üzerine Türkiye gerekli uyarılarını yaptığını, çağrılarda bulunduğunu ancak buna saldırıların artırılmasıyla cevap verildiğini belirtiyor.
YPG, ABD'nin verdiği 32 kilometrelik geriye çekilme sözünün de gerçekleşmediğinin altı çiziliyor ve "Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğüne önem veriyor. Türkiye'nin önceliği terörle mücadele. Türkiye, Tel Rıfat ve Münbiç'teki terör gruplarının istikrarsızlıktan istifade etmesine izin vermeyecek" deniliyor.
YPG'nin Halep kuzeyinde bulunan ve Afrin'deki TSK ve SMO unsurlarına saldırmak için kullandığı Tel Rıfat kasabası ve çevresinin düşmesi ve bu bölgenin tasfiye edilme şansının doğması ise Türkiye'nin çıkarına olan bir durum olarak gelişiyor. Türkiye açısından, YPG'nin Fırat'ın doğusuna süpürülmesi ve oluşturulacak bir tampon bölge, "Terörsüz Türkiye" hedefine uygun. Gelişmeler sahada şu an Türkiye'nin lehine, ancak Türkiye açısından ciddi risklerin de olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Saldırıyı yapan ana grubun HTŞ olduğu, bu grubun Türkiye de dahil dünyanın birçok ülkesince terörist örgüt olarak kabul edildiği ve örgütün Suriye El Kaidesi'nin içinden çıktığı için Türk sınırları boyunca HTŞ'nin bu kadar kuvvetlenip, Suriye'nin ikinci büyük şehri Halep'i ele geçirmesinin uzun vadede Türkiye için risk doğurabileceği görüşü sıkça dile getiriliyor.
Doğu Perinçek ve bazı ulusalcı askerlerin öne sürdüğü varsayım şu şekilde:
ABD ve İsrail'in planı şu: HTŞ ile birlikte ÖSO'yu da sürece dahil etmek. Bunun sonucu belli: Türkiye, Rusya ve İran'la karşı karşıya gelir. Fırat'ın doğusunda PKK/PYD rahatlar. Bu arada, HTŞ-PYD ittifakı da yürüyor. ABD ve İsrail'in istediği de bu değil mi? Bir taşla birkaç kuş. Bu süreçte başarıya ulaşırlar… HTŞ ile PKK/PYD'yi komşu yapabilirlerse… ABD ve İsrail için kaymaklı kadayıf. Bizdeki aklı evveller neye sevindiklerinin farkında mı?
BM kararlarıyla terör örgütü olarak kabul edilen HTŞ'nin Türk sınırlarında kontrol ettiği alanlar, tıpkı ABD'nin PKK'yı IŞİD'e karşı kullanması gibi benzer bir planın ilerleyen dönemde HTŞ'ye karşı yapılmasına sebep olabilir mi? "Radikal dinci örgütler var" bahanesiyle ABD, vekil güçlerini bu alanlara saldırtabilir ve yarım bıraktığı Türk sınırını boydan boya istila ettirme planını tamamlamaya çalışabilir.
Türkiye açısından Suriye Milli Ordusu veya Suriye direniş hareketlerinin HTŞ'ye benzememesi de oldukça önemli.
HTŞ, geçmişte Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ya da yeni adıyla Suriye Milli Ordusu'yla (SMO) sık sık çatışmalara girmiştir. Türkiye'nin desteğiyle ÖSO, HTŞ'nin saldırılarına karşı direncini korumuş ve kendi bölgelerini muhafaza etmeyi başarmıştır. SMO daha ılımlı ve yerel bir yapıya sahip, Selefi bir gelenekten gelmeyen gruplardan oluşmaktadır. Ancak HTŞ'nin sahadaki askeri başarısı, ÖSO içindeki bazı gruplar için cazip bir alternatif oluşturabilir.
HTŞ'nin Halep'teki ilerleyişi, ÖSO içindeki grupların HTŞ'ye katılma riskini artırabilir mi? Bu geçiş, Suriye Milli Ordusu'nun (SMO) radikalleşmesi ve giderek HTŞ benzeri bir yapıya dönüşmesi ihtimalini doğurabilir mi? SMO'nun Selefi çizgiye kaymama potansiyeli de dikkate alınmalıdır. Türkiye'nin desteğiyle ÖSO, ideolojik ve askeri olarak kendi bağımsız çizgisini koruma kapasitesine sahip ancak yeni çekim merkezleriyle gücü erozyona uğrayabilir.
Türkiye, uzun süredir SMO'ya altyapı, üstyapı ve lojistik destek sağlayarak bu yapıyı sahada etkili bir güç olarak tutmayı başardı. Ancak HTŞ'nin ideolojik ve askeri etkisi, SMO'nun yapısını tehdit etmeye başladı. SMO içindeki grupların HTŞ'ye katılması, yalnızca ÖSO'nun etkisini zayıflatmakla kalmayabilir, aynı zamanda Türkiye'nin sahadaki stratejik kontrolünü de tehlikeye atabilir.
Türkiye'nin, SMO'nun HTŞ'leşme riskini engellemek için bu süreçte sahadaki gelişmeleri dikkatle yönetmesi ve SMO'nun ılımlı çizgisini koruması hayati önem taşımaktadır. Bu bakımdan, HTŞ'nin Halep'teki kazanımları, SMO'nun geleceği açısından bir yol ayrımına işaret ediyor. HTŞ'nin radikal ideolojisi ve askeri gücü, SMO'yu içine çekme potansiyeline sahip olsa da, Türkiye'nin sağladığı destek SMO'nun Selefi çizgiye kaymasını engelleyebilir. Türkiye, bu süreçte hem sınır güvenliğini korumak hem de SMO üzerindeki kontrolünü kaybetmemeye çalışacaktır.
Türkiye açısından bir diğer risk, grupların geçmiş dönemde olduğu gibi kendi aralarında çatışması ve güvenli bölgelerin güvensiz hale gelmesi, bu da göçün önünde engel teşkil edebilir.
Türkiye açısından bir diğer tehdit ise Rusya'dır. Ateşkesin bitip savaşın yeniden alevlenmesi nedeniyle, Rus uçakları Suriye'de klasikleşmiş hava bombardımanı ve sivil katliam döngüsünü yeniden başlatabilir. Bu durum, zaten yaşam şartlarının zor olduğu bölgeyi iyice berbat hale getirip, halihazırda azar azar devam eden Türkiye'ye yönelik göçleri daha da arttırabilir; bu da Türkiye üzerinde ciddi baskı yaratabilir.
Saldırganlığı Caydırma Operasyonu kapsamındaki mevcut askeri operasyonların yönetiminde yer alan Fethu'l Mubin Operasyon Odası komutanlarından Albay Mustafa Bakur.
9- ABD ve İran, Halep operasyonuna nasıl bakıyor?
ABD kısaca, "Rusya, İran ve Hizbullah tarafından desteklenen Esad hükümetinin belirli türden baskılarla karşı karşıya olması gerçeğinden dolayı elbette ağlamıyoruz" diyor.
ABD, muhaliflerin saldırıları sonrası Suriye'deki durumu yakından takip ettiklerini, 48 saattir bölgedeki başkentlerle temas halinde olduklarını ifade etti. ABD'nin bakışı kısaca şöyle:
Esad rejiminin, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararında belirtilen siyasi sürece katılmayı sürekli reddetmesi ve Rusya ile İran'a dayanması, şu anda kuzeybatı Suriye'de yaşanan olayların, özellikle rejim hatlarının çöküşünün, koşullarını yaratmıştır. Aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri, Hay'at Tahrir el-Şam (HTŞ) liderliğindeki bu saldırıyla hiçbir şekilde bağlantılı değildir; HTŞ, terör örgütü olarak tanınmaktadır. ABD, ortakları ve müttefikleriyle birlikte, gerilimin azaltılmasını, sivillerin ve azınlık grupların korunmasını ve bu iç savaşı bir kez ve tamamen sona erdirebilecek, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararıyla uyumlu ciddi ve güvenilir bir siyasi süreç çağrısında bulunmaktadır.
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ise çatışmaların alevlenmesinden ABD'yi sorumlu gösteriyor. Esad, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ile yaptığı telefon görüşmesinde, rejim karşıtı silahlı grupların başlattığı saldırıyı "bölgenin haritasını ABD çıkarları doğrultusunda yeniden çizme girişimi" olarak nitelendirdi.
Esad'ın ofisinden yapılan açıklamada, "Terörist tırmanış, bölgeyi bölme, içindeki ülkeleri parçalama ve haritayı ABD ve Batı'nın hedefleri doğrultusunda yeniden çizme yönündeki geniş kapsamlı hedefleri yansıtıyor" ifadeleri yer aldı.
İran, HTŞ'nin Suriye'ye yönelik saldırılarının ABD'nin bir planı olduğunu belirtti. İran, Halep'in dış bölgelerinin Astana sürecinde belirlenen çatışmasızlık bölgeleri olduğuna dikkat çekiyor. Buraya yönelik saldırıların Astana'nın ihlali olduğunu vurguluyor. Buna ek olarak İran, Suriye Arap Cumhuriyeti'nin terörle olan savaşına yönelik desteğinin devam edeceğini açıklıyor.
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye'de yaşanan son gelişmelere ilişkin olarak, "Suriye'deki olayları herhangi bir dış müdahale ile açıklamaya çalışmak bu aşamada yanlış olacaktır. Bu, Suriye ile ilgili gerçekleri anlamak istemeyenlerin sığındığı bir sığınaktır, hatadır" derken, Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov da, Rusya'nın Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'a desteğini sürdürdüğünü belirtti.
Peskov, Rusya'nın "durumu istikrara kavuşturmak için neyin gerekli olduğuna dair bir pozisyon belirleyeceğini" açıkladı. Türkiye uzun süredir Esad'la bir çözüm bulmaya çalışıyordu; ancak görüşmeler, Esad'ın ön şart olarak Türkiye'nin Suriye'den çekilmesi gibi irrasyonel talepleri ve beklentileri yüzünden tıkanmıştı. Herkes Suriye Millî Ordusu'ndan bir operasyon beklerken sürpriz bir şekilde operasyon HTŞ'den geldi. Görünüşe göre, Türkiye bu operasyona açıkça destek vermiyor fakat durdurmak için de herhangi bir adım atmadı.
Suriye'de Esad ülkesini dağılmaktan kurtarabilecek mi; yoksa Suriye Lübnan mı olacak?
Fırat'ın doğusunda hakimiyet kurmuş bir YPG, Türkiye sınırından Hama-Humus'a kadar hakimiyet kurmuş bir Suriye muhalefeti, Şam ve çevresine sıkışmış Nusayri hükümeti gerçeği, Suriye'de birlik sağlanmasa karşımıza çıkacak olan tablodur.
Suriye'de karar verecek olan Esad değil, Türkiye, İran, Rusya ve ABD'dir. Rusya'nın kazanımlarının Suriye'de garanti altına alınması sonrası Rusya tavır değiştirebilir. Rusya bunları ve Ukrayna'da bir kazanım elde edemezse hava gücü ve getireceği kara gücüyle savaşın seyrini değiştirebilir.
Suriye muhalefeti eski muhalefet değil, bölgede Gazze ve Lübnan saldırılarından sonra eski bölge değil, ama Esad hala eski Esad.