ABD hegemonyasının küllerinden yeni bir dünya düzeni doğacak

Küreselleşme olgusu ve Amerika’nın finansal baskınlığının çatırdamaya başladığı bu yeni dönemde Küresel Güney’in rolüne daha fazla kulak vermeliyiz. Dünya nizamı yavaş yavaş silinmeye başladı ve bir sonraki düzenin ne olacağı hala belli değil. Sadece 30 yıl sürdü. Soğuk Savaş sona erdi ancak sonrasında gelen sıcak barış hepi topu on yıl kadar dayandı. ABD’nin liderliğinde kurallara … ABD hegemonyasının küllerinden yeni bir dünya düzeni doğacak Devamı »

Eklenme Tarihi: 25 Eyl 2022
7 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 25 Eyl 2022
ABD hegemonyasının küllerinden yeni bir dünya düzeni doğacak

Küreselleşme olgusu ve Amerika’nın finansal baskınlığının çatırdamaya başladığı bu yeni dönemde Küresel Güney’in rolüne daha fazla kulak vermeliyiz.

Dünya nizamı yavaş yavaş silinmeye başladı ve bir sonraki düzenin ne olacağı hala belli değil.

Sadece 30 yıl sürdü. Soğuk Savaş sona erdi ancak sonrasında gelen sıcak barış hepi topu on yıl kadar dayandı. ABD’nin liderliğinde kurallara dayalı (neoliberalizm, serbest piyasa ekonomisi, finansa devletin müdahale etmemesi ve küreselleşme) inşa edilen dünya nizamının akıbeti sallantıya düştü.

Tarih ve doğa, müstakil haklarını kendine hak ettiğinden fazla güvenen ve kibirli insanoğlundan 21. yüzyılın başından itibaren sert bir tavırla geri almaya başladı. 11 Eylül olayları ve ardından gelen Irak ve Afganistan’daki savaşlar ABD’nin tek kutuplu liderliği ile Amerikan ordusunun askeri üstünlüğünü yıprattı. Pax Americana olgusu sürekli güç kaybetti ve hala kaybetmeye devam etmektedir.

2008 yılında yaşanan küresel ekonomik kriz sürecinde, aç gözlü, spekülasyona dayalı, aşırı finansman ile şişirilmiş ve yeterince müdahale edilmeyen ekonomik sisteme dair bazı soru işaretleri doğdu. Bu krizin enkazından çıkabilmek için son derece sert kemer sıkma politikaları yürürlüğe alınınca sonuç olarak büyük çaplı ekonomik eşitsizlik meydana geldi ki ABD ve İngiltere’den gelen son veriler de bunu doğrulamaktadır.

Uzun yıllardır doğruluğu varsayılan monetarist (parasalcı) teoriler bir kenara bırakıldı ve hem ABD hem de AB sürekli yeni para basılmasını yeni normal olarak kabul etti. ‘Görünmez el’ olarak tabir edilen piyasanın dengeleyici rolüne körüne körüne duyulan güven sarsıldı. Dev şirketlerin batmasını engellemek için yapılan yardımlar ve korona salgını, devletin ‘görünen’ elinin varlığının gerekli olduğunu kanıtladı. Sözde neoliberal siyasetçiler, ekonomi uzmanları ve bilirkişiler on yıllardır savundukları şeyleri bir anda unutuverdi.

150 yıllık bir emperyal tecavüzler ve felaketler döneminin ardından Çin yavaş yavaş yeniden uyanarak iki bin yıllık dünya tarihinin büyük bir kısmında olduğu gibi tekrar dünyanın lider ekonomik gücü rolünü tekrar ele geçirdi. Çin buna ilaveten etkileyici bir teknolojik güç ve sürekli genişleyen bir askeri güç haline de geldi.

Bu durum nedeniyle Washington’da ne kadar siren varsa çalmaya başladı. Çin’in yükselişi karşısında şaşkınlığa uğrayan ABD, uzun yıllar önce kurduğu küresel hegemonyayı paylaşmaya henüz ikna olmadı.

İklim krizi

Bir yandan başta batılı sanayileşmenin etkileri olmak üzere insanların yaptıkları yüzünden uzun süredir harap edilen doğanın dengesi gelinen noktada gezegeni her geçen gün daha da kötüleşen iklim krizi ile tehdit ederken diğer yandan Covid-19 benzeri salgınlar da insanlığa karşı yeni tür bir “kısıtlayıcı” tehdit meydana getirdi.

Yaşanan enerji krizi nedeniyle Tesla’nın kurucusu Elon Musk’ın da itiraf ettiği üzere fosil yakıtların hala gerekli olduğu ve yeşil devrim için henüz ortamın hazır olmadığı düşünülmeye başlandı. Dünya ekonomisinin resesyona doğru hızla ilerlemesi küresel gaz salınımı değerlerinin düşürülmesi meselesini kısa süre içinde ‘daha karmaşık’ bir süreç haline getirdi.

Gelecek nesillerin bizim yaşadığımız hayat şartlarının çok kötülerine katlanmak zorunda kalabileceği ihtimaliyle birlikte gelen günümüze yönelik öfke ve geleceğe yönelik korku yaşadığımız dönemin en belirgin özellikleri olarak sivrildi.

Bazılarımız böylesine rahatsız edici bir vaziyette iken dünya üzerindeki gelişmiş milletlerin kollarını sıvayarak bu geniş yelpazeli sorunları birlikte tek tek çözmek için harekete geçeceğini umabilir. Bunun gerçekleşmesi için en ufak bir şans dahi olmadığı gibi dünya sistemi her geçen gün biraz daha derinden çatlamaktadır. Fitili ateşleyen olay her ne kadar Rusya’nın Ukrayna işgali olduysa da şartlar savaştan çok önce hazır haldeydi. Yani daha açık konuşmak gerekirse, Rus Başkan Vladimir Putin şu anda gündemdeki ana ‘kötü adam’ olsa da bu sıfatı taşıyan tek kişi değildir.

Bu nedenle geleceğe şuurla bakmak ve feraset sahibi olmak artık hayati öneme sahiptir. Fakat görünen o ki geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Şangay İş Birliği Organizasyonu zirvesini yorumlarken takıntılı bir şekilde sürekli Çin ile Rusya arasında bir ayrışmadan bahseden Batı medyası asıl odaklanması gereken noktayı yani organizasyona katılmak için sıraya giren devletlerin oluşturduğu kuyruğu görmekten aciz kalarak şimdiden meseleleri gelecekte de yanlış değerlendireceğinin sinyalini vermiş oldu.

İran ve Belarus’un yeni üye olarak kabul edildiği organizasyona aralarında Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, Kuveyt ve BAE’nin de bulunduğu birçok devlet katılmak istemektedir. Biraz dikkatlice bakarsanız katılmak isteyen devletler listesinin hepsinin ABD’nin ya müttefiki ya da ortağı olduğunu görürsünüz.

Moskova ve Pekin yönetimlerinin birçok konuda farklı görüşlere sahip olduğu her ne kadar doğru olsa da ok bir kere yaydan çıktı. Economist dergisinin de fark ettiği üzere bu iki devlet artık aynı geminin yolcusudur. ABD ve AB’nin Rusya’ya karşı takındığı tavrın aynısını yarın kendisine de göstereceğini tahmin eden Çin bu nedenle teknoloji, enerji, gıda ve finans alanlarında elde edebildiği kadar bağımsızlık kazanmaya yönelik faaliyetlerine hız verdi.

Silah olarak kullanılan dolar

Son dönemde dikkat çeken anahtar gelişmelerden bir tanesi de gelecek ay Xi Jinping’in ülke tarihinde bir ilk olarak üçüncü kez Çin’in lideri olarak atanacak olması ve ileride de büyük ihtimalle hayat boyu başkanlık koltuğunda kalmasının önünün açılmasıdır. ABD’de kasım ayında gerçekleştirilecek olan ara seçimler ise Biden hükümetinin gerek içerde gerek de dışarıda gerçekleştirmek istediği hırslı adımları atıp atamayacağını belirleyecektir. Amerika’daki seçimlerden bir hafta sonra Endonezya’da gerçekleştirilmesi planlanan G20 zirvesi de ‘Küresel Güney’i’ teşkil eden devletler ve bloklar arasındaki ilişkilerin ne vaziyette olduğunu gösterecektir.

Küreselleşme sürecinin gelinen noktada çökmeye başladığı artık açıktır. Meşhur yatırım şirketi Credit Suisse bünyesinde Kısa Vadeli Faiz Stratejileri Küresel Direktörü olarak görev yapan Zoltan Pozsar’ın da mükemmel şekilde özetlediği üzere küreselleşme, Rusya’dan Avrupa’ya giden ucuz doğal gaz ile Çin’den ABD’ye giden ucuz mallar üzerinden işledi ve bu da Amerikan tüketimci rüyasını hayatta tuttu. Sistemin ana sütunlarından bir tanesi de ABD dolarının küresel rezerv kuru olarak seçilmesi üzerine kurulu Amerikan mali baskınlığıydı. Bu seçime karşılık sistem on yıllarca düşük enflasyon ve sıfır faiz oranlarına nail oldu.

Fakat bu durum artık geçerli değildir. Doların Washington’un istediği şekilde hizaya girmeyenlere karşı aşırı şekilde bir silah olarak kullanılması nedeniyle ABD’nin finansal hegemonyasına gösterilen tahammül azaldı.

Küresel tedarik zincirlerinde her geçen gün daha fazla yaşanan aksaklıklar nedeniyle bu günlerde herkesin ağzındaki anahtar terimler ‘de-coupling (ayrışma)’ ve ‘re-shoring (üretimin ülke içine geri getirilmesi)’ haline geldi. Rusya’dan gelen ucuz enerjiye erişimini yitiren Avrupa mecburen çok daha pahalı alternatiflere yönelmek zorunda kaldı. ABD ve Çin her geçen gün birbirinden biraz daha ‘ayrışmakta’ ancak her iki taraf ta kaybedilecek tedarik zincirleri ve finansal akışların doğuracağı sonuçları umursamamaktadır.

Mali savaş

Ukrayna topraklarında gerçek bir savaş yaşanırken, ABD ve AB ile Rus ve yakında Çin olmak üzere küresel ölçekte bir mali savaş ufukta belirdi. Taraf seçmek zorunda kalmamayı uman ancak ister istemez mali açıdan sürece dahil olması muhtemel Küresel Güney devletleri durumu yakından izlemektedir. Rusya’ya yönelik uygulamaya alınan yaptırımlara tam destek vermeyen aktörleri hizaya getirmek için ikincil derecede yeni yaptırımlar getirmeyi gündemine alan ABD, yakın gelecekte Çin konusunda da dünyanın geri kalanından aynı tepki ile karşı karşıya kalabilir.

Kış yaklaşıyor. ABD açık bir şekilde yardım edemeyeceğini belirtirken Avrupa’nın enerji hususunda kemer sıkmaya başlaması planlanıyor. Eurometaux bünyesinde bir araya gelen Avrupa’nın önde gelen kırk metal üretim şirketinin CEO’ları AB kurumlarına ortak bir mektup göndererek sektörlerinin yüksek enerji maliyetleri nedeniyle varoluşsal bir tehdit ile karşı karşıya olduğu hususunda uyarıda bulundu.

Dünya Bankası tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir raporda şu ifadelere yer verildi: “Küresel ekonomi son elli yılda görülen en geniş çaplı ve katılımlı mali politika sıkılaştırma dönemlerinden bir tanesinden geçmektedir.” Raporun sonuç kısmında yazanlardan bir tanesi de küresel ölçekte bir resesyonun çok yakın olduğu uyarısıydı.

Amerikan liderliğinde kurallara dayalı olarak işleyen dünya nizamı çoğunlukla taraflıydı ancak bu nizamın içine girmiş olduğu krizin tek sebebi bu değil zira başta Çin, Rusya ve Küresel Güney’de zuhur eden farklı değerler de bu noktada büyük bir rol oynadı. Gelinen noktada küresel sistemin medeniyetler sınırları boyunca evrilme sürecine girmiş olması da muhtemeldir.

Fransız entelektüel Rene Guenon bundan bir asır önce, batı medeniyetinin aşırı biçimde materyalist ve ferdiyetçi hale gelmemesi hususunda uyarılarda bulunmuş, bu uyarılardan yıllar sonra da tarihçi Arnold Toynbee, Batı dünyasının izlenilmesi gereken tek modelmiş gibi davranmayı bırakması gerektiğini söylemişti.

Bugün dünya nizamının ayarlarının artık değiştirilmesi bir ihtiyaçtır. Bu sistemin düzgün ve adil bir şekilde işleyebilmesi için de geniş kitlelerin paylaştığı değerler üzerine kurulması ve günümüzdeki sürekli değişen (kaleydoskopik), yeni gerçekliği yansıtmaya muktedir olması gereklidir.