Son yıllarda yaşadığımız acıların, krizlerin muhasebesini yapmakta bile artık güçlük çekiyoruz. Çünkü ‘kurallı devlet’ olma vasfımızdan o kadar uzaklaştık ki göz göre gelen felaketlere tedbir almayı beceremiyoruz, ekonomik krizi olağanlaştırıyoruz, yaşanan hukuksuzlukları “vatan-millet-beka” hamasetiyle örtmeye çalışıyoruz. En son 2021 yılında Antalya Manavgat’ta büyük orman yangını yaşadık, yangın söndürme uçaklarımız olmadığı için 60 bin hektar orman yandı ve günlerce sürdü.
6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli büyük bir deprem felaketine maruz kaldık. Oysa bu bölgelerde büyük bir depremin olacağını iktidar dahil herkes biliyordu ama devlet olarak hiçbir tedbir alamadık. Dahası felaket kapımızı çaldığında koskoca Türkiye Cumhuriyeti devleti ilk üç gün ortalarda yoktu, insanlar günlerce yardım bekledi ve çaresizliğin en dayanılmazını yaşadılar ve resmi rakamlara göre 50 bin insanımızı kaybettik.
Ama ne hikmetse büyük acılardan, felaketlerden ders almayı bir türlü başaramadık. Şimdi de Erzincan maden faciasının yarattığı başka bir acıyı yaşıyoruz. Maalesef devletin kurumları işlemez hale geldiği için felaketin gelişini sadece seyrettik ve 9 işçimizi bir dağ gibi çöken toprağın altında bıraktık. Çevreciler, bilim insanları günler öncesinden uyardılar, DEVA Partili Mustafa Yeneroğlu Meclis’e taşıdı, “Bela geliyorum diyor” diye feryat etti ama Ankara’da duyan olmadı ya da duymazdan gelindi…
Şu anda Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşıyor. Özellikle son beş yılda aklı, bilimi, ekonomik gerçeklikleri hiçe sayan iktidar politikalarının böyle bir fukaralığı yaratacağı bilindiği halde hiçbir uyarı dikkate alınmadı.
Oysa birazcık olsun ekonomi bilgisine sahip olan herkes “faiz sebep, enflasyon sonuç” anlayışıyla yürütülen bir ekonomi politikasının eninde sonunda derin kriz yaratacağı ve sadece fukaralık getireceği matematiksel bir gerçeklikti. Ama iktidar rasyonaliteye ve matematik gerçekliklere inat, ülke kaynaklarını popülizme feda etmeye devam etti.
Ve sonunda teker duvara dayanınca iktidar ekonomik rasyonaliteyi yeniden keşfetmeye karar verdi. Ancak bunca yaşanan ekonomik kriz tecrübesinden ders alınmadığı için yapısal reformlar yapmak yerine, hala pansuman tedbirleriyle durum idare edilmeye çalışılıyor.
Şimdi 31 Mart seçimleri sonunda hepimizi daha büyük ‘acı reçeteler’e tahammül etmemizi gerektirecek kabus dolu günler bekliyor. Eğer iktidar bir kez daha tecrübeleri ıskalayıp, yeniden popülizmin çıkmaz sokağına saparsa, yaşayacağımız büyük kabusu düşünmek bile istemeyiz. Dolayısıyla iktidar seçim sonrasında ya ekonomik rasyonalitenin mecbur kıldığı ‘acı reçete’yi uygulayarak uzun sürecek bir rehabilitasyona tahammül edecek ya da hepimizi yeniden popülizm ateşinde yanmaya mahkum edecek…
Ancak bir başka gerçek var ki bu kadar derin ekonomik çöküntüden sonra, sadece acı reçetelerle bu dar boğazdan kurtulmamız çok mümkün gözükmüyor. Zira ekonomik rasyonalitenin başarı üretebilmesi için öncelikle ve de acilen hukukta rasyonaliteye şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır.
Hali hazırda kendi vatandaşlarımızın bile hukuka güveninin kalmadığı bir ülkeye, yabancı yatırımcının, uluslararası finans çevrelerinin güvenebilmesi hiç de kolay olmayacaktır.
Kabul etmesi zor bir gerçek ama ‘hukuk devleti’ olma vasfımızı her geçen gün biraz daha kaybediyoruz. Düşünün ki 2021’de yaşadığımız büyük orman yangınının siyasi ve bürokratik sorumlularından bir tek kişi bile yargı önünde hesap vermedi.
Aynı şekilde Kahramanmaraş merkezli büyük depremle ilgili ihmali ve de sorumluluğu bulunan hiçbir bakan, mesela dönemin çevre bakanı hesap verme gereği bile duymadı. Şimdi önümüzde Erzincan faciası var… Hep birlikte göreceğiz ki bu olayda da birkaç müdür dışında, hiçbir siyasi sorumlu bulunamayacaktır.
Eğer herhangi bir demokratik hukuk devletinde bu olaylardan bir tanesi bile yaşansaydı, o ülkede hiçbir iktidar yerinde kalamazdı. Ama biliyoruz ki bunlar hukuk devletleri için geçerli olan kurallardır, bizim gibi “Hibrit demokrasiler” için değil…
Anlaşılan o ki biz büyük acılar, felaketler, krizler yaşasak da bütün bunlardan ders almayı asla başaramayacağız…
Hal böyle olunca da bizim hukuk anlayışımız, demokratik görünümümüz kimseye güven vermediği için ekonomide rasyonalleşme çabalarımızın başarıya ulaşması da hiç kolay olmayacak demektir.