Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanı’na geçmiş olsun dileklerimi bildirmek isterim.
Rahatsızlığın seçim çalışmaları kapsamındaki bir tv mülakatında ortaya çıkmış olması, sürdürülen temponun ne kadar yıpratıcı olduğunun göstergesi. Evet, can dayanmaz bu tempoya. Sayın Cumhurbaşkanı, siyaset hayatının, sanki, en, en, en, nasıl diyeyim en kritik seçimine giriyor. Sanki bu seçimde kazanamazsa gerideki tüm seçim başarıları gölgede kalmış olacak. Bu sayın Cumhurbaşkanının, doğru – yanlış her şeyi yapabiliyor, bütün tuşlara basabiliyor olmasından, gece gündüz koşuşturmasından, bu koşuşturmaların kendisini beklediği sonuç itibariyle bir türlü tatmin edici olmamasından, her halinden anlaşılıyor. Ne yazık ki onun da sağlığı riske atmak gibi bir tehlikesi bulunuyor. Kimse demiyor ona, belki diyemiyor, “Sayın Cumhurbaşkanım, bu kadar yüklenmeyin kendinize…”
Üzüldüm. Acil sağlık afiyet diliyorum. Kendinize bakın lütfen. Can da emanet…
ADALETE GELİNCE
Anayasa Mahkemesi’nin 61. kuruluş yıldönümü. Kürsüde Başkan Zühtü Arslan. Karşısında mevcut Cumhurbaşkanı ve seçimlerde muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olan kişi… Ayrıca eski Meclis Başkanları vs… Diğer ifadeyle hukukçusundan siyasetçisine Devlet ricali.
Başkan Arslan Anayasa’daki “Hukuk devleti” vurgusundan söze başlıyor. Bunun devletin demokratik niteliğini belirleyen ana çerçeve olduğunun altını çiziyor.
Sorunlara işaret ediyor. AYM’nin aldığı kararların alt kademelerde karşılık bulmamasından şikayet ediyor. AYM’ye bireysel başvurunun etkili olabilmesi için verilen ihlal kararlarının hayata geçirilmesinin önemini ifade ediyor. Anayasanın, yargıya müdahaleyi engelleyen 138’inci maddesinin hayati önemini vurguluyor, buna riayetsizliklerin altını çiziyor…
“Demokratik anayasanın temeli özgürlüktür” diyor. Şu cümlesi o kadar hayati değerde ki:
“Öncelikle toplumsal düzeyde bizim gibi olmayanlarla, bizden farklı düşünen ve yaşayanlarla sağlıklı bir ilişki kurmak durumundayız. “Öteki” olarak gördüklerimizin ontolojik varlığını kabul etmedikçe bu sağlıklı ilişkiyi kurma imkânı da yoktur. Kendimize hak gördüğümüzü “öteki”ne de hak görerek, adaleti ve özgürlüğü sadece kendimiz için değil başkaları için de isteyerek, farklılıklarımızla bir arada yaşamanın iklimini hep birlikte oluşturmak zorundayız.”
Konuşmanın bütünü, hitap ettiği devlet ricali de göz önüne alınacak olursa, satır satır altı çizilecek özellikte. Ama ben sayın Başkan’ın Namık Kemal’den aldığı bir beyiti, adalet konusunda toplumsal duyarlılığı irdeliyor olması bakamından çok önemsedim. Şöyle diyor Namık Kemal:
“Bulunmazsa adalet milletin efrâdı beyninde, Geçer bir gün zemîne arşa çıksa pâye-i devlet.”
Demek istiyor ki şair: “Eğer millet fertlerinin beyninde adalet hassasiyeti bulunmazsa, devletin payesi arşa da çıksa bir gün yerin altına geçmesi mukadderdir.”
Yani bize bir şeyler diyor Namık Kemal. “Millette bir “Adalet hassasiyeti’ olmalı” diyor.
Başkan Arslan, Namık Kemal’in yargılanması ile ilgili bir olayı da paylaşmış toplantıda. “….birkaç yıl önce yazdığı mektupta kendisinden “nebbâş” yani “mezar soyguncusu” diye bahsettiği İstinaf Mahkemesi Başkanı Abdüllatif Suphi Paşa’nın huzuruna çıkacaktır. Başta Namık Kemal olmak üzere hemen herkes mahkûmiyet kararı beklemektedir. Ancak beklenenin tersine, Namık Kemal’i hürriyetine kavuşturan bir karar verilmiştir. Mahkeme Başkanı Suphi Paşa akşam evde kızı bu kararı verirken korkup korkmadığını sorduğunda, tüm zamanların hâkimlerine unutulmaz bir ders niteliğinde olan şu cevabı vermiştir: “Yarın Hünkârın da, benim de huzuruna çıkacağımız bir hâkim vardır ki, yalnız ondan korkarım!”
Evet böyle yiğit hakimler aradan 100-150 yıl geçtikten sonra da hatırlanır. Acaba bizler toplum olarak, bizzat tanık olduğumuz adaletsizlikler karşısında Namık Kemal’in beklediği duyarlılığı gösterebiliyor muyuz?
Hadi üzerimize alalım şu “millet efradı beyninde bulunmazsa adalet…” ifadesini… Hadi korkalım “paye-i devlet arşa çıksa da toprağın içine geçer” tespitinden…
Yargının siyasallaşması bizi ilgilendiriyor mu? Devletin en tepesinden bir kısım insanların alenen suçlanması, “Ben oldukça onlar çıkamaz” gibi ifadelerle gömülmesi, yargı mensuplarının siyasi iktidarın gözünün içine bakar hale gelmesi… Bir fermanla binlerce insanın hayatının kararması, yargısız infazlar, altını çizeyim toplum olarak bizi rahatsız ediyor mu? “Bu kadar adaletsizlik yüzünden bu toplumun başına bir iş gelir” gibi bir kaygıya düşüyor muyuz? “Yer – Gök razı olmaz bu kadar insafsızlığa!” dediğimiz oluyor mu?
Yoksa yakınlarımızın ya da desteklediğimiz siyasi kadroların başına bir şey gelirse feveran ediyor, desteklediğimiz kadroların ya da yakınlarımızın çıkarları, bir adaletsizlik icra ediyorsa, tüm duyargalarımız mefluç hale mi geliyor?
Hani “Zalim kim olursa olsun ona karşı çıkmak, mazlum kim olursa olsun onun yanında durmak….” Gibi insani bir duruşumuz vardı. Hala var mı?