Kalender Vakfı genel başkanı Ahmet Kalkan Hoca, bugün sosyal medya hesabı üzerinden yayımladığı yazıda 'Tek adam, aykırı adam, yakışıklı adam, bir Hocaefendi' şeklinde tasvir ettiği Alparslan Kuytul Hoca ve talebelerine cami ve cuma namazı hususunda desteğini sundu.
Alparslan Hoca'nın, AVM ve bankaların çalışılmasına izin verildiği halde camilerin açılmamasına tepki vermesine 'bu konuda suskun Müslümanların sesi olan Hocaefendi'nin muhalefeti" sözlerini kullanan Kalkan Hoca, yazısında Diyarbakır'lı Ramazan Hoca'ya da yer verdi.
Kalkan Hoca'nın ilgili yazısı şöyle:
SON ÜÇ-BEŞ GÜN İÇİNDE ÜÇ FARKLI DÂVET VE KENDİLERİNE UYGULANAN ÜÇ FARKLI TAVIR
MEMLEKETLERİNE BAKIN TANIYIN:
Biri İstanbul’dan, biri Adana, diğeri Diyarbakır’dan.
NE YAPMIŞLAR BUNLAR?
Birincisi bâtılla hakkın yerini değiştiriyor, hakkı gizliyor; tâğutu reddetmek yerine övmeye çalışıyor. Daha açıkçası; dün imamların karşısındaki sultanları ağır dille suçlayan kişi, bugün Atatürk’ü rahmetlik ilan edip onu 19 Mayıs mesajıyla övebiliyor. Kitaplarında anlattıklarıyla şimdi dille anlattıkları arasında cennetle cehennem kadar fark oluşuyor.
Diğeri mevcut iktidarın despot ve yasaklayıcı tavırlarını suçlayıcı şekilde delikanlıca eleştiriyor. Üslûbunu halk ve diğer cemaatler yadırgasa da, iktidarın bazı suçlarına karşı hakkı yiğitçe söylüyor.
Bir diğeri de kendi üslûbuyla sokak vaazları yapıp insanlara bildiği doğruları, sansürsüz şekilde anlatıyor, anlatıyor. Anlatırken insanları Kur’an’a ve tevhide davet ediyor, kimseden çekinmiyor.
Hangi Araçları Kullanıyorlar?
Biri sosyal medya aracılığıyla, twitter’la; diğeri meydanlarda, parklarda; üçüncüsü sokaklarda, serbest kürsüden mesajlarını sunuyor.
BAŞLARINA NE GELMİŞ VEYA GELMESİ BEKLENİYOR?
Birincisi, eski sevenlerini küstürme pahasına, Atatürkçü kesimden yeni dostlar ediniyor. Yönetimle arası fena değil. Resmî herhangi bir riski yok.
İkincisinin cemaatinden 50 civarındaki arkadaşlara polis tarafından sövme ve dövme şeklinde her türlü eziyet yapılmış. Dayağın Emniyette çoktan kaldırıldığı bir zaman diliminde gözleri moraran, çeneleri kırılan insanlar… Ve Adana’nın yakışıklısına göz kırpan 3. Hapis…
Üçüncüsü, alışılmadık bir cezaya çarptırılmış. Tımarhaneye yatırmışlar. Kendilerini akıllı zanneden karar mercileri; olan aklını da yitirsin diye delilerin yanına tıkmışlar.
BİRAZ DAHA BİLGİ VERİRSEK…
Biri, İstanbul’dan Bir Hoca Portresi. Sadece hoca değil, yazar, fikir adamı, tefsirci, filozof, şair, arkasında vakıf, cemaat ve televizyon olan biri.
O, hayatında hiç yapmadığı şeyi yine yapmayarak kendini hesaba çekmiyor, nereye doğru savrulduğunu görmüyor. Suçunu görmek istemeyip yok sayarak eleştiri yapanlara “bağnazlar!” diyerek ateş püskürüyor.
Sevdiği zâta dede arayacağına, Âdem’e baba aramakla vakit geçiren birisi. 19 Mayıs 2020 günü tutmuş twitter’dan Atatürk’e rahmet dileyen bir mesaj yayınlama ihtiyacı hissetmiş. Ve bu mesajını savunmak üzere 20 Mayıs’ta yazdığı yazıda şunları söylüyor: “Zor günlerde ölümü pahasına risk almış, çok ter dökmüş. 10 yıl savaşmaktan yorulmuş bir halkı harekete geçirmiş. Bu ülkeyi işgal eden emperyalizme karşı kelle koltukta savaşmış. (…)
Deccallaştırılabilir mi? Asla! Yanlıştır, hadsizliktir, emeğe haksızlıktır. Hepsinden öte ölmüş olan bir kişinin -haşa- Allahı olmaya kalkışmaktır. Onu Allah yerine yargılamaktır. Birinin âkıbet ve âhireti hakkında son söz Allah’a aittir. Her kim olursa olsun. ‘Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır.’ Bu her şeye Atatürk ve siyasi muhalifleri de, onu benimseyen ve benimsemeyenler de dâhildir.” Peh, peh, peh! (Mısıroğlu da öldü, üç harflik kelimenin yeri olsa gerektir. İyi de kim dillendirecek?) Bunları söyleyen, ölüp giden Haydar Baş değil; bizim mahalleden birçok zikzak çizen birisi.
BİRİNCİ SES İÇİN DİYECEKLERİM: Anlıyoruz ki, ilim sahibi olmak yetmiyor, Kur’an’ın ifadesiyle âlim olmak için haşyeti, takvâyı kuşanmak gerekiyor. Allah’a tam bir teslimiyetle bağlanıp haddini bilmek icap ediyor. İlim acziyetimizi ve tevazumuzu arttırmaz, öğrenilenlerle gururlanmaya ve aklı vahyin emrine vermek yerine, üstüne çıkarırsak Yaşar Nuri’leşir, hatta Oktar’laşırız. Dost ve düşman ölçülerimizi karıştırırız. Çağın en büyük tâğutlarına methiyeler düzmeye başlarız. Kur’an’ın Firavunları, (isim vermeden) Nemrutları, Ebu Cehilleri niye suçladığını, zâlimlere azıcık meyledene ateşin dokunacağını, medreseye yeni kayıt yaptıran molla adayı anlatsın bu şahsa.
ADANA'DAN GELEN İKİNCİ SES İÇİN SÖZÜM: Tek adam, aykırı adam, yakışıklı adam, bir “hoca efendi”. Üslûp ve eleştirideki dozu bazılarınca eleştirilse bile, ben şahıs olarak yiğitçe bir muhalif tavrına şahit oldum. AVM’lerin çalışmasına izin veren, bankaların faaliyetine engel olmayan, Anıtkabir adlı mâbedi hiç kapatmayan; ama camilere (daha önce mânen kilit vurulduğu yetmiyor gibi, şimdi de maddî yapısı, binası yönüyle de) kapatan, namazı, cemaati, bayram namazını yasaklayan hükümetin tavrını, biraz da intikam duygularıyla, ama haklı olarak eleştirip suçlayan, bu konuda suskun müslümanların sesi olarak da konuşan “hoca efendi”nin muhalefeti…
ÜÜNCÜ SES, HOR GÖRÜLEN BİZİM SESİMİZ: Arada internet sayfalarına konu olan, kimseye rahatsızlık vermeden, dünyalık hiçbir menfaat gütmeden çevresindeki insanları Kur’an’a ve tevhide çağıran, Diyarbakır Ulucami çevresinde insanlara devamlı hakkı haykıran Ramazan hoca'nın susturulan sesi… Deli, meczup deyip, akıl hastanesine yatırdılar.
Birinciye Allah hidayet versin diye dua etmemiz, ikincisinden daha olgunca muhalefetini sürdürmesini istememiz, üçüncüsünün de elini öpmemiz gerektiğini düşünüyorum; bize de deli veya meczup denileceğine hiç aldırmadan.
VE KENDİMİZ İÇİN, GİDEREK KAN KAYBEDEN BİZİM MAHALLE İNSANI İÇİN DUÂMIZ:
"Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı sağlamlaştır ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!" (3/Âl-iİmrân, 147)
"Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı sağlam tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!" (12/Yusuf, 101)
“Hani İbrahim şöyle demişti: "Ey Rabbim! Bu şehri güvenli kıl. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.” (14/İbrâhim, 35)