Ahmet Taşgetiren Yazdı…
Gündeme bakar mısınız?
Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gün sektirmeden tekrarlanan “İsrail’in Türkiye’ye de saldırabileceğini” mi konuşsak… Devletin hangi güvenlik platformunda ele alınmış olabilir bu “Tehdit değerlendirmesi?” Yoksa artık platformlara falan gerek yok mu? O ne söylerse platformların da ona göre oluştuğu bir dönemi mi yaşıyoruz?
İsrail Türkiye’ye havadan saldıracaksa alel acele bir “Çelk kubbe” oluşturmayı mı, onun için vatandaşa milli mücadele günlerindeki gibi “tekalif-i milliye” kontenjanından salma salıp, üç oradan – beş buradan 70-80 milyarlık bir kaynak oluşturma hesabını mı konuşsak…
Ardından “Bu kadarı da fazla” tepkileri gelince, bu tepkileri seslendirenlerin DEM’li, Ermeni ya da Yunan olabileceği fermanını çıkaran BBP’nin Mustafa Destici’sini mi konuşsak…
Vatandaş zaten ekonomik programların cenderesinde kıvranıyor, onun için bu son salma canına tak etti, çelik kubbeyi, İsrail saldırısını bile önemsemiyor, kredi kartını 100 bin liradan bin lira aşağıya indirerek, “Sen keyfine göre salma salar mısın, al sana cevabı” gibi bir tepki seli oluşturuyor ve sen de “çelik kubbe”yi falan unutup, salma teklifini geri çekmeyi “talimatlandırıyorsun.” Üç – beş günde nereden nereye? Bunu mu konuşsak…
Çelik kubbe hayatî ise neden önceden tedbirini almadın? Neden kaynağını bütçeye koymadın?
“İsrail saldırısı”nın böyle bir kampanya için önceden planlanmış bir “gerekçe” gibi kullanıldığı algısına yol açma riski hiç mi akla gelmedi? N’oldu, İsrail Türkiye’ye saldırmaktan vaz mı geçti? Yoksa biz çelik kubbe oluşturmaktan mı vaz geçtik?
Gündeme bakar mısınız?
Bir günde iç cephe tahkimi noktasına, oradan iç barışa, oradan da Kürt sorunu için yeni bir çözüm süreci başlatılıp başlatılmayacağına geliyoruz.
Aslında oraya da “Yeni bir anayasa yapımı” söyleminden geliyoruz.
Aslında yeni bir anayasa yapımına da “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 2028’de yeniden aday olabilme yolunu açacak bir formül bulunabilir mi?” arayışından geliyoruz.
Aslında oraya da AK Parti’nin halk nezdinde zemin kaybına uğramasından, Cumhur İttifakı’nın yüzde 50 artı 1’i bir türlü yakalayamayacak olmasından geliyoruz.
Birileri Devlet Bahçeli’ye “Şu DEM’lilerin elini bir sıksanız, bir gülümseseniz” diyor muhtemelen… Onları “Terörün Meclis’teki uzantısı” diye tanımlayan o ya, kapatılmasını, verilen hazine yardımının kesilmesini, bu yolu açan Anayasa Mahkemesi’nin bile kapatılmasını isteyen o ya…
O kapıyı açmazsa, Cumhur İttifakı’nda kapı aralamak neredeyse imkânsız ya… İttifak’ın lideri bile DEM’le doğrudan ilgili bir şey söylemekten kaçınıp, işi “iç barış” noktasında tuttu ya…
Meğer Devlet Bahçeli’nin bir el sıkması ülke için ne kadar “yaşamsal” ehemmiyet taşımakta imiş….
O el sıkıyor, DEM için meşruiyet kapıları açılıyor. O el sıkıyor memlekete barış geliyor. İç cephe tahkim edilmiş oluyor. O kaşlarını çattığında, sesine öfke yüklediğinde DEM’lilerin nefes alması zorlaşıyor.
Ah şu DEM’liler…
Onlar neyi temsil ediyor Bahçeli neyi?
Tam da bu temsiliyet sancısı bu ülkenin her alanda yaşanan geriliminin zemini değil mi? Birisinin bir başkasının hayat hakkını tayin edebildiği, ona göre sistem oluşturulmuş olması değil mi Türkiye’nin asıl sancısı? Herkes kendisine bir baksın, eşit vatandaşlığın paydaşı mı yoksa, dönem dönem kullanıcıları değişen ama açık – örtülü bir şekilde işleyen “üstünlerin hukuku” sisteminin, kimine güç veren, kimine ise ezilme, yok sayılma payı ayıran uygulamalarının parçası mı?
DEM’liler ellerinin Bahçeli tarafından sıkılmış olmasından mutlu…Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği ışıltı da, onları umutlandırıyor. Kim bilir belki Öcalan’a uygulanan tecrit kalkar, belki Demirtaş muhatap alınır… Kim bilir? Acaba yeni anayasa arayışlarında iktidarın pazarlık aralığında “Eşit vatandaşlık” gibi bir yol da açılır mı?
İşin bir tarafında Suriye sıkışmışlığı var. Orada Amerikan yapımı bir “Kürt oluşumu” söz konusu. Tam da çözüm süreci sırasında Kandil’in aklını iğfal eden bir oluşum. Acaba içerdeki temaslar dış Kürtler ile de bir iletişim zemini sağlar mı?
Şimdilerde DEM’in Diyarbakır milletvekili olan Cengiz Çandar’ın Karar’dan Sema Kızılarslan’a söylediğine göre Demirtaş, DEM’lilere “Erdoğan ve Bahçeli ile görüşün” diyormuş…
Çandar, bu konuda epey kafa yormuş bir isim. Şimdi de DEM’de siyaset yapıyor. O, iki ismin Kürt syasetindeki ağırlığına temas ederken “Demirtaş ve Öcalan’ın katkısı olmadan barış olmaz” görüşünde…
İktidar, böyle bir şeye yanaşır mı, formül bulmak için çaba sarfeder mi? “Erdoğan iç barış söylemiyle bazı adımlar için taş döşüyor” diyenler olduğu gibi, Bahçeli’nin Öcalan’ın yeniden yargılanmasına imkan veren düzenlemede iktidar ortağı olduğuna bakarak “Neden olmasın” diyenler de var. Öcalan’a tecrit kalkar mı, Bahçeli’nin istediği gibi “Terör bitti” açıklamasını yapar mı ve tabii Demirtaş serbest kalır mı?
Ben de “iç barış”ı sıkça vurgulayanlardanım. Ama son olayda görüldüğü gibi güvenlik meselesinin araçsallaştırılması ne kadar yanlış ise, iç barış meselesinin siyaseten araçsallaştırılması da o kadar yanlıştır. Acaba son halk duvarına toslayış, her şeyi fütursuzca yapabileceğini düşünenleri yeterince uyarmış mıdır?
Gündem allak bullak. Bunun bir güdeni var mı, yoksa ülke olarak savruluyor muyuz?