Ahmet Taşgetiren’in Karar’da yayımlanan konuyla alakalı köşe yazısı (17 Aralık 2019) şöyle:
“Vatan Cephesi”nin Stratejik Oyunu
Son günlerde sessiz ve derinden işleyen bir siyasi gelişmeye dikkat çekmek istiyorum bugün.
Hayır Davutoğlu’nun kurduğu ya da Babacan’ın kuracağı partilerle ilgili değil yazacaklarım.
Önce şu söylemi not edelim:
“Türkiye Amerika ile savaş halinde. Memlekette iki cephe var. Birisi vatan cephesi, diğeri Amerikan cephesi.
Vatan cephesi başından beri çekirdeğini bizim oluşturduğumuz bir yapı. İktidar son zamanlarda bizim yanımıza geldi.
15 Temmuz bir Amerikan darbe girişimi idi, öyle olduğunu görür görmez ordu içinde ve dışında etkilediğimiz kadroları harekete geçirdik ve darbeyi önledik.
Rusya ile ilişkilerdeki gelişme, Amerika ile verdiğimiz savaşta çok büyük önem taşıyor.
“Doğu Türkistan’da zulüm var” söylemleri Türkiye’nin Amerika ile yürüttüğü savaşta tabii müttefikleri olan Çin ile ilişkilerini bozma amacı taşıyan provokatif bir kampanyadır.”
Tanıdınız mı bu ifadeleri?
Bir süredir görsel medya bu söylemlerin sahiplerine itinalı bir yer ayırıyor. Bakıyorsunuz aynı gece iki farklı kanalda birden aynı yapının unsurları temsil ediliyor. Konuk dizaynı genelde onları iktidara yakın konukların yanı başına yerleştiriyor. Onlar konuşmaya başlayınca genellikle iktidara yakın konuklar baş işaretleriyle destek görüntüleri veriyor.
Son yerel seçimlerdeki oy oranları binde 23. Yani oy oranı olarak toplumsal karşılıkları çok sınırlı.
Anlaşılıyor ki, oy oranlarına göre seçim yapılmıyor ekran davetlerinde. Demek bir kıymet-i harbiyeleri var. Nereden geliyor o kıymet-i harbiye acaba? Ya da şöyle soralım: Farklı medya gruplarında bu yapının kıymet-i harbiyesini tespit eden odak ne tür bir karar sürecini işletiyor?
Acaba farkı medya gruplarına bu yapının görüşlerini sunması yönünde telkinler olabiliyor mu? Medya dünyasında farklı medya yapılarını belli bir istikamette konuşabilecekleri davet etmek üzere etkileyecek bir odak bulunuyor mu?
Bu yapı, Amerika ile savaşı öncelediği için karşıt bir kuvvet birikimi zarureti dolayısıyla Türkiye’nin Rusya ve Çin ile yakınlaşmasını önemsiyor, teşvik ediyor. Ancak Rusya’nın Suriye’de YPG ile teması sürdürmesi ya da Libya’da, Türkiye’nin desteklediği grubun karşı cenahında yer alması karşısında dilini yutuyor. Aynı şekilde Doğu Türkistan’daki Çin zulmü karşısında dilini yutmaktan öte, Çin güzellemesi çerçevesinde özel yayınlar yapıyor. İktidarla iyi ilişkiler hatırına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’la iyi ilişkilerini de “Amerika ile savaş”ın dışında tutuyor.
Bu grubun “Maocu” bir geçmişi var.
Ancak “Maocu”luk yapıldığı zamanlarda bile derin ilişkileri hep gündemde olmuş bir yapı söz konusu.
“Vatan cephesi’ cepheleşmesi” yapmalarına rağmen halkta bir karşılıkları olmadığı genel – yerel her seçimde çok açık. Ama bir misyonları olduğunu görmezden gelmek mümkün değil.
Şu anda iktidarı destekliyor gözükmeleri, iktidara kendi hesapları çerçevesinde bazı şeyleri yaptırabiliyor oldukları kanaatlerinden kaynaklanıyor. Onlara göre “Yargı altın devrini yaşıyor.” Bu maocu kliğe göre yargıda olan bitene neden böyle bakılabilir? Acaba “değdi – değmedi” mantığı ile “FETÖ ile iltisaklı” damgası vurularak devlet bünyesindeki muhafazakar kitlenin bütünüyle tasfiyesi hesabı yüzünden mi?
Stratejik bir hesapla hareket ettikleri açık. Halktan dün oy alamadıkları gibi yarın da alamayacaklarını çok iyi biliyorlar. Ancak “muhafazakar iktidar”la dirsek teması kurulabileceği gibi bir ümidin içindeler ve “İktidarı ne kadar yönlendirebilirsek” hesabını yapıyorlar.
İktidar da “”Bu sistemde MHP ile dayanışma ne kadar önemli ise binde 23’ün desteği de o kadar önemli” değerlendirmesi yaparsa, hele yeni oluşumların getirdiği risk böyle bir telaşı güncel hale getirirse, bin türlü klik hesabının içinden akıp gelmiş bu tür yapılara gün doğabilir.
Bu yazıyı Mesut Özil’in Doğu Türkistan’la ilgili çığlığını paylaşarak bitirmek isterim. “İdeolojik Çinci” odakla Avrupa’daki bir Türk çocuğunun yürek farkını ortaya koymak üzere. Şöyle diyor Mesut:
“Ey Doğu Türkistan...
Ümmetin kanayan yarası... Eziyetlere direnen mücahit ve mücahideler topluluğu. Zorla İslam’dan uzaklaştırmaya çalışanlara karşı tek başına mücadele veren şanlı müminler. Kur’anlar yakılıyor, camiler kapatılıyor, medreseler yasaklanıyor, din alimleri birer birer öldürülüyor. Erkek kardeşler zorla kamplara sokuluyor. Onların yerine Çinli erkekler ailelerine yerleştiriliyor. Bacılar zorla Çinli erkeklerle evlendiriliyor. Tüm bunlara rağmen. Ümmeti Muhammed suskun, sesi çıkmıyor. Müslümanlar sahiplenmiyor. Bilmezler mi ki zulme rıza zulümdür. Hz. Ali ne güzel demiş: ‘Zulme engel olamıyorsanız, Onu herkese duyurun!’
Batı medyası ve devletlerinde dahi bu olaylar aylardır, haftalardır gündemde iken Müslüman ülkeler ve medyaları nerede? Bilmezler mi ki, zulmün olduğu yerde tarafsızlık, namussuzluktur... Bilmezler mi ki yıllar sonra oradaki kardeşlerimizin bu acı günlere dair hatırlayacakları zalimlerin işkenceleri değil, biz Müslüman kardeşlerin sessizliği olacaktır. Ya Rabbi, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize yardım eyle... Şüphesiz ki Allah; tuzak kuranların en hayırlısıdır.”