AKP'nin dış politikadaki bütün hatalarının faturasının Devrik Başbakan Ahmet Davutoğlu'na kesileceği, AKP'ye yakın sosyal medya hesaplarından uzun süreden beri dillendiriliyordu.
Zira onun yerine Erdoğan tarafından Başbakanlık koltuğuna oturan Binali Yıldırım'ın ilk açıklamalarından birisi de "Dostlarımızı artırıp, düşmanlarımızı azaltacağız" olmuştu.
Başbakan Yıldırım'ın bu sözleri, "AKP'de Dış Politikadaki bütün hataların faturası Davutoğlu'na mı kesiliyor" tezini doğrulayan ilk sinyalleri vermişti.
Ve arkası da geldi. Davutoğlu'nun devrilmesinden sonra Saray ve AKP dış politikada hızlı bir U dönüşü sürecine girdi. Önce, seçim dönemlerinde demediklerini bırakmadıkları İsrail'le anlaştılar ki bunun için Allah'a şükür bile dediler, sonra da "yine olsa yine düşürürüz" dedikleri Rusya'dan özür dilediler.
Şimdi açıkladıklarına göre sırada Mısır ve Suriye var
"Dostlarımızı artırıp, düşmanlarımızı azaltacağız" politikası çerçevesinde yaşanan tüm gelişmeler beraberinde bir soruyu da getiriyordu aslında.
2 yıla yakın Başbakanlık görevinde bulunan Devrik Başbakan Ahmet Davutoğlumuydu dostları azaltan, düşmanları çoğaltan?
Davutoğlu'na yakın Karar Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Kiras bugünkü yazısında bu sorunun peşine düşmüş.
Bütün günah Davutoğlu'nun Değil
"Türk dış politikasında hiçbir zaman “nihai karar verici” Davutoğlu olmadı. Böyle bir iddiada bulunmak Erdoğan’ın konumunu da hafife almak olur" sözleri ile bütün günahın Davutoğlu'nun üzerine yüklenemeyeceğini ifade eden Kiras, bugüne kadar alınan kararlarda nihai karar vericinin Erdoğan olduğunu hatırlatmış.
Öte yandan Kiras, bugün İsrail ve Rusya ile varılan anlaşma ile Suriye ve Mısır'la varılmak istenen normalleşme süreçlerinin temellerinin Davutoğlu'nun döneminde atıldığını kayda geçiriyor.
Hatta Kiras, Mısır'la normalleşme konusunda Davutoğlu'nun adımlarının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da engellendiğini, "Hatta bu yılın başlarında henüz Davutoğlu başbakan koltuğundayken bir fırsat ortaya çıkmış, ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan “Sisiyle görüşmem, Başbakan’ın görüşmesini de istemem” diyerek konuyu gündemden çıkarmıştı" sözleri ile kamuoyunun dikkatine sunuyor.
Karar GYY'si İbrahim Kiras en bomba itirafını da sona saklamış. Bugün İsrail ile varılan anlaşmanın şartlarının 2013 yılında sağlandığını hatırlatan Kiras, her iki tarafın da iç siyasetteki gelişmeler nedeniyle bu anlaşmayı beklettiğini ve ertelediğini söylüyor.
İşte İbrahim Kiras'ın o itirafı:
"İsrail ile görüşmeler daha 2013’te bugünkü şartlarda tamamlanmıştı ama her iki tarafın da iç siyasetindeki bazı gelişmeler yüzünden açıklanması ertelenmişti."
O zaman akıllara şu soru geliyor:
3 yıl önce varılan anlaşma neden açıklanmadı da bugüne bırakıldı?
Bu süre içinde örneğin Erdoğan yönetimindeki AKP İsrail'e neler dedi?
Ve İsrail aleyhtarlığı ile iç politikada nelerin üzeri örtüldü?
Erdoğan ve AKP'lilerin İsrail aleyhtarı açıklamaları da 2013 yılında varılan anlaşmanın maddelerinden birisi miydi?
Sonuç olarak AKP'nin İsrail aleyhtarı politikası, iç politikada getirisi çok olan ama götürüsü pek olmayan bir yaklaşımdı. Zira bu dönemde perde önünde İsrail'e en ağır ithamlarda bulunulurken, perde arkasında İsrail ile ticaret rekorlar kırıyordu...
İşte Karar Yazarı İbrahim Kiras'ın "Dostları azaltan Davutoğlu muydu" başlıklı yazısından ilgili bölüm;
NİHAİ KARAR VERİCİ HEP ERDOĞAN'DI
Açık konuşalım… Ahmet Davutoğlu başdanışman, dışişleri bakanı ve başbakan olarak Türk dış politikasına yön vermiş, hatta damga vurmuş bir siyasetçi. Bu çerçeve içinde hataları da var, sevapları da… Ancak, geçenlerde de başka bir vesileyle yazdım, Türk dış politikasında hiçbir zaman “nihai karar verici” Davutoğlu olmadı. Böyle bir iddiada bulunmak Erdoğan’ın konumunu da hafife almak olur. Zaten muhtemelen dış politikada geçmişten bugüne gerek övülen gerekse eleştirilen kararların tamamı Davutoğlu’nun istediği veya önerdiği şekilde alınmış değildir.
Bu bir… İkincisi, AK Parti hükümetleri özellikle Arap Baharı sürecini sona erdiren Suriye krizinden itibaren aldıkları bazı kararları doğru olduğuna inandıkları için değil, başka seçenek kalmadığı için almak zorunda kaldılar. Elbette başka seçenek kalmamasının sorumluğu da bu kadronun dışındaki birilerine yüklenemez… Suriye konusunda İran ve Rusya’nın olumsuz tutumu, ABD’nin fikir değiştirmesi vs. son tahlilde bahane kabul edilemez. Tıpkı Sarıkamış felaketinde olduğu gibi… Siyasi sorumluluk mevkiinde olmanın bedeli de ödülü de hiçbir zaman hafif olmuyor.
Son beş yılda uygulanan dış politikaya eleştirilerimi saklı tutmak şartıyla, Erdoğan ile Davutoğlu’na haksızlık da edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Yapılan yanlışların düzeltilmesi veya başa gelen sıkıntılardan kurtulmak yolunda çaba gösterilmediğini, çünkü dış politikada realist bakış açısının ve pragmatizmin bütünüyle terk edildiğini söylemek haksızlık.
İSRAİL İLE ANLAŞMAYA 2013'TE VARILMIŞTI
Bugün su yüzüne çıkan “normalleşme” çabaları için de epeyce bir zamandır hazırlıklar yapıldığını unutmayalım. İsrail ile görüşmeler daha 2013’te bugünkü şartlarda tamamlanmıştı ama her iki tarafın da iç siyasetindeki bazı gelişmeler yüzünden açıklanması ertelenmişti.
Mısır’la normalleşme konusu da epeydir gündemdeydi. Ama Mısır’da yaşanan darbe sürecine iç kamuoyunda gösterilen tepki yüzünden o konuda da adım atılması gecikti. Hatta bu yılın başlarında henüz Davutoğlu başbakan koltuğundayken bir fırsat ortaya çıkmış, ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan “Sisiyle görüşmem, Başbakan’ın görüşmesini de istemem” diyerek konuyu gündemden çıkarmıştı.
Daha Önceden Rusya İle Barışmak İstenildi, Putin Reddetti
Rus uçağının düşürülmesi olayında da daha ilk gün hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan derhal harekete geçmişler, Azerbaycan ve Kazakistan liderlerini arayıp arabuluculuk istemişlerdi. Ancak Putin o yaklaşıma hemen cevap vermeyi istemediği için normalleşme bugünleri bekledi.
Hasılıkelam, bugün Türk dış politikasında bir revizyon gerçekleştiriliyorsa niçin bu günlere gelindiğini de sorgulamak ve elbette sorumlulardan hesap sormak durumundayız. Ama bunca önemli bir süreci siyasi- kişisel hesap görme aracı yapmak veya birini günah keçisi ilan edip geri kalanları temize çıkarmaya kalkışmak doğru da değil, etik de değil. Böyle yanlış bir tutumun da olumsuz sonuçları olabileceği unutulmamalı.
Dış politikada karşılaşılan sorunların iyice içinden çıkılmaz hale gelmesinin en büyük sebebi alınan yanlış kararlardan çok bu yanlışların iç politika hesapları mucibince alınmış olması ve yine bunlar iç politikanın konusu haline getirildiği için geri adım atılmasının zorlaştırılmış olmasıydı.
Özellikle Mısır darbesi günlerinden itibaren hep bu sakıncayı dile getirdim. Şimdi dış politikada revizyon adımlarının atılmaya başlandığı günlerde de bu uyarıyı yenileme gereği duyuyorum.