Partisinin TBMM grup toplantısında konuşan İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, kendisi gibi düşünmeyen herkese hakaret etmesini eleştirdi.
“Erdoğan ise millete hakaret etmekte yeni yöntemler deniyor. Eskiden dümdüz hakaret ederdi, artık lügatlı sövüyor,” diyen Akşener, şöyle devam etti:
“Geçen hafta memlekette umudunu kesmek zorunda bıraktığı gençleri hedef aldı. Sayın Erdoğan özetle gençlerimizin daha iyi bir hayat sürme istemeleri süfli bir hevesmiş, yani aşağılık bir hevesmiş. Üstelik bunu söyleyen bu ülkenin Cumhurbaşkanı. Kadınlara ‘Sürtük’ diyebilen bir zihniyetten elbette zarafet beklemiyorum ama gencine ‘Aşağılık’ demeye hiç mi utanmıyorsun?”
Meral Akşener, iktidar tarafından ‘Dezenformasyon Yasası’ olarak tanımlanan, gazeteci örgütlerinin ‘Sansür Yasası’ olarak nitelediği yasa teklifine ilişkin olarak, “Dezenformasyon bahane, istibdat düzeni şahane…” değerlendirmesini yaptı. Akşener, “AKbook’, ‘Saray Kuşu’, ‘ŞahsımTube’ mu gelecek?” dedi.
Akşener, partisinin grup toplantısında konuştu. Akşener, “İktidar her zaman olduğu gbi, yine bir cambaza bak oyunu sergiliyor. Buradaki cambaz: Sosyal Medya Yasası” ifadesini kullandı.
Akşener’in konuşmasından başlıklar şöyle:
“20 sezonluk gereksizce uzatılmış, keyifsiz bir dizinin final sezonu sonunda geldi çattı. Emin olun çok az kaldı.
Beğenmediği herkese saldıran, hakareti ve iftirayı kendine hak sayan, ülkeye nifak tohumlara eken zihniyetin neden olduğu toplumsal gerilim artık tehlikeli bir seviyeye ulaştı.
Türkiye artık bu gerilimi taşıyamıyor. Geçtiğimiz hafta, Ankara’da bir eğlence mekanında yaşananlar bu gerilimin sonucudur. Sanata ve sanatçıya düşman bir iktidarın yönettiği ülkemizde, sırtını iktidara yaslayan herkes kendini her şeyin sahibi zannediyor.
Bize de katleden bir sanatçının ardından üzülmek düşüyor. Onur Şener’e Allah’tan rahmet, ailesine ve sanat camiamıza baş sağlığı diliyorum.
Kendisini dev aynasında görenlerin şiddete sığınan acizliğine lanet olsun.
İnsanlıktan nasibini alamayanların evlere, ocaklara, yüreklere düşürdüğü yangınlara lanet olsun. Hayat iyilerle kötüler arasında bitmek bilmeyen bir mücadelenin özetidir. Tarih kötü işler yapanları nefretle, iyi işler yapanları da minnetle not eder. İnsanın yaradılışından bu yana kötülüğü rehber edinenler hep oldu. Ölümler, katliamlar, soykırımlar, işgaller kötülerin verdikleri hasarlardır.
Bugün bile ne yazık ki soğuk savaş zihniyetinin yıkıntılarına sığınan, sıfır toplamlı oyunların hesabını yapan, en temel toplumsal sözleşmeleri bile kendi çıkarlarına uydurmaya çalışan kirli zihniyetlerin sebep olduğu acılara şahit oluyoruz.
Rusya’nın 24 Şubat 2021’de Ukrayna’ya yönelik, özel askeri operasyon adı altında başlattığı haksız işgalin üzerinden 7 ay geçti. Güya başkent Kiev bir haftada alınacaktı değil mi?
Peki ne oldu, Rus ordusu Ukrayna topraklarında çamura saplandı. Putin ise çizilen karizmasını toparlamak için son çareyi sopalı referandumlar sonucunda bazı yerleri ilhak etmekte buldu.
Biz daha önce bu filmi Kırım’da izledik. Nasıl ki o gün ilhakını tanımadıysak bugün de tanımıyoruz.
Rusya’nın uluslararası toplum tarafından kınanan bu saldırganlığını Rus halkı da desteklemiyor. Rusya, ilhak ettiği Ukrayna topraklarını her türlü imkan ile koruyacağını söyledi. Yani gerekirse nükleer silah da kullanmakla tehdit etti.
Bu tehdit sadece Ukrayna için değil ülkemiz için de kabul edilemez bir tehdittir.
Uluslararası toplum daha somut ve net adımlar atmalıdır.
Çağdaş değerlerden nasibini alamamış rejimlerin kendi düzenlerinin devamı için nelere kalkışabileceklerinin bir diğer acı örneği de İran’da yaşanıyor. Tarihin en köklü medeniyetlerinden biri olan İran’da çağ dışı baskı ve zulüm manzaralarını görmek hepimizi derinden üzüyor. Mahsa Amini’nin başörtüsünden saçı çıktı diye ahlak polisi tarafından acımasızca öldürülmesinin ne yüce dinimizde ne devlet yönetiminde ne de insan haklarında yeri yoktur.
Geçmişte ilimin merkezlerinden olmuş bir medeniyet, nasıl olur da ilimden, bilimden bu kadar uzağa savrulabilir?
Bu konu bizim için vahşetin karşısında mağdurun yanında durmaktır. Biz komşumuz İran’ın güçlü, mutlu ve huzurlu bir ülke olmasını istiyoruz. İran’ı bağımsız bir ülke olarak görmek istiyoruz. Dualarımız özgür ve mutlu bir İran içindir. Bu idealimizi baskıcı yöntemler kullanarak, kadını bir eşya gibi gören ucube bir anlayışla gerçekleştiremeyiz. Bağımsızlığın yolu saçı görünen kadınları katletmek değildir. Bağımsızlığın yolu baskıyla milletini sindirmek de değildir.
Tek bir kadının bile sesini duyurmak için ayağa kalkması aslında tüm kadınlar için ayağa kalkıştır. Canları pahasına bu barbarlığa karşı, hukuksuzluğu protesto eden İran’ın cesur evlatlarının elbette ki yanındayız.
İran’da özgürlükleri için sokaklara dökülen ve baskıya başkaldıran kadınları bir kez daha tüm kalbimle selamlıyorum.
Erdoğan artık söz de veremiyor, dikkat edin. Kendisi de epistemolojik bir kopuş yaşadığından olsa gerek sadece inanıyor.
Kıştan yaza, yazdan kışa ertelenen bu mevsimsel sabır döngüsünde olan da milletimize oluyor. İktidarın fantastik modelinin üzerinden tam 10 ay geçti.
Yılın ilk 8 ayında ihracat sadece yüzde 18 artarken, dış ticaret açığı ise yüzde 146 oranında rekor bir artış gösterdi. Paramız bir yılda yarıya yarıya değer kaybetti. MB’nin kayıp 128 milyar dolarına da 75 milyar dolar daha dahil oldu.
Hatırlıyor musunuz rahmetli Münir Özkul Şener Şen’e ne diyordu? Ufak at Ziya! Ufak at sayın Erdoğan.
Bay krizin tutum ve davranışlarından feyz alan bu anlayışın izleri hemen her gün bir başka saray mensubunun yaptığı açıklamalarda zuhur ediyor.
Mesela bu ülkede atanamayan bir öğretmen olduğu için utanması gereken MEB Bakanı, bırakın utanmayın şuursuzca “Mühendisler de atanmayor ama böyle ağlamıyorlar” dedi.
Gereksiz yanan ampül sönecek. Memleketimizin kaynakları hepimize yetecek.
Bir de iktidarın gözbebeği Nebati bakan var. Sağ olsun, gideni aratmıyor, neşemiz oldu adam. Sabah kalkarsanız kalmak canınız istemez, bakıyorum ne söylemiş enerji doluyorum.
Eminim sizde de aynısı vardır. Işıl ışıl dolar işaretli gözleri muhteşem. Sayın Erdoğan’ın son dönemlerdeki tercihlerine bayılıyorum.
Sözde ekonomi modelini tarif etmek için adeta yeni öğrendiği kelimeleri aynı cümlede kullanmaya çalışan çocuklar gibi.
Nebati siyasi tarihimize geçecek bu ibretlik cümle ile diyor ki: Biz bilgiden ve bilimden koptuk, dünyada uygulanan tüm ekonomi modellerini de reddediyoruz, bizi artık ekonomistler değil nörologlar ve davranış bilimciler değerlendirsin diyorlar.
Buradan sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum, ekonomiyi batırdığın gerçeğini, milletimizi fakirleştirdiğin gerçeğini abuk subuk yalanlarla mı örteceksin?
Merkez Bankası’nın bile kasasını boşalttığın gerçeğini lügatlara sığınarak mı örteceksin?
Bir yanda bakanları, bürokratları saçmalamaya devam ederken sayın Erdoğan ise millete hakaret etmekte yeni yöntemler deniyor. Eskiden dümdüz hakaret ederdi, artık lügatlı sövüyor. Geçen hafta memlekette umudunu kesmek zorunda bıraktığı gençleri hedef aldı. Sayın Erdoğan özetle gençlerimizin daha iyi bir hayat sürme istemeleri süfli bir hevesmiş, yani aşağılık bir hevesmiş. Üstelik bunu söyleyen bu ülkenin Cumhurbaşkanı.
Kadınlara ‘Sürtük’ diyebilen bir zihniyetten elbette zarafet beklemiyorum ama gencine “Aşağılık” demeye hiç mi utanmıyorsun?
Gençlere analarının ak sütü gibi helal olan iyi ve haysiyetli yaşama arzusu süfli bir hevesmiş. Daha iyi bir hayat, özgürlük istemek aşağılık bir hevesmiş.
Bu beyefendiye göre süfli olmayan hevesler nedir biliyorsunuz, mesela ihale kovalamak bilakis asil bir heves.
Biliyorsunuz, 1 Ekim itibariyle, iktidarın, “Dezenformasyonla Mücadele” adı altında çıkardığı, Sosyal Medya Yasası yürürlüğe girdi. Yeni yasama yılının başlangıcında, Meclis gündeminde yer alan ilk düzenleme, iktidarın yüksek standartlarına göre bile, ucubelikte adeta bir baş yapıt oldu.
Sözüm ona, internetteki yalan haberleri durdurmak amacıyla çıkartılan, bu yasada; en çok merak ettiğimiz konu ise, yasanın nasıl işleyeceği… Yalanı kim ayırt edecek? Doğru nasıl bilinecek?Dezenformasyonu hangi kurum denetleyecek? Hiçbiri belli değil… Mesela yalanları; havuz medyasının bir alt birimi gibi çalışan,
RTÜK mü ayırt edecek? Mesela doğruyu; ENAG’ın, yüzde 186 olarak açıkladığı enflasyon rakamının karşısında, kendi çalışanlarını bile, zar zor ikna edip, enflasyonu, yüzde 83,45 açıklayan, TÜİK mi bilecek?
Mesela, şu meşhur dezenformasyonu; Trollerin efendisi, iftiraların prensi, algıların bekçisi, İletişim Başkanlığı mı denetleyecek? Mesela; Facebook gidecek, yerine dezenformasyondan arındırılmış, “AKbook” mu gelecek? Twitter gidecek, yerine “Saray Kuşu” mu gelecek? YouTube gidecek, yerine “ŞahsımTube” mu gelecek?
İktidar her zaman olduğu gbi, yine bir cambaza bak oyunu sergiliyor. Buradaki cambaz: Sosyal Medya Yasası. Oyun ise: Hak ve hürriyetlerimize, pranga vurmak.
Yani dezenformasyon bahane, istibdat düzeni şahane… Giydiğimiz kıyafete, Ettiğimiz ibadete, Dinlediğimiz müziğe, Sevdiğimiz yemeğe bile, karıştıkları yetmedi; Şimdi de, doğruları öğrenmemizi istemiyorlar.Çünkü; doğrulardan en çok onlar korkuyorlar. Çünkü; eğip bükemedikleri gerçeklerden korkuyorlar. Çünkü; fikri hür, vicdanı hür nesillerimizden korkuyorlar. Hatırlayın, bu arkadaşlar nasıl iş başına gelmişlerdi? “Okuduğu şiirler, düşündüğü fikirler, söylediği sözler yüzünden, hapse girmeyen insanların ülkesini” vaat etmişlerdi, değil mi? Vesayet bitecek, yasaklar son bulacaktı değil mi? Aynı Ak Parti, bugün, ülkemizi bir açık hava hapishanesine çevirmeye, hatta; “düşünen her canlı bir gün ceza infaz kurumlarımızı tadacaktır” düsturuyla, vatandaşlarımıza, korku üzerinden hükmetmeye çalışıyor.
Şu ironiye bakar mısınız? Elinizden geleni ardınıza koymayın! Biz sizi, çok iyi biliyoruz! Türk Devleti’nin gücünü kötüye kullanarak; Millete dindarlık, demokratlık ve milliyetçilik nutukları atan bezirganların, esas hesabının, kendi banka hesaplarına, yeni sıfırlar eklemek olduğunu,
Biz çok iyi biliyoruz! Cumhuriyetimizin; Türk Milleti’nin egemenliğini, hakkını, hukukunu, vicdanını ve hürriyetini korumayı esas alan, kerim devlet anlayışından, nasibini bir türlü alamayan Ak Parti iktidarının, korkuyla, baskıyla, yasaklarla ve cezalarla hüküm kurmaya çalışarak, artık son kalesine sığındığını, biz çok iyi biliyoruz!
Vatandaşına her daim şefkat eli uzatan, koskoca Türk Devleti’ni; Ucube bir sistem getirip, kuruluş değerlerinden koparmaya, “vatandaşa korku, yandaşa güven” verme aparatı olarak kullanmaya, kendi siyasi çıkarları için, bir baskı aygıtı hâline getirmeye çalışanların, esasında, totaliter bir parti devleti kurma arzusunu, Biz çok ama, çok iyi biliyoruz!
Ama şimdiden söyleyeyim; çok beklersiniz! Umutları öldürdünüz! Adaleti öldürdünüz! Vicdanı öldürdünüz! Ama hakikati öldüremeyeceksiniz! Uğruna canla, başla, kanla mücadele verdiğimiz; haklarımızı öldüremeyeceksiniz! Hürriyetimizi öldüremeyeceksiniz! Devletimizin kerim anlayışını öldüremeyeceksiniz! Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün de söylediği gibi;
“Biz Türkler; Bütün tarihimiz boyunca, hürriyete ve istiklale, timsal olmuş bir milletiz.” Cumhuriyetimizin kodlarında var olan, bu hürriyetperver anlayışa göre; Devlet, vatandaşının yerine geçen değil, yanında olandır. Devletin esas görevi; her bir ferdinin, haysiyetli bir yaşam sürebilmesini sağlamaktır.
Bu haysiyetin temelini ise, hak ve hürriyetlere karşı takınılan, tutum belirler. İşte tam da bu yüzden; ferdin, hakkı, özgürlüğü, bilgiye erişimi ve gelişimine koyulan her türlü engel, milletin haysiyetine vurulan, bir darbe demektir.
Ez cümle; hürriyet ve demokrasi, kimsenin lütfu değil, Türk Devleti’nin kutlu mirası, Türk Milleti’nin en halis hakkıdır! Karşımıza kim dikilirse dikilsin, Yolumuza hangi engeller konulursa konulsun, Hangi yasaklar çıkartılırsa çıkartılsın; Bizi susturmaya, bastırmaya, sindirmeye çalışanlara, Türk Milleti’ni, tanımamakta direten zavallılara, Hürriyet şairimiz, Namık Kemal’in dizelerini hatırlatmak, bizim boynumuzun borcudur:
“Zalim ne kadar pervasız olursa olsun,
Yine zulmün tahtını, biz yıkarız!
Yerin merkezine atsalar da bizi,
Yer küresini, patlatır çıkarız!”