Mehmet Ocaktan yazdı…
Bir kez daha büyük bir deprem felaketiyle yıkıldık ve milletçe acılarımızı içimize gömerek yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz. Devletin merkezi kurumlarından belediyelere, sivil toplum kuruluşlarından tek tek vatandaşlara kadar herkes seferber olmuş durumda.
Bu büyük felaketle de bir kez daha gördük ki deprem ülkesi olma gerçeğine ve onca yaşadığımız deprem felaketine rağmen, ne yazık ki yaşananlardan ders almayı becerememişiz.
17 Ağustos büyük depremden sonra, yakın zamanda yaşadığımız Elazığ ve İzmir depremlerinin acıları hala hafızalarımızda. 17 Ağustos’tan bu yana tam 24 yıldır ülkemizin deprem gerçeğini konuşuyoruz. Bilim insanları da adeta feryat edercesine depremin gelmekte olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.
Bütün bu uyarılara rağmen, bugün geldiğimiz noktada yine acılarımızla baş başayız. Kısacası, başladığımız noktadayız ve maalesef depremle ilgili bir tek somut adım atabilmiş değiliz. Oysa yıllardır alınan deprem vergilerinin felaketlere karşı tedbir almak üzere toplandığını sanıyorduk, ama bugün bu vergilerin akıbetinin ne olduğunu bile bilmiyoruz.
Evet 17 Ağustos depreminden bu yana konuşmaktan başka bir şey yapmadık, artık bunu biliyoruz. Ama içimiz acıyarak görüyoruz ki tek kişiye endekslenen ‘alaturka sistem’ de bu depremle birlikte kelimenin tam anlamıyla enkaz altında kalmış bulunuyor.
Derdimiz olumsuzlukları sıralamak değil elbette ama itiraf edelim ki ortada var olduğunu sandığımız bir devlet mekanizmamız yokmuş. Normal işleyen kurumsal bir devletin, gelmekte olduğu herkesin malumu olan bu tür büyük felaketler karşısında çalışılmış, projelendirilmiş senaryoları olur.
Şunu da hemen hatırlatalım, böylesine asrın felaketi olarak nitelenebilecek bir felaket karşısında hiçbir devlet elbette bütün bunların üstesinden gelemez. Ama hazırlığı olur ve felaket anında ne yapabileceği konusunda alternatif çalışmaları olur. Oysa felaketin ilk gününde iktidar meselenin vahametini kavrayamadığı için ne yapacağını bilmez haldeydi ve ortalarda yoktu, koordinasyonsuzluk had safhadaydı. Felaketin o kadar farkında değildi ki AK Parti sözcüsü Ömer Çelik adeta uzaydan gelmiş bir eda ile “Cumhur İttifakı olarak sahadayız, herhangi bir eksiğimiz yok” diyebilecek kadar akıl ve ferasetin uzağındaydı.
Neyse ki içeride ve dış dünyada ‘insanlık erdemi’ dimdik ayaktaydı… 85 milyon omuz omuza verdi, yaraları sarmak için göz yaşartıcı bir yardım kampanyası yürütüyor. Ve dünyadan uzanan insanlık eli de yürekleri ısıtmaya devam ediyor. Ama ne yazık ki devlet hazırlıksız olduğu için ikinci günün ardından bile depremi ağır yaşayan bölgelerden yükselen yardım çığlıkları dinmedi. Yakınları enkaz altında yaşama savaşı veren vatandaşlar ‘acil destek’ çağrılarını duyurmaya çalıştılar. Gönüllülerin gayretlerine rağmen koordinasyon eksikliği ve uzman ekip yetersizliği iyi niyetli çabaları boşa çıkardı.
Evet yüzyılın felaketinden söz ediyoruz, kolay değil elbette. Ama bir gerçek var ki eğer daha ilk günden devlet meseleyi ciddiyetle ele alabilseydi acılarımız bu kadar büyük olmayabilirdi. Galiba şu soruların sorulması gerekiyor.
Mesela neden asker ilk gün büyük oranda devreye sokulmadı?
Maden facialarında deneyimli çok sayıda kurtarma ekipleri var, neden onlar hemen sahaya sürülmedi?
İlk gün seferberlik ilan edilerek ülkedeki kurtarmada kullanılacak bütün araç ve gereçler bölgeye sevk edilemedi?
Kabul edelim ki bu alaturka sistemle birlikte devletin kurumları büyük oranda zaafa uğratıldı, acı ama şu anda devletin hiçbir kurumu cumhurbaşkanının talimatı olmadan inisiyatif alıp müdahale etme yetkisine de kabiliyetine de sahip değil. Bugün enkaz altından yükselen çığlıkların ve yaşanan çaresizliğin temel müsebbibi bu sistemdir. Acı olan şu ki memlekette hiçbir problemin ‘talimat’ olmadan çözülemez hale gelmesidir. Bu yüzden afetlere acil müdahale etmek ve koordinasyonu sağlamak üzere kurulan AFAD, yüzyılın felaketinde sınıfta kalmıştır, çünkü bu kurumda da uzman ekiplerin yerini liyakatsizler ordusu doldurmuş. Mesela şu ana kadar Afetlere Müdahale Genel Müdürü İsmail Palakoğlu ortalarda yok, neden? Çünkü liyakati sorgulanıyor…
Maalesef bu sistemle birlikte esas kaybolan liyakat ve ehliyettir, çünkü liyakatli devlet, halkının ‘hayat hakkı’nı koruyan devlettir. Yoksa enkaz altındaki insanların canları neden kurtarılmadı diye eleştirenleri, koordinasyonsuzluğu sorgulayanları ‘provakatör’ olarak suçlamak değil…
Eğer bir ülkede hukuktan ekonomiye, eğitimden imara kadar her alanda liyakat kaybolmuşsa gerisini konuşmaya bile değmez… Ne yazık ki bugün enkaz altındaki insanlarımızı kurtarmada geç kaldığımız için elimizden gelen tek şey, sabır dileyip ‘bunlar kader planın içinde olan şeyler’ diyerek teselli bulmaya çalışmaktır.