Yazar Ali Bulaç, ‘ Taliban üzerine’ başlıklı yazısında Afganistan’da iktidarı ele geçiren Taliban’ın ilk mesajlarının olumlu olduğunu söyledi.
Taliban’ın verdiği vaatlerin, geçmişten ders çıkardığına işaret eden Bulaç, ‘Taliban’ın vaad ve taahhütlerini yerine getirip getirmeyeceğini bize zaman gösterecek’ dedi.
Taliban’ın Rusya, Çin ve İran’a sıcak mesajlar verdiğine dikkat çeken Bulaç, şöyle devam etti:
Afganistan’da Taliban merkezli yaşanan olaylardan çıkarılacak dersler, altı çizilecek hususlar var. Bunları şöyle sıralamak mümkün:
1. Afganistan tarihi, toplumsal yapısı ve coğrafi özellikleri dolayısıyla yabancı istilacıların hiçbir zaman tutunamadığı bir bölgedir. Ne Hindular burayı istila edebilmiş ne İngilizler ve Ruslar! Amerika’nın ve NATO güçlerinin sonunda ülkeden çekilmesi, Rusların çekilmesinden çok daha trajiktir. Dünyanın süper gücü Amerika, herhangi bir ahlaki üstünlüğe sahip olmadığından dünyanın en yoksul ülkesi Afganistan halkına yenik düşmüş bulunmaktadır. Gruplar arasındaki çatışma ne kadar büyük olursa olsun, Afgan başarısının temelinde cihad ruhu yatmaktadır.
2. Kendi ülkesine ve halkına karşı sırtını yabancı güçlere, özellikle emperyalistlere dayayanlar eninde sonunda güvendikleri ülkeler tarafından yüzüstü bırakılmaktadırlar. Almanya, Hollanda ve İsveç, ülkeyi terk ederlerken, resmi görevli olarak kullandıkları Afganlılara haber bile vermediler, Amerikalılar birlikte çalıştıkları kimseleri terk edip gittiler, tek yaptıkları şey onlarla birlikte Taliban’a karşı savaşanların Türkiye’ye kaçmalarını sağlamak oldu. Bunları ileride Amerika’ya kabul edip etmeyeceği de belli değil. İngiltere, Chevening Bursu’nu kazanan 35 Afgan gencin vize işlemlerini hemen durdurdu. Fransa Devlet Başkanı Macron, canını kurtarmak için uçak tekerleklerine sarılan insanlara ‘düzensiz göç akışı’ diyerek insan muamelesi bile yapmadı; Yunanistan Başbakanı Miçotakis, mutad olduğu üzere ülkesinin göçmenlerin durağı olmayacağını söyledi. Bu olay, dış güçlere dayanan bütün işbirlikçilere ders olmalı.
3. Haklı eleştiriye açık bir dizi hatası, aşırılığı ve yanlışı olsa bile, Taliban sonuç itibariyle Afganistan’ı Amerikan işgalinden kurtarma başarısını göstermiş, meşru savunma hakkını kullanarak tarihe not düşülecek bir zafer kazanmış bulunmaktadır. Taliban’ın geçmişteki hataları ve aşırılıkları bu zaferi gölgeleyemez. Buna rağmen Taliban eğer eski aşırılıklarını sürdürecek olursa, kazandığı zafer onu mazur görmemizi veya eleştiriden muaf tutmamıza gerekçe olamaz.
4. Taliban’ı haklı olarak eleştirirken, oryantalist bakış açısından kaçınmak gerekir. Bu da ancak İslami adalet perspektifinden zihnin özgürleşmesiyle mümkündür. Suudi Arabistan, İran ve Taliban’ın Afganistan’ı oryantalist resme konu olurken, modernleri en çok rahatsız eden geleneksel fistanları, cübbe ve sarıkları, tünikleri ve kadınlarının tesettürleridir. Bunun oryantalizmin bilnçaltına zerkettiği “batılı modern yaşama tarzının üstünlüğü”yle ilgisi var. Afgan oryantalist resimde imajların neredeyse tamamı burka, kurtarılmayı bekleyen kadın, sarık, kırbaç, sakal vs.dir.
5. Taliban “terörist bir örgüt” müdür? Taliban ülkesini işgalcilerden kurmak üzere sahneye çıktı. İç ve dış hasımlarına karşı savaşırken zaman zaman sivil mekanları hedef aldı. Amerikalı ve NATO güçlerinin Afganistan’da yaptıkları sivil katliam, Taliban’ın yaptıklarından aşağı kalmaz, ben bu konuda onlarca yazı yazdım. Ne var ki ister Amerika ve NATO ister Taliban veya bir başka örgüt olsun, sivilleri hedef alan her eylem terör eylemidir ve tecviz edilemez. Maalesef birçok İslam ülkesinde sözde İslami örgütler hasımlarına karşı terör eylemlerine başvurmaktan çekinmiyorlar. Hedef seçilen sivilin Müslüman, Hıristiyan, Yahudi veya başka inançtan olması hükmü değiştirmez.
6. Taliban’ın referans hukukta Hanefi fıkhı, kelamda Maturidi itikadıdır. Ne Hanefilik ne Maturidilik mevcut sorunlara çözüm olamıyor. Aynı gerçek Şafii, Hanbeli, Maliki, Zahiri, Ca’feri, İbadi ve Zeydi fıkıh için de söz konusudur. Her ne kadar sözünü ettiğimiz fıkıh ekollerinin referansı Kur’an ve Sünnet olarak görülüyorsa da, gerçekte fıkhın teşekkül ettiği tarihsel ve toplumsal durumun, geleneksel anlayışın baskın karakterini üzerlerinde taşırlar. Bu açıdan “Sorun fıkıhta değil, bu aşırılıklara referans olan ayetler vardır” deyip artık doğrudan açıkça Münzel Şeriat’ı hedef alan tarihselci veya rasyonalistlerin eleştirilerine itibar edilmez. İtibar edilmez, çünkü sorunun kaynağını yanlış yerde aramaktadırlar.
Geleneksel fıkhı donduran, hükümleri taşlaştıran Kur’an ve Sünnet değil, dinin apaçık hükümlerinin tatbik edilmesine fırsat vermeyen despot hilafet ve saltanat rejimleri ile bugünkü diktatörlükler, monarşiler ve otokrat yönetimlerdir. Talibanı veya İslam’ı –artık Sünnetin tamamını ve Kur’an’ı- eleştirenler samimi, dürüst ve tutarlı değildirler. Asıl eleştirilecek zorba rejimler, Kur’an’a riyakârca sonsuz saygı gösterdiğini dilinden düşürmediği halde Kur’an’ın hükümlerine aldırmayan müslümanlardır. Uygulanmayan hukuk donar. İslam hukukunun asli kaynaklarında hata yok, asılları, ilkeleri sapasağlam yerinde durmaktadır. (Mevcut haliyle dahi İslam fıkhının Roma Hukuku’ndan ve bugünkü pozitif hukuktan çok daha ileri ve zengin muhtevaya sahip olduğunu vicdan sahibi laik bir bilim adamı sarahetle söyler. Bkz. Kemal Gözler, İslam hukukunun değeri, İslam hukuku batı hukukuna alternatif olabilir mi? https://www. anayasa.gen.tr/islam-hukuku.htm)
Batı modernitesi karşısında yenik düşüp de gerçekliği verili olana indirgediğinizde, Kur’an size sıkıntı verir; verili gerçek akli zannedildiğinden rasyonaliteniz Kur’an’ın gerçeği dönüştürüp inşa etme misyonunu mü’mine yüklediğini kabul edemezsiniz. Ancak ihmal edilen nokta, bugün küresel hegemonya formuna bürünmüş gerçeklik bir başkası tarafından inşa edilmiş, size empoze edilmiş. Siz çoktan deist ve nihilist olmuşsunuz, çoktan bu dini ateist-pagan Konstantin’e cevaz veren patrikliğe soyunmuşsunuz. Kur’an vahyi adına inşa edilmiş bu gerçekliğe yöneltebileceğiniz tek bir itirazınız yok. 7. İslam fıkhının gelişememesinin önündeki diğer engel İslam dünyasının önemli bir bölümünün köylü (bedevi) zihniyeti aşamamış olmasıdır. Eğitim ve şehirleşme İslam fıkhını geliştiren iki dinamiktir. Ne var ki, Müslüman dünya şehri terk etti, morenliğin kent modeline sarıldı; kentlere akın edenler sivil ve medeni mü’min olmayıp kent bedevisi Müslüman oldular. Fıkıh şehirde gelişir. Şimdi kent bedevileri, dini muhafazakârlık kisvesine bürüyerek kentleri ve tabiatı yağmalıyorlar. Bu durum İslam dünyasının tamamı için söz konusuyken, Afganistan için çok daha dramatiktir. Çünkü Afgan nüfusunun yüzde 80’i halen konar göçer/bedevi hayat yaşamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.) kabileler federasyonundan harikulade bir medeniyet şehri kurdu (Medine); Müslümanlar bunu başaramıyor, milli/ulusalcı/kavimci/kabileci/mezhepçi kimliklerini referans alarak birbirlerini boğazlıyorlar. Taliban’ın aşırılıklarını haklı olarak eleştirirken, özünden kopup donmuş geleneklerin ve konar göçer-bedeviliğin, İslam dünyasının tamamını esir alan teşevvüşün zihniyet üzerindeki etkisini hesaba katmak lazım.