Avrupa medeniyetten ne anlar?
Aliya İzzetbegoviç Konuşmalar adlı eserinde Bosna Savaşı sırasında Avrupalıların Saraybosna’ya ilgisiz kalışlarını anlatır uzun uzun. Savaşı engellemek için insanlığa örnek olacak bir duruş sergileyen İzzetbegoviç, savaş sırasında vuku bulan elim cinayet ve soykırım vakalarından örneklerle, Batı medeniyeti gerçeğini bütün çıplaklığıyla serer önümüze.
“Kültür ve insanlık onların yanında değil, bizim yanımızda yerini aldı. Neredeyse bütün savaş teamülleri onlar tarafından ihlal edildi, bizim tarafımızdan değil. Bu, Avrupa için bir başka sürprizdi. Eğer birileri kutsal şeyleri, köprüleri, kültürel anıtları tahrip ediyor, kadınları ve çocukları öldürüyorsa, Avrupa bunu yapanların ancak Bosnalılar olabileceğini düşünürdü. Neden? Çünkü kitaplarda böyle yazıyor, hayalî tasvirler yüzyıllardır yapılageliyordu. Onların gözünde biz Doğulu atalarımızla birlikte Asyalı bir tür olarak, yarı-vahşi insanlarız. Pekâlâ, öyle olsak bile ne değişir? Avrupa’nın medeni bir biçimde davranmalarını beklediği Avrupa kökenli halklar savunmasız insanları öldürdüler, camileri ve köprüleri tahrip ettiler. Biz bunu yapmadık. Bu nedenle, yurtdışına gittiğimde büyük bir gurur duyuyorum. Öncelikle olağanüstü bir cesaret ve direniş örneği gösteren, ikinci olarak da sıkıntılarımızın dehşetiyle yüzleştiğinde bile onuruna gölge düşürmeyen bir halka mensup olduğum için gururlanıyorum.”
Irkçılığın karanlığını def edecek formül nedir?
Avrupa Bosnalıların tam olarak ne istediğini hiçbir zaman anlayamamış, Bosna’nın çokkültürlü bir toplum olarak korunması idealinden çok, millî bir Sırp devleti arzusunu benimsemiştir. Irkçılığın çokkültürlü bir toplumun ayakta kalmasını engelleyen en büyük tehdit olduğunu ileri süren İzzetbegoviç, hoşgörü kültürünün ırkçılık karşısındaki en yıldırıcı model olacağını savunur:
“Bosna Hersek’i kendi güçlü politik modeliyle yeniden bir araya getirebilecek bir sistem kurmak, ırkçılığı hem sağda, hem solda yok etmek… Böyle bir sistem, karanlığı def edebilir. (…) Şiddet ve suç üzerine kurulan ırkçılıkların geleceği yoktur. Tarih böylesi rejimlerin hayatta kalamadığını kanıtlamıştır. (…) Eski Yugoslavya Ordusu, 40 yıl boyunca paranoyak bir tutkuyla silah depoladı. Her yıl çok büyük miktarlarda para harcadılar. Son iki yıl içinde, topladıkları her bir demir parçası, bu talihsiz ülkenin tepesine indi. Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil. Böylesine bütünüyle ahlaki olan bir kavramı, yani insan olmak ve insan kalmak kavramını politik dile çevirdiğimizde bu ne anlama gelir? Politik dilde bu, hukuka uygun bir devlet kurmaya çalışacağız, demektir. Bu aynı zamanda uygulamada şu anlama gelir: Bu devlette hiç kimse dininden, ulusal ya da politik inancından dolayı zulme uğramayacak. Bu bizim en temel yasamız. İmtihanda bu nedenle başarılı olduk. Yasal otoritenin ve Bosna Hersek Ordusunun kontrolünde olan yerlerde hâlâ katedrallerden ve kiliselerden yükselen çan seslerini duyabilirsiniz. Orada hâlâ Hırvatlar ve Sırplar var. (…) Bizler barbar olmadık” (Konuşmalar, 2015).
Batı medeniyeti bize ne verebilir?
İslam dünyasının Batı’yla kültürel ilişkisinin sınırlarını büyük bir dikkat ve ferasetle çizer:
“İslamla Batı-Avrupa medeniyetlerinin kültürü arasındaki ilişkiden bahsederken burada Müslümanların aşırı uçlara gitmekten kaçınmaları gereken bir seçimle karşı karşıya olduklarını belirtmemiz gerekir. Söz konusu uçlardan biri Batı medeniyetini tamamıyla reddetmek, diğeriyse onu körü körüne takip etmektir. Bunlardan ikisi de eşit derecede tehlikelidir. Batıyla işbirliği içinde olmazsak bizim zaafımız artar. Bu medeniyeti her şeyiyle kabul edersek de kendi kimliğimizi kaybeder, kendimiz olmaktan çıkarız. Kendimizi dünyadan soyutlayamayız. Burada Peygamberimizin (sas) bir sözünü hatırlamalı, “ilim Çin’de de olsa” almalıyız. Batı medeniyeti başka başka dinlerden ve milletlerden pek çok bilim adamının katkısıyla ortaya çıkmış uluslararası bir üründür. Avrupa’nın Bacon’dan bu yana sahip olduğu değirme güç kaynağı eleştirel düşüncedir ki bu da muhtemelen Araplardan geçmiştir. Bizim için hayati önem taşıyan işte bu eleştirel düşüncedir” (Tarihe Tanıklığım, 2011).
“İslam Cumhuriyeti kuracak” iftirasının sebebi nedir?
Sırp milliyetçileri savaşın sorumluluğundan kaçtıkları gibi suçlu olarak Aliya İzzetbegoviç’i gösterecek kadar ileri gitmişlerdi. Bunun sebebini Batı’nın, bütün dünyanın seyirci kaldığı saldırgan fetih politikasında arar İzzetbegoviç.
“İki ya da üç ay önce elime, dolaylı olarak bana sataşan bir kitapçık geçti. Kitapçık şöyle diyordu: ‘Aliya İzzetbegoviç Bosna’nın içinde süt ve baldan nehirler akan bir ülke olmayışından sorumludur.’ Metin yazarları, Müslüman ya da öyle olduklarını söyleyen entelektüellerin oluşturduğu bir gruba dahil. ‘Aliya Bosna-Hersek’in bütünlüğü için savaşmıyor, onsuz her şey yoluna girecek’ diye yazıyorlar. Bu kitapçıkta, bir İslam Cumhuriyeti kurmak istediğim için, dünyanın Bosna-Hersek’i yıkmak istediği söyleniyor. Kendinize bir sorun: Bu ülkeyi trajediye sürükleyecek olan bir İslam Cumhuriyeti burada kurulabilir mi? Sırplar neden Vukovar’a saldırdılar, neden Dubrovnik’i bombalıyorlar? Oralarda da mı İslam Cumhuriyeti kurulacak? Buradaki sorun, tüm dünyanın seyirci kaldığı bir fetih politikası. Yalnızca onların vatan hainleri bunları yazabilirdi: Aliya bir kenara bırakılırsa, her şey düzelir. Elbette ki, ben birilerinin yoluna çıktım” (Konuşmalar, 2015).
Türklerin hoşgörü kültürü Bosna’nın geleceği için ne ifade ediyor?
Türklerin hoşgörü kültürü ile Bosna’nın geleceği arasında kendi tarih şuurundan beslenen bir bağ kurar. Bosna’nın geleceğini, Türklerin tarihinde aramaktadır deyiş yerindeyse.
“Sırbistan’a dört asır boyunca Türkler hükmetmiş olmasına rağmen Decani, Granica ve Sopocani manastırları yerlerinde duruyorlar. Türkler bunları tahrip etmediler. Çünkü inandığımız kitap, bu türden bir tahribatı reddediyor. İnsanlarımız bu kurala sadık kaldılar. Ve buna saygı gösterdiğimizde, kiliselere ve diğer dinlere saygı göstermek istediğimizde, yalnızca Avrupa demokrasisinin dünyanın şahit olduğu en iyi geleneğine uygun olarak davranmış olmakla kalmıyoruz, aynı zamanda kendi kutsal kitabımıza da dosdoğru bir biçimde ve harfiyen uymuş oluyoruz. Bu, bizim zaferimizin anahtarıdır” (Konuşmalar, 2015).
ALİYA’NIN İKİ KILAVUZU: EDEBİYAT&FELSEFE
Aliya İzzetbegoviç edebiyata ve edebî eserlerdeki felsefi konulara ilgi duymuş bir düşünürdür aynı zamanda. Onun fikir dünyasının temellerinde edebiyatçıların tesiri sezilir. Özgürlüğe Kaçışım adlı eserinde insanı derinden anlamanın yolunun şiirden geçtiğini aktarır: “Şiir insan ruhu hakkında günümüz psikolojisinden daha çok şey söyler. Ruhu açığa çıkaranlar niçin psikologlardan ziyade şairlerdir? Niçin Freud ve Jung değil de Sheakespeare’dir? Şairler insanlığın hassas antenleridir”.
Yine aynı eserde Tolstoy, Hugo ve Dostoyevski’nin eserlerinin kişiye kendisiyle yüzleşme cesareti kazandırdığını söyler. Ona göre Ivo Andric’in romanlarının felsefi değerinin düşünülmesi önemlidir. Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’indeki kahramana atıfta bulunur; ona göre Tanrı yoksa insan, insan yoksa sorumluluk, sorumluluk da yoksa suç yoktur. Öyleyse Tanrı yoksa suç da yoktur ve her şey mubahtır.
Alman yazar Hermann Hesse’nin Hac adlı eserini kendi hac ibadetiyle ilişkilendiren İzzetbegoviç, haccın bir “eşitlik” rüyası olduğunu, bunun nedeninin de tam bir çeşitlilikten kaynaklanan topluluk ruhuyla açıklanabileceğini düşünür.
Sanatın insan bilincini uyandırma işlevine örnek olarak ressam Jean Dubuffet’i verir: “Yalnızca ilim adamları sayesinde hayatı anlamak mümkün değildir. Çünkü hayat fenomen olduğu kadar mucizedir de. Ağaç beni o kadar hayrete düşürüyor ki ona hayran oluyorum. Ressam Jean Dubuffet böyle diyor. Hayatı kavramak ve anlamak için tek yol hayret ve hayranlık olsa gerek”.
78 YILLIK BİLGELİK YOLU
8 Ağustos 1925 tarihinde Bosna Hersek’in Bosanski Samac kasabasında dünyaya gelen İzzetbegoviç’in babaannesi Üsküdarlı bir Türk kızıdır. Saraybosna’da hukuk eğitimi almış, bir süre avukat olarak çalışmıştır. Gençlik yıllarından itibaren felsefi ve sosyolojik konulara ilgi gösterdi. Genç Müslümanlar Örgütü’ne üye olduğu gerekçesiyle 1946 yılında 3 yıl hapse mahkûm edildi. O dönemde kendisini entelektüel çalışmalara veren İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu adlı çalışmasını yayımladı. 1983 yılında 14 yıl hapse mahkûm olmuş ve 5 yılını hapiste geçirmişti.
Yugoslavya’nın dağılma sürecine girdiği dönemde genel başkanlığa seçildiği Demokratik Eylem Partisi (SDA)’ni kurdu. Komünist yönetimin çökmesiyle birlikte yapılan ilk serbest seçimlerde Bosna Hersek Federal Cumhuriyeti Devlet Başkanı seçildi. Sırp ve Hırvat güçlere karşı yürütülen bağımsızlık savaşına liderlik yaptıktan sonra 1995’te savaşa son veren Dayton Anlaşması’nı imzalandı. 1996’daki seçimlerde üçlü başkanlık konseyine seçildi. 2000 yılında sağlık durumunu gerekçe göstererek başkanlık görevinden ayrılan Aliya İzzetbegoviç 19 Ekim 2003’te hayata veda etti.