Kıtalara yaymak suretiyle bu davayı bizlere kadar ulaştıran Rabbu’l Âlemin’e sonsuz hamd olsun. Ümmetine bu şuuru vererek dinin çağlara ulaştırılmasına önderlik yapan Efendimiz, Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salât ve selam olsun. Yüce rabbimiz kâinatı ve insanları yaratmış; farkında olsak da olmasak da yeryüzüne birçok kanun koymuş ve nesillere görevler yüklemiştir. Dünyanın kuruluşundan bu yana milyarlarca yıldır devam edegelen insanlık tarihinde yer alan elçiler-peygamberler Rabbimizin kendilerine verdiği görevi aldılar ve ona uygun bir yaşam mücadelesi verdiler. Hz. Âdem’den bu yana devam eden hak ile batıl mücadelesinde kâfirler hakkın karşısında yer alırken, iman erleri bu dava uğrunda türlü fedakârlıklarla Kelime-i Tevhid davasını taşımaya çalıştı. Yüce Rasul Hz. Muhammed ile yeniden ihya edilen hak dava; tabiri caizse yeni görevlendirmelerle geldi. Allah Rasulü; kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlığa, önderlik ve örneklik yapma görevi ile vazifelendirilmişti.
Bu vazifenin üzerine yüklendiği o kutlu günden sonra Efendimizden öğrendiğimiz en büyük hakikat “O’nun için ve O’nun yoluna uyanlar için; ‘artık uyku devrinin geçtiği’ gerçeğiydi. Durmak, dinlenmek bilmeksizin gayret eden Efendimize eşi Hz. Hatice; “biraz dinlensen Ey Allah’ın Rasulü” dediğinde; Efendimiz Aleyhisselatu ve’s Selam ona: “Artık uyku devri geçti Ey Hatice” diye cevap vermişti. Gerçekten de öyle oldu. Gayret, sancı ve mücadele dolu örnek bir hayat yaşadı Âlemlerin Sultanı! O; İlk günden itibaren yerinde durmadı, dinlenmedi. Hem Rabbine kulluk vazifesinde hem de insanların kurtuluşu için gösterdiği gayrette sancılı bir hayat geçirerek görevini hakkıyla yerine getirdi. Efendimiz bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyordu: “Benim halim, bir ateş yakan kimse gibidir ki; ateş, etrafını aydınlattığı zaman küçük kelebekler ve hayvanlar ateşin içine düşmeye başlarlar. O kimse bu hayvanları ateşe düşmelerinden menetmeye başlar. Fakat hayvanlar o zata galebe edip düşüncesizce ve süratle ateşe düşerler. İşte bu benimle sizin misalinizdir. Ben siz ateşe girmeyesiniz diye tutuyorum. Sizler ise, bana galebe edip düşüncesizce ve tedbirsiz olarak süratle ateşe düşüyorsunuz.”1 Allah Rasulü, tüm gayretiyle ümmetini dünya ve ahiret felaketlerinden çekmeye, kurtarmaya çalıştı; her alanda örnek oldu, her meselede öncü oldu, en fazlasını o yaşadı ve kulluğun en güzelini gerçekleştirdi. Devlet başkanlığında en adil ve en merhametli, eş olarak en güzel ahlaklı eş oldu! En iyi baba, en iyi öğretmen, en sadık dost oldu O! Ahlakında; insanların en mütevazısi, en bağışlayanı, en cesuru, en cömerdi… Âlemlere rahmet olarak gönderildi, hayatıyla âlemlere rahmet getirdi…
Bu şekilde vazifesini en güzeliyle yerine getirmiş oldu. Allah Rasulü’nün güzide ashabı ise peygamberimizle çağdaş olmanın sorumluğunu aldılar ve kabul ettiler. Onlar Peygamberimizin yolunun sıkı takipçisi oldular. Attığı adımı takip ettiler, onun gibi bir modeli hayatlarına rehber edindiler. Ve bir de O’ndan sonrası için O’nun o kutsal davasını nesillere taşıma gayreti içerisine girdiler. Bu konuda Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin güzel bir tespiti var, o şöyle bir tespitte bulunuyor; “Her neslin bir görevi var ve her nesil görevini bilmeli, ona göre yaşamalı” Allah Rasulü’nün ashabı ilk nesil olduğu için Efendimizi örnek alarak öncü bir nesil olma ve bu davayı sonraki nesillere taşıma göreviyle görevlendirilmişti. Onlar görevlerini bildiler ve her konuda tüm çağlara örnek olacak örnek bir nesil oldular. Efendimizin ahlakıyla ahlaklandılar, emanetini yüklendiler ve nesillere taşıdılar. Hayatlarında başka bir gâye olmadı. Allah Rasulü buyuruyor: “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.” Hakikaten her insana tek tek örnek olacak modeller meydana getirdiler ve bu davanın kutsal rüzgârını, ulaştırabilecekleri en uzak mesafelere kadar götürmeye çalıştılar. Onlardan sonra gelenler de vazifelerini bildiler ve emaneti en iyi bir şekilde öğrenmek, en sağlam bir şekilde kaydetmek ve güzel bir şekilde canlandırmak için çalıştılar. Gelecek nesillere en güvenilir yollarla ulaşabilmesi için ilim meclisleri kurdular, kilometrelerce yol kat ettiler. Zalimlere direndiler; dini davayı değiştirmediler. Bu sebeple Peygamber Efendimiz buyurur: “İnsanların en hayırlısı benim asrım(daki ashâbım)dır. Sonra onları takib edenler, sonra onları takib edenlerdir.”2 Fakat zaman geçti ve bazı nesiller görevini unuttu, emaneti yüklenmedi, dünyaya daldı ve hem kendilerine verilecek olan şerefi hem de ümmet olma mükâfatını kaybettiler. Bazılarına Yüce Rabbimiz görevlerini hatırlattı ve o günlerde bu din üç kıtada hâkim oldu, dünya yeniden adalete kavuştu. Ama maalesef onların ardından gelen nesiller yeniden görevlerini unuttular ve yine bu ümmete zillet hak oldu. Nitekim bizler görevini terk etmiş ve bu yüzden her şeyini kaybetmiş atalarımızın nesli olarak dünyaya geldik.
Ve yine; cehalet asrına dönüş yapmış, en kıymetli değerler unutulmuş, örnek nesillerin hatırası yok olmuş, zulüm ve çirkef kokan bir dünyanın çocukları olduk. Ama Allah Rasulüne gönderilen Kur’an, mahfuz (korunmuş); o kutsal davası diri ve sünneti tüm detaylarıyla elimizde çok şükür. O halde bu nesle de bir görev düşüyor. Tıpkı sahabe asrı gibi, Asr-ı Cehalet’i, Asr-ı Saadet’e çevirmek için gayret etmek ve her konuda öncü-örnek bir Kur’an nesli olarak yeniden doğmak! Sonra bu davayı olabildiğince yaymak ve kendinden sonraki nesillere taşımak! Yine tıpkı sahabe nesli gibi!
Kıymetli kardeşlerim! Taşıdığımız bu dava kutsal bir emanettir. Muhterem Hocamızın yukarıda verdiğimiz tespitine göre de her neslin bir vazifesi vardır ve bu neslin vazifesi de benzerlikleri sebebiyle sahabe neslinin vazifesidir. Bugün yeni bir cehalet asrı söz konusudur. Her konuda en az o gün kadar muhtacız İslam’a! Neslimiz yeniden vahiy ile tanışmalı, raflardaki kitabımızın tozu silinmeli, Kur’an’ı yaşayan örnekler çoğalmalı; imanıyla, ahlakıyla fedakârlığıyla ÖNCÜ BİR NESİL bir kez daha doğmalı! Ve; bu kutsal mesaj dalga dalga yayılmalı!
Evler, sokaklar, mahalleler, köyler ve şehirler! Kur’an’ın nuruyla aydınlamalı! Bu kutsal mesajla tanışmayan gönül kalmamalı! İşte bu neslin vazifesi!
Bu konuda da en güzel örnek yine Allah’ın rasulüdür. Bu davetle görevlendirildikten hemen sonra en yakınlarından başlayarak Kelime-i Tevhid davasını yaymaya başladı. Önce eşine tebliğ etti ve oda kabul etti. Sonra amcaoğluna, en yakın arkadaşına ve sonra en yakın akrabalarını amcası Ebu Talib’in evinde toplayarak hepsine duyurdu davasını ve açıkça anlattı, lafı dolandırmadan, evirip-çevirmeden… Efendimiz hepsinin anlayacağı, seviyelerine uygun bir uslup kullandı. Evet, birçoğu kabul etmedi hatta düşman kesildi ama O yine de yılmadı, yorulmadı. Vazifesinin idrakinde olarak devam etti yoluna… Etrafındakilerden kabul edenle de etmeyenle de tek tek ilgilendi fakat kendi kavminden birçoğu şiddetle karşı çıkıyordu. Panayır vaktinde uzaklardan gelenlerin çadırlarını tek tek dolaştı. O; çadır çadır geziyor, İslam’ı anlatıyor tanımadığı bu insanları “La ilahe illallah” demeye davet ediyor, hemen arkasından amcası ve azılı düşmanı Ebu Lehep de O’nun çıktığı çadırlara girerek “ona inanmayın o benim yeğenimdir ve delidir” diyordu. Allah Rasulü tüm engel, iftira ve zorluklara rağmen yılmıyordu. Derken bir Hac mevsiminde tanıştığı Medineli 6 kişi bu davetin başka bir şehre daha yayılmasına sebep oldu. Gayretler, emekler meyvesini vermeye başlamıştı. Bu vesileyle gerçekleşen hicretten sonra yine davayı yayma gayretleri bitmedi. Bir yandan Mekkeli müşrikler ve Yahudilerle uğraşan Efendimiz, diğer yandan yakın beldelere davetçiler gönderiyor ve onları İslam’a davet ediyordu.
Bu yayma çabalarıyla daha Peygamberimiz hayattayken bile Rum diyarına kadar dayandı davetçiler ordusu!
Bu sadece Efendimizin kendi gayreti değildir elbette. Yüce Rabbimiz O’nu bu hedefle göndermişti zaten: “(Yeryüzünde) fitne kalmayıncaya ve din yalnızca Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” buyuran Bakara Suresinin 193. ayeti Peygamberimize ve Müslümanlara bu hedefi göstermektedir. Bu ayete göre; tüm yeryüzünde fitne yani Allah’ın yolundan alıkoymak suretiyle ekini ve nesli helak eden ve insanları tasallutları altına alan zalimlerin tesiri kırılıp, insanlar özgür iradeleriyle İslam davasıyla tanışıncaya kadar ilerleyecek olan bir dava ile vazifelendiriliyoruz. Ve Yüce Rabbimiz kendisinin yönlendirmesiyle yılmadan iğneyle kuyu kazarcasına mücadele eden Rasulüne, Mekke’nin fethinde insanların fevc fevc (dalga dalga) katıldığı o büyük zaferi gösterdi. Bu anlattıklarımız Allah Rasulü’nün bu davayı yayma uğrunda gösterdiği gayretlerden bir damladır. O’nun bütün hayatı bu uğurda geçmiştir. Bu durum O’ndan sonra gelen nesiller için de apaçık bir örnektir. Bu açık örnek sayesinde yolumuz da, prensiplerimiz de, gayret etme yöntemlerimiz de, hedefimiz de bellidir. O yüce Rasulün ümmeti olarak O’nun emanetini devralma; yaşama ve yayma gayreti içinde olmak kutsal bir görevdir. Bu görevi hakkıyla ifa edebilmek için O’nun başladığı yerden başlayarak O’nun vardığı kutlu fethe doğru ilerlemeliyiz. O’nun başladığı yer yani “önce en yakınlarını uyar” ayeti çerçevesinde; ailemiz, yakın akrabalarımız, komşularımız, dostlarımız, uzak akrabalarımız ve sesimizi duyurabileceğimiz tüm insanlara bu daveti ulaştırmalıyız. Yine O’nun yaptığı gibi bu davayı; hac mevsimi ve panayır meydanları gibi fırsatları kullanarak tanımadığımız, bilmediğimiz insanlara duyurmalıyız.
Gerekirse Efendimizin davetçileri gibi seyahatler düzenlemeli, yolculuklar yapmalı ve uzaklara ulaşmalıyız. Düzenlediğimiz konferanslar bir nevi bunun hükmündedir. Başka şehirlerde ve tanımadığımız insanları çağırdığımız organizelerimizde davamızı anlatma fırsatı bulmuş oluyoruz. Birçoğunda da bizimle ve davamızla ilk defa tanışan insanların gözlerindeki ışıltıya şahit oluyoruz Elhamdülillah.
İşte Peygamber mirasına sahip çıkmak böyle olur. O’nun; rahatını terk ettiği yorulduğu, çile çektiği, bu yolda O’nun gibi; rahatını terk edip, yorularak O’nun sancağına sahip çıkmak ve bu kutsal çileye talip olmak… Önce en yakınlarından başlayarak tek tek tüm gönüllere girmek, sonra toplu olarak ümmet olma yolunda ilerlemek ve bu davanın sesini kıtalara taşımak… Bu göreve talip olanlara Efendimizin müjdesi yetişmektedir. O, kendisine eziyet edildiğinde bu duruma üzülüp gözyaşı döken kızı Fatıma Radıyallahu Anha’ya şöyle diyordu: “Ey kızım ağlama! Allah senin babanı öyle bir dava ile gönderdi ki; kerpiçten ya da kıldan yapılmış ne kadar ev varsa onun sebebiyle ya AZİZ olacak ya da ZELİL!”3 Yani bu dava yeryüzündeki bütün evlere girecek! Peygamberi metotla yapılan gayretler neticesinde Nasr Suresinin bu günkü tezahürünü görmeyi Yüce Rabbimiz bu nesle de nasip edecek! “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çokça kabul edendir.”4
Ümit doluyuz Elhamdülillah…
1- Müslim 2284/18, Buhari 6410 2- Buhari, Müslim 3- Ahmed b.Hanbel, Müsned 4- Nasr, 1-3