Allah'ın Aslanı: Hz. Ali

Furkan Haber olarak; mübarek Ramazan ayında her gün bir sahabinin hayatını sizlerle paylaşıp, örnek şahsiyetlerinden istifade etmenizi temenni ediyoruz.

Eklenme Tarihi: 01 May 2020
6 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Allah'ın Aslanı: Hz. Ali

Hicretten yaklaşık yirmi iki yıl önce, miladi 600'de Mekke'de doğan Hazreti Ali'nin babası, Hazreti Peygamber'in amcası Ebu Talib, annesi de Fatıma bint Esed b. Haşim'dir.

Mekke'de baş gösteren kıtlık üzerine Hazreti Peygamber, amcası Ebu Talib'in yükünü hafifletmek için Hazreti Ali'yi himayesine aldı. Hazreti Ali, beş yaşından itibaren hicrete kadar onun yanında büyüdü.

Hazreti Ali, hicretin ikinci yılının son ayında Hazreti Peygamber tarafından kızı Fatıma ile evlendirildi. Bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm dünyaya geldi. Hazreti Ali, Hazreti Fatıma'nın sağlığında başka evlilik yapmadı.

Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber başta olmak üzere hemen hemen bütün gazve ve seriyyelere katılan Hazreti Ali, bu savaşlarda Hazreti Peygamber'in sancaktarlığını yaptı ve büyük kahramanlıklar gösterdi.

Hazreti Peygamber'e katiplik ve vahiy katipliği yapan Hazreti Ali, Hudeybiye Antlaşması'nı da yazmıştır. Evs, Hazrec ve Tay kabilelerinin taptıkları putlarla Mekke'nin fethinden sonra Kabe'deki putları imha etme görevi de Hazreti Ali'ye verildi.

Hazreti Peygamber vefat ettiğinde, cenazenin yıkanması ve benzeri hizmetleri, vasiyeti üzerine Hazreti Ali ile Resulullah'ın yakın akrabalarından Abbas ve oğulları yaptı.

Hazreti Ali, ilk üç halife döneminde Medine'de ikamet edip dini ilimlerle uğraşmayı diğer görevlere tercih etti.

Kur'an ve hadis konusundaki derin ilminden dolayı hem Hazreti Ebubekir'in hem de Ömer'in özellikle fıkhi meselelerde fikrine müracaat ettikleri bir sahabi olan Hazreti Ali'nin, Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği günün İslam tarihi için başlangıç kabul edilmesine dair teklifi de kabul edildi.

Hz. Ali'nin Hilafeti

Hazreti Osman şehit edilince ashabın önde gelenleri mescitte toplanarak yeni halife seçimine gitti. Hazreti Ali, kendisine yapılan hilafet teklifini orada bulunan Talha ve Zübeyr'e yöneltti, fakat ısrar üzerine kabul etti.

Hz. Ali dönemi hatırlanınca zihinlere Cemel Vakası, Sıffın Savaşı gelir. Ashap arasında geçen bu üzücü olaylar tarih kitaplarında detaylı anlatılır. Biz burada olayları anlatmak yerine teenni ile davranarak sükût etmeyi uygun görüyoruz. Bu olaylar İslam tarihinde bir keder olarak yer aldıysa da onların aleyhinde saygımızı aşacak söz söylemekten Allah’a sığınırız. Evet, olmaması gereken olay, hiç yaşanmaması gereken zümre tarafından yaşanmıştır. Fakat hepsi bizim efendilerimiz ve büyüklerimizdir. Onların kılıcına bulaşan kanın bizim de hata ile kalemimize bulaşmasından imtina ediyor ve Rabbimizin onları düştükleri hatadan ötürü bağışlamasını umut ediyoruz.

Dönemin çilesine şahit olan bir mü’min Hz. Ali’ye gelir ve sorar: “Ey Allah’ın halifesi! Neden Hz. Ebûbekir ve Ömer zamanında meydana gelmeyen bu olaylar senin zamanında meydana geliyor, müminler birbirine düşüyor?” Kederine dem vuran bu suale imam çok içli bir cevap verir: “Hz. Ebûbekir halife olduğunda biz vardık ve ona isyan edeceklerin karşısında tüm varlığımızla duruyorduk. Ömer zamanında da biz vardık ve yine halifeye bağlılığımızla fitnenin kapısında dimdik durmuştuk. Ama bizim zamanımızda yanımızda olacak ne Ebubekir ne Ömer oldu, biz tek kaldık…”

Halifeliği devrinde zuhur eden fesatçılarla mücadele ettiğinden, sükûn ve huzur bulamayan halife, bu sözüyle yalnızlığını tarihe kaydettirdi. Oysa o, ne Peygamberini ne de onun halifelerini asla yalnız bırakmamıştı. “Kim bana kardeşim ve dostum olarak biat edecek” sualine “ben Ey Allah’ın Rasulü!”diyerek bağlılığını sergilemiş ama kendisi bu bağlılığı halifeliği süresince pek görememişti.

İslam’ın zafere ulaşması için samimi gayret gösteren Hz. Ali’nin şanı yükselmiş, şecaat ve kahramanlıkla meşhur olmuştur. Müslümanların mallarını koruması ve verdiği ahde bağlılığı ile tanınmıştır. Taberî’nin Hz. Ali zamanında Beytülmal’in hazinedarlığını yapmış Ebu Râfi’den şu nakli bu hususu açıkça göstermektedir: “Bir gün Hz. Ali içeri girdiğinde kızının süslendiğini ve üzerinde Beytülmal’e ait olduğunu sandığı bir inci gördü. Ona: “Bu nerden onun oluyor. Onun elini kesmek Allah’ın bana yüklediği vazifedir” dedi. Ben( Ebu Râfi), onun bu husustaki ciddiyetini görünce: “Ey müminlerin emiri! Kardeşimin kızını ben inciyle süsledim onu ben vermemiş olsaydım, nereden alacaktı” dedim, bunun üzerine sustu.

Hz. Ali'nin Vefatı

Zamanındaki fitne ocağı olan Haricilerle savaşan ve hepsini de perişan eden Hz. Ali, bunların kin ve intikam ateşiyle dolu plânlarıyla tıpkı Hz. Ömer ve Hz. Osman gibi şehit edildi. Ve sonunda Abdurrahman bin Mülcem, Hz. Ali’yi kollamaya başladı. Bir gün sabah namazından önce halifenin geçeceği yola pusuya yattı. Hz. Ali ise o gece Hz. Peygamberi rüyasında görmüş ve şehâdetini bekliyordu. Sabah namazı için abdestini aldı ve mescide doğru ilerledi. Yolda yürürken şehit imam şu beyti okuyordu:

“Ölüme hazır ol ki; ölüm elbet gecikmez,

Ölüm gelince artık feryat fayda vermez.”

Mescide girer girmez “Namaz, namaz” diye uyuyanları uyandırmaya başlamıştı ki; Şebib bir kılıç salladı; fakat kılıç mescidin kapısına geldi. Bunun üzerine önceden gelip mescide gizlenen Mülcemoğlu: “Yâ Ali! Hüküm ancak Allah’ındır” diye bağırarak Hz. Ali’nin mübarek başlarına zehirli kılıcını vurdu. Kılıç, Hendek savaşında Amr’ın yaraladığı yere geldi; imâme yarılmış, kılıç mübarek başlarına gömülmüştü. “Andolsun Kâ’be’nin Rabbine Ben Kazandım” diyerek kanlar içinde yere düşen halife, aldığı darbe ile ağır yaralıydı ve durmadan kan kaybediyordu. Bir hengâme koptu mescidde. Mihrap kana bulandı ve Allah’ın arslanı yerde kana boyandı. “Emîr’ül-mü’minin şehit edildi!…” feryadını duyanlar süratle imamın başına toplandı. Yarı baygın halde gözlerini açtı ve yanındakilere; “Sabah namazını kılın, vakti geçirmeyin” diyerek gözlerini kapadı. Kısa süre sonra gözlerini dünyaya tamamen kapayan imam, şehitler zümresine girerek Rabbine, Efendisine ve sâdık dostlarına kavuştu. Ve bu altın çağ Hz. Ali ile sona erdi.

Ali b. Ebu Talib, ortaya yakın kısa boylu, koyu esmer tenli, iri siyah gözlü olup sakalı sık ve geniş, yüzü güzeldi. Kendisine Hazreti Peygamber tarafından verilen "Ebu Türab" lakabından başka "el-Murtaza", "Allah'ın aslanı" ile zulüm ve haksızlıklar karşısında geri atmaması sebebiyle "Haydar-ı Kerrar" gibi lakapları vardı.

Bütün Sünni ve Şii kaynaklar, Hazreti Ali'nin, Müslümanlar arasındaki ilim, takva, ihlas, samimiyet, fedakarlık, şefkat, kahramanlık gibi yüksek ahlaki ve insani vasıflar bakımından müstesna bir mevkiye sahip bulunduğunu, Kur'an ve sünneti en iyi bilenlerden biri olduğunu ittifakla belirtir.

Hazreti Ali, aynı zamanda tasavvuf dünyası için de vazgeçilmez bir isim olması sebebiyle İslam tasavvuf edebiyatında, özellikle Türk kültüründe ayrı bir anlam ve önemle ele alınır.

İlmi şahsiyeti

Hazreti Ali, sahabe arasında Kur'an, hadis ve özellikle fıkıh alanındaki bilgileriyle kendini kabul ettirmiş bir otoritedir. Rivayet ettiği hadislerin çoğu fıkhi konulara dair olup bunları Hazreti Peygamber ile Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Mikdad b. Esved ve hanımı Hazreti Fatıma'dan duydu.

Hazreti Muhammed ile çoğu zaman beraber bulunması sebebiyle rivayet ettiği hadisler içinde onun şemailine, ibadet ve dualarına dair olanlar daha çoktur.

Hazreti Peygamber zamanında yazdığı ve devamlı olarak kılıcının kınında taşıdığı bir hadis sahifesi vardı. Bizzat kendisinin belirttiğine göre bu sahife diyete dair hükümlerle düşman elindeki bir esiri kurtarmanın yolları, bir kafir için Müslümanın öldürülemeyeceği, Medine'nin Harem bölgesi sınırları gibi konulardaki hadisler bulunuyordu.

Hazreti Ali, Kur'an-ı Kerim konusundaki derin bilgisinden faydalanmak isteyenleri kendisine soru sormaya teşvik eder, ayetlerin nerede ve ne zaman nazil olduğunu çok iyi bilirdi. Zira Hazreti Peygamber daha hayatta iken Kur'an-ı Kerim'in tamamını ezberleyen ve onun meselelerine vakıf olan sayılı sahabelerden biriydi.

Yemen'de kadılık da yapan Hazreti Ali'nin hukuk bilgisi ve hüküm vermedeki başarısıyla ilgili Hazreti Ömer, "En isabetli hüküm verenimiz Ali idi." demişti. Bu sebeple ilk üç halife de önemli meselelerde Hazreti Ali'nin fikrini almayı ihmal etmedi. Diğer sahabeler de görüşlerinin doğruluğuna inandıkları için hakkında fikir beyan ettiği dini bir meseleyi başkalarına sorma ihtiyacı duymazdı.

Bazı kaynaklara göre, Hazreti Ali'nin hikmetli sözlerinden bazıları şunlardır:

"İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanacaklardır. Kişi bilmediğinin düşmanıdır. Her şey azaldıkça, ilim ise arttıkça kıymetlenir. Size en büyük alimin kim olduğunu haber vereyim mi? Allah'ın kullarına onun yasaklarını cazip göstermeyen, Allah'ın verdiği mühlete aldanıp da onlara ilahi azaptan kurtulduklarını telkin etmeyen ve Allah'ın rahmetinden ümit kesilmesine sebep olmayan kimsedir."