“Mü’minler Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Onu her kim yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Bununla beraber Allah sizi kendisinden korunmanız hususunda uyarır. Nihayet dönüş Allah’adır.”1
Bu ferman-ı ilahinin önemini kavramak için kâfirin kim olduğunu tekrardan bir hatırlamamız icap eder. Kâfir; “Hakkı inkâr eden, verdiği her türlü nimete karşı Allah’ı tanımayan, gerçek manada sevmeyen ve hatta kendisini yaratan Allah’a düşmanlık besleyip savaş açan kimsedir.” Mü’min ise; Rabbini tanır, sever ve O’nun dininin hâkim olması için çalışır. Meseleye sadece bu yönden bakıldığından bile Mü’minlerin Allah’ın düşmanlarının dost edinemeyeceği ortaya çıkar. Allah bir sinede iki kalp yaratmadığına göre, aynı kalbin hem de Allah sevgisi ile dolu olan bir kalbin, aynı zamanda Allah’ın düşmanlarını sevip, dostluk göstermesi mümkün değildir. İki dostluk birbirini nakzeden ve biri diğerini götürecek olan bir dostluktur. Zaten ayet de diğer birçok tehlikeyle birlikte belki de tehlikelerin en büyüğünden yani; imanın zayıflaması ve kâfirlere dostluk yaparak sevgilerinin de kalbe girmesi yahut da “izledikleri yolları güzel görmeye başlama tehlikesinden”2 korumak istemektedir. İnsanı yaratan Allah, insanın dost bildiklerinin zamanla yollarını da benimseyeceğini, ahlaklarından alacağını ve gitgide sevmeye başlayacağını da bilmektedir. “Hâlbuki İslam yeni Müslüman toplumun temelini yalnız inanç ilkesine dayandırmak istiyordu. Bu inançtan kaynaklanan yolun ilkesine dayandırmak amacındaydı. Öyle ki İslam bu konuda hiçbir cıvıklığa ve kaypaklığa izin vermiyordu.”3
Dolayısıyla “Allah’tan başkasına nefsini teslim etmeyecek olan Mü’minin kendisini herhangi bir sebepten dolayı kâfirlerin dostluğuna kaptırması, imanına ve ciddiyetine aykırı olur. Bir kâfir bir Mü’mine dünyaları bağışlasa bile onun ne imanına ne de din kardeşlerine en ufak bir zarar getirecek şeyi kabul ettirememelidir.”4 İşte Rabbimiz saf akideye dayandırarak oluşturduğu İslam toplumunun nefislerinde Allah’tan başkasının dostluğunun ve sevgisinin yer almadığı neferlerden oluşmasını istediği için onlarla dostluğu yasaklıyordu. Amacın bu olduğunu nüzul sebeplerine baktığımızda da görüyoruz. Ayet bir taraftan Yahudilerden dostu olup tüm uyarılara rağmen onlara gidip gelen Müslümanlara bu dostluğu kesmelerini emretmekte, diğer taraftan Ubade bin Samit Radıyallahu Anh gibi savaş esnasında Yahudi dostlarından yardım almak için fetva bekleyenlere izin vermemektedir. Başka bir taraftan ise tam olarak ne Müslümanlar ile ne de kâfirler ile olmayı başaramamış iki safın ortasında duran münafıklara hitap etmektedir. Müslümanın kâfirle dostluk yaparak iman safından uzaklaşıp, münafıkların durduğu noktaya gelmelerinin önüne geçmektedir.
Başka bir açıdan Allah’ın Mü’min kullar üzerindeki hakları kâfirle dostluğu yasaklar…Çünkü Mü’min Allah’ı sevdiğine göre sevdiğinin düşmanlarını sevemez. Bu Mü’min ile Allah arasındaki hukuka aykırıdır. Sevdiğinin düşmanını dost bilen her sevgilinin yalancı olması gibi, Mü’minin de Allah’ın düşmanlarını dost bilerek Allah’ı sevdiğini iddia etmesi yalancılıktır. Hatta uluslararası hukukta bir devlet dostu ve müttefiki olan bir devletin düşmanıyla iş birliği yaparsa bu ihanet olarak görülmektedir. Mü’minin Allah’ın düşmanlarını dost edinmesi de Allah’ın davasına bir ihanettir. Üstelik bunca ayette “dost edinmeyin” demesine rağmen… Bu dostluk ayetleri çiğnenerek oluşmuş bir dostluktur. Dolayısıyla hem sevginin hem de emre itaatin bittiği bu noktada “Onu her kim yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur.”
“Ne ilişkilerde ne bağlılıkta, ne dinde, ne inançta, ne görevde, ne de dostlukta onun Allah ile hiçbir ilgisi kalmamıştır. O Allah’tan uzaktır artık. Her alanda Allah ile ilişkisini kesmiş olur.”5 “Allah’ın dininde onun hiçbir yeri yoktur.”6 Allah ile hiçbir ilgisi kalmayan Allah’tan rahmet ve zafer de bekleyemez. Böylelikle belki de içinden gelerek, severek, isteyerek değil maslahat adına hatta dinin başarısı için yaptığı dostluk hüsranla sonuçlanır. Çünkü böyle bir dostluk Allah’ın gazabını çekip, rahmetinden uzak kaldığından bu yolun sonunun başarıyla sonuçlanması mümkün değildir.
Bugünkü Müslümanların hali gibi… Kâfirlerle sıkı fıkı, içli dışlı olacakları, sırlarını paylaşacakları, projelerinde ortak olacakları, oyun ve tuzaklarında onları desteklemek zorunda kalacakları ve onlara “dostum” diye hitap edecekleri bir yola girmişlerdir. Dostluklarını da açıkça ortaya koymuşlardır. Ayetlerde yasaklananlar açıkça çiğnendikten sonra bu yolda artık başarı beklenemez. Bir yol ki; Müslüman Allah’tan kopmuş, Allah’tan ilişiği kesilmiş, o yolda artık hayır kalmamıştır. O yoldan başarı beklemek beyhudedir. Belki böyle bir yola giren Müslümanlar diyecekler ki; “Ne yapalım bu yol bunu gerektiriyor. Bunları yapmak zorundayız” o halde biz de sorarız; “Sizi Allah’ın ayetlerini çiğnemeye götürecek bir yola neden girdiniz? Hangi mecburiyet sizi buna sevk etti?” Hele bu Müslümanların bunu İslam’ın maslahatı adına yaptıklarını iddia etmeleri daha da gariptir. İslam’ın maslahatlarına, İslam’ın emirlerine çiğneyerek ulaşılabileceğine inanmak hangi aklın kârıdır acaba? Allah’ın emirlerini çiğneyip Allah ile bütün ilişiğini kestikten sonra Müslümanları bekleyen hem dünya da hem de ahirette hüsrandan başka bir şey olamaz. Bu minvalde ayeti; “Ey iman edenler! Kâfirleri dost edinmeyin ve dost edinmek zorunda kalacağınız bir yola da girmeyin. Eğer bir yolda kâfirle dost olmak zorunda kalıyorsanız bilin ki bu yol yanlış bir yoldur, doğru yolda değilsiniz.” diye de anlamak mümkündür.
Bu Müslümanlar ayetin “Ancak onlardan korunma yapmanız başkadır” kısmından çıkan ‘takiyye’ fetvasına dayandıklarını iddia edebilirler. Fakat İslam anlayışındaki ‘takiyye’ incelendiğinde Müslümanların bugünkü dostluklarına cevaz çıkmayacağı anlaşılır. Çünkü “nefsi, namusu veya mülkü düşmanların şerrinden korumak” diye tarif edilen takiyye, her türlü korkuda istenilen her şeyi yapmak manasına gelmez. Takiyye şartları ve sınırları olan bir konudur. İlk olarak bir Müslümanın takiyye yolunu seçebilmesi için “aşırı bir korku duyması,”7 “büyük bir zaruret, tehlike veya zor karşısında bulunması”8 ve “onların baskısına katlanacak gücünün olmadığını hissetmesi”9 gerekir. Böyle bir durumda ki bir Müslümanın imanını saklamasına veya onların dostuymuş gibi davranmasına ve hatta Allah’ı inkâr etmesine bile izin verilmiştir. Tabi ki kalbi imanla dolu olması şartıyla…
Müslümanların güçlü olmadığı bir ülke de zayıf olması halinde takınacağı tavırdır takiyye10… Ve bir Müslümanın takiyyeden önce takiyye yapmamak için denemesi gereken şeyler vardır. “Dinini açıkça ilan etmesi mümkün olmayan bir yerde bulunan Mü’minin; öncelikle dinini açıkça icra edebileceği bir yere hicret etmesi vaciptir. Böyle bir Mü’minin zayıf düşme mazeretine dayanarak o yerde kalıp, dinini gizlice icra etmesi asla caiz değildir. Çünkü Allah’ın arzı geniştir.”11 Demek ki hicret mümkünse takiyye caiz değildir. Her hangi bir özür sebebiyle hicret edemeyenler ise; “Ancak zaruret miktarınca onlara uyması kabul edilir. Fakat onların arasından kaçmak ve çıkmak için çeşitli taktiklere başvurması da gerekir.”12
Bu ince meselede bunun dışında takiyyenin caiz olmadığı başka yerlerde vardır. İbn-i Abbas derki; “Takiyye eylem ile olmaz, takiyye ancak dil ile olur.”13 Dolayısıyla Mü’minin takiyye adı altında pratik olarak her hangi bir şekilde kâfire yardım etmesi izin verilen takiyye kapsamına girmez. Bugün Müslümanlar takiyye adı altında pratiği olan dostluklar yapmakta hatta hedeflerini birleştirip o hedeflere beraberce yürümektedirler. Bu asla caiz değildir. Bu türlü bir takiyye İslam’a zarar verir ki korku ve tehlike halinde bile olsa İslam davasına, İslam toplumuna ve hiçbir Müslümanın can ve malına zarar vermek asla caiz olamaz. Şia gibi takiyyeyi oldukça genişleten bir mezhep bile bir Mü’mini öldürmek gibi fiillerde takiyyeyi caiz saymazlar.
“Bununla beraber Allah sizi kendisinden korunmanız hususunda uyarır. Nihayet dönüş Allah’adır.” Allah Azze ve Celle insanlara karşı duyulan korkunun hiçbir zaman kendi korkusunun önüne geçmemesi hususunda uyararak takiyyedeki aşırılığa karşı Mü’minleri takvaya davet ediyor. Çünkü “İnsanların size yapabileceği en büyük kötülük bile bu dünya hayatı ile sınırlıdır. Oysa Allah size ebedi bir azap yükleme gücüne sahiptir.”14
O halde asıl korkulmaya layık tek merci Allah’tır.
1. Al-i İmran, 28 2. Vehbe Zuhayli, Tefsiru-l Münir 3. Seyyid Kutup, Fizilali-l Kur’an 4. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili 5. Seyyid Kutup, Fizilali-l Kur’an 6. Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü-t Tefasir 7. Mevdudi, Tefhimu-l Kur’an 8. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili 9. Mevdudi, Tefhimu-l Kur’an 10. Vehbe Zuhayli, Tefsiru-l Münir 11. Alusi 12. Alusi 13. Alusi 14. Mevdudi, Tefhimu-l Kur’an