Alman Federal Meclisinde  Bir “Siyasal İslam” Tartışması

“Siyasal İslam” çok uzun süredir süren bir tartışmanın temel kavramı. Alman Federal Meclisinde “siyasal İslam” tartışmasıyla ilgili eleştirel argümanların bir özeti. Alman Federal Meclis İçişleri ve Vatan Komisyonunda “siyasal İslam” meselesi 19 Eylül 2022 tarihinde kamuoyuna açık bir şekilde ele alındı. Hukukçu, ilahiyatçı, siyaset bilimci, Orta Doğu uzmanı, Anayasayı Koruma Dairesi temsilcisi ve sivil toplum … Alman Federal Meclisinde  Bir “Siyasal İslam” Tartışması Devamı »

Eklenme Tarihi: 11 Kas 2022
7 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 11 Kas 2022
Alman Federal Meclisinde  Bir “Siyasal İslam” Tartışması

“Siyasal İslam” çok uzun süredir süren bir tartışmanın temel kavramı. Alman Federal Meclisinde “siyasal İslam” tartışmasıyla ilgili eleştirel argümanların bir özeti.

Alman Federal Meclis İçişleri ve Vatan Komisyonunda “siyasal İslam” meselesi 19 Eylül 2022 tarihinde kamuoyuna açık bir şekilde ele alındı. Hukukçu, ilahiyatçı, siyaset bilimci, Orta Doğu uzmanı, Anayasayı Koruma Dairesi temsilcisi ve sivil toplum temsilcilerinden oluşan bir grup uzman söz konusu oturumda farklı partilerden oluşan Meclis Komisyonu üyelerini bilgilendirdi. Komisyonun bu konuyu ele alma sebebi, Hristiyan Demokratların Federal Meclis’e sunduğu “Almanya’da siyasal İslamcılığın finansmanını açığa çıkarmak ve engellemek” başlıklı soru önergesiydi. Bu yazıda Hukukçu Prof. Mathias Rohe, İlahiyatçı Prof. Mouhanad Khourchide ve proje yöneticisi Nissar Gardi’nin görüşleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılacaktır.

“Özgürlükçü Toplumumuz İçin Bir Tehdit”

“İslamcılık” teriminin genel olarak zaten siyasal içeriği barındırdığını dikkate aldığımızda soru önergesinde geçen “siyasal İslamcılık” başlığının tuhaf bir kavramlaştırma olduğu dikkat çekiyor. Büyük ihtimalle “siyasal İslam” ifadesini kullanmamak niyetiyle üretilmiş bu kavramla “İslamcılık” veya “siyasal İslam” olarak tanımlanan alana işaret ediliyor. Soru önergesi Almanya’da -ve aslında bununla birlikte diğer Batı Avrupa ülkelerinde- “siyasal İslam” konulu tartışmalarda meselenin özünü teşkil eden içeriği barındırıyor.

Mecliste yapılan görüşmede sarf edilen bazı yorumlara geçmeden önce şu ifadelere göz atmakta fayda var: “Terörist ve tehlikeli kişilerin ötesinde bu ülkede (Almanya’da) İslamcı alanda aktif olan şiddet kullanımını kabul etmeyen ama uzun vadede eşit hakların, düşünce ve din özgürlüğünün, azınlıkların korunmasının ve din ve devlet ayrımının olmadığı İslami bir iktidar düzeni için mücadele eden birçok aktör bulunmaktadır. Bu siyasal İslamcılığın -güvenlik kurumlarınca ‘legalist İislamcılık’ olarak da adlandırılıyor- temsilcileri görünürde şiddet kullanmadan hareket ediyorlar, ancak dünya görüşleri demokrasi, çoğulculuk ve bireysel özgürlük haklarına temelden karşı olan bir tutumu içeriyor. Siyasal İslamcılık özgürlükçü toplumumuz ve toplumsal birlikteliğimiz için bir tehdit oluşturmaktadır. Aynı zamanda dinini rahatça ve özgürlükçü demokratik düzenimizle ahenkli bir şekilde yaşayan Almanya’daki Müslümanların çoğunluğu için bir yüktür.”

Bu ifadeler bir yandan Almanya’da “siyasal İslam” olarak adlandırılan olguyu tehlikeli ve mücadele edilmesi gereken bir hareket olarak gören kurum ve kişilerin düşüncelerini ifade ediyor. Diğer yandan da -daha çok dindar- Müslümanların kamuoyunda yer almalarına ve siyasal katılımına gölge düşürdüğü için bu tanımlamayı doğru bulmayan kişilerin mesafeli durduğu yerleri gösteriyor. Meclis görüşmesi meselenin hangi çerçevede nasıl ele alındığını gösteren küçük bir örnek oluşturuyor.

Düzen Karşıtı Bir Tehlike Olarak “İslamcılık” Nissar Gardi’nin şu cümleleri Hristiyan Demokratların soru önergesindeki cümlelerden farklı olarak ortak noktanın ne olduğuna işaret ediyor: “Dinî temellendirilmiş aşırılığın bir şekli olarak İslamcılık, sivil toplum perspektifi itibarıyla hem baskın toplumun hem de azınlık topluluğun çoğunluğu tarafından reddedilmektedir. İslam’ın özel bir yorumuna dayanan ve çoğulculuk ve demokrasi karşıtı olan, insan düşmanı bir perspektifi savunan, bununla birlikte totaliter iktidar düzeni için mücadele eden dinî-siyasi gruplar özellikle de çoğunlukla İslam ülkelerindeki savaş ve işgaller olmak üzere terör saldırılarıyla bağlantılıdırlar.”

“İslamcılık” sorununa seçici yaklaşan uzmanların başında gelen Hukukçu Prof. Matthias Rohe da tehdit olan İslamcılığın neyi içerdiğini netleştirmeye çalışıyor ve sorunun adını daha net koyabilmek için seküler hukuk devletiyle örtüşmeyen siyasal İslam’ı şu başlıklarla şekillendiriyor: Belirleyici tek kimlik olarak kabul edilen “İslami kimlik”, dünyanın “Müslümanlar” ve “Müslümanlaştırılması gereken ötekiler” şeklinde ikiye ayrılması, çoğunluk topluma uyumun engellenmesi, insan hakları temelli seküler hukuk düzeninin reddi, hukuk devleti karşıtı iktidar talebi ve grup içi sosyal baskı. Buna ek olarak son dönemde özellikle Avusturya’daki Siyasal İslam Dokümantasyon Merkezi bünyesindeki çalışmalarıyla da dikkat çeken ilahiyatçı Prof. Mouhanad Khorchide de siyasal İslam ile ilgili getirdiği tanımlamayla bu ortak noktaya katkıda bulunuyor. Khorchide siyasal İslam’ı, “Savunucuları tarafından İslami kabul edilen ama demokratik hukuk devletinin temel ilkeleri ve insan haklarıyla bağdaşmayan değer ve kurallarla toplumu, kültürü, devleti ve siyaseti etkilemek ve dönüştürmek isteyen toplum ve iktidar ideolojisidir.” şeklinde tanımlıyor.

Dikkat edilirse, bu ortak kabulde terör saldırısı düzenleyen İslami kimlikli kişilere odaklanılmış bir yaklaşım söz konusu değil. Bu kişiler zaten doğrudan “İslamcı terörist/radikal” olarak adlandırılmakta ve güvenlik birimleri de bu kişilere karşı mücadelesini sürdürmekte. Komisyonun gündeminde olan konu da zaten bu değil. Konu, Almanya’da yerleşik siyasal ve toplumsal düzen için tehlike olarak görülen İslami kaynaklara dayanan yorum, zihniyet ve gruplar. “Siyasal İslam/İslamcılık” olarak tanımlanan bu oluşumların karakteristik özelliğinin ana omurgasını, seküler hukuk devleti, çoğulculuk ve insan hakları gibi bugünkü Almanya’yı Almanya yapan politik ilkelere karşıtlık/düşmanlık oluşturmaktadır.

“Terörle Mücadele” ve “Temel Haklar” Arasında Sıkışmışlık Seküler hukuk düzenini korumak açısından üzerinde durulması gereken konu teröre, terörist saldırılara karşı tek vücut olmaksa, bu birlikte yaşamanın doğal bir tezahürüdür. Teröristin dini, kültürel-etnik kimliği veya ideolojisi ne olursa olsun buna karşı durmak toplumsal sorumluluktur. Farklı dinî-ideolojik kimliklere sahip aktörler arasında dayanışma kaçınılmazdır. Ancak konu toplumda tarihsel olarak -göreceli- yeni var olan bir dinin mensuplarının yani Müslümanların dinî hayatlarının kamusal alan itibarıyla sorunsallaştırılmasıysa o zaman durum farklı bir boyut alıyor. Bu çerçevede Federal Meclis Komisyonunda ele alınan siyasal İslamcılık taslağının Müslüman birey ve grubun temel hakları bağlamında sorun teşkil eden boyutları dikkatten kaçmamalı. Zira Müslümanların dinî yaşamının farklı kesimlerce farklı yorumlandığı bir coğrafyada bu sorunların üzerinde ayrıca durmaya ihtiyaç var.

Almanya’da başörtüsü, helal kesim veya işyerinde namaz kılma gibi kamusal alan yüzü olan dinî ibadetleri siyasal-toplumsal düzene meydan okuma ve bu düzeni değiştirmeye yönelik adımlar olarak görenler olduğu gibi bunları seküler ve insan hakları temelli hukuk düzeni içerisinde dini yaşamak olarak kabul edenler de var. Farklı yorumların olması nedeniyle oluşan bu gri alan seküler hukuk devleti ve Müslümanların siyasal-toplumsal katılımı açısından hassasiyet içerir. Ayırt edici bir yaklaşım sergilenmediği takdirde hem hukuk devleti ilkelerine hem de Müslüman birey ve grupların haklarına zarar verilir, ki yine yukarda ismi geçen uzmanlar tam da bu noktalara işaret etmektedir.

Prof. Rohe, zararlı noktalara dikkat çeken uzmanlar arasında yer alıyor. Hukuk devletinin kendisini koruması gerektiğine ancak bunu yaparken hukuk devleti ölçülerine dikkat edilmesinin şart olduğuna dikkat çeken Rohe, soru önergesinden hareketle siyasal İslam’ın çift anlamlılığını gündeme getiriyor. Ona göre “siyasal İslamcılık” kavramı bir yandan hukuk devleti düşmanlığı içeren iktidar odaklı ideolojilerini İslami referanslarla meşrulaştıran taraflara işaret ediyor, diğer yandan da Müslümanların siyasal angajmanını sorunsallaştırıyor. Bunu ifade ederken birincisiyle ilgili hukuk devletinin kendisini savunması gerektiğini, ikincisinin ise hukuk devleti açısından sorun olamayacağının altını çiziyor.

Cemaat ve Dernek Arasında Ayrım Rohe, ilk olarak soru önergesinde geçen “legalist İslamcıların okullarda verilen İslam din derslerini etkilemesi” iddiasına itiraz ediyor. 20 yıldır bu alanda etkin bir kişi olarak devlet kurumlarının takibinde yürüyen İslam din derslerinde böyle bir gelişmeye şahit olmadığını belirtiyor. Hristiyan Demokratların böyle bir iddiaya soru önergelerinde yer vermeleri düşündürücü.

İkinci olarak geleneksel dindarlıkla İslamcılık arasında kesişen noktalara dikkat çekiyor. “Cinsiyet ilişkileri”, “homofobi”, “dini tek hakiki inanç olarak kabul etme” gibi siyasal İslamcılık bağlamında sorunsallaştırılan düşünce ve tavırların geleneksel-muhafazakâr dindarların tutumları arasında da yer aldığını ve bu görüşlerin hukuk devleti açısından sorun olmadığını, hukuk devletinde muhafazakâr görüşleri savunmanın da mümkün olduğunu belirtiyor. Bu itirazı ayrıca ele almak mümkün. Daha önce de belirttiğimiz gibi dindarlığın yansımaları olan başörtüsü, helal kesim, namaz, oruç veya ezanı düzene karşıtlığın alameti olarak görenlerin Rohe’nın itirazına kulak vermelerine fazlasıyla ihtiyaç var. İslamcıların Müslüman düşmanlığını mağdur rolü için kullandıkları düşüncesiyle ilgili olarak da Rohe, İslam eleştirisi adı altında Müslüman düşmanı tutumların olduğu gerçeğini hatırlatıyor.

Prof. Mouhanad Khourchide de siyasal İslam bağlamında neyin sorun olamayacağını yazılı metninde ayrıca belirtiyor. Khourchide, “Siyasal İslamcılık, Müslümanların siyasal katılımı, daha doğrusu toplumsal angajmanıyla karıştırılmamalıdır. Müslümanların bu angajmanı seküler veya dinî gerekçelere dayanabilir. Dinî gerekçelere dayanan her siyasal katılım ve toplumsal angajman sorun değildir. Çevreyi daha fazla koruma, daha fazla kadın hakkı gibi konularda dinî gerekçelerle mücadele edilebilir.” Dolayısıyla ona göre dinî gerekçelere dayanan her toplumu şekillendirme ve siyasette eleştirel tutum sergileme eylemi siyasal İslam kapsamında değerlendirilemez. Sadece demokratik hukuk devleti, insan hakları ve özgür toplumla örtüşmeyen eylemler siyasal İslam kapsamına girer. Bununla neyi kastedildiğine somut bir örnek vermek gerekirse: Başörtüsünün zorla takılması insan haklarıyla çelişirken kadının kendi isteğiyle, kişisel tercihiyle başörtüsünü kullanması doğal hakkıdır.

Nissar Gardi, siyasal İslam tartışmasında ayırt edici yaklaşımın olmaması durumunda oluşabilecek bir başka soruna dikkat çekiyor: “İslamcı aktörler vardır. Bununla birlikte onlarla aktif oldukları cemiyetler arasında ayrıma gitmek gerekir. Cemaat ve dernek arasında ayrım yapılmadığı takdirde -Hamburg’daki IZH ve cemaati örneğinde olduğu gibi- başka sorun alanları ortaya çıkmaktadır. Cemaate mensup olan Müslümanlar tehdit edilmekte, hakarete maruz kalmaktadırlar. Halbuki onların, derneğin yapısı ve arka planı hakkında bilgisi yoktur.”

Siyasal İslam/İslamcılık akımına karşı başta Anayasayı Koruma Dairesi olmak üzere bazı kamu kurumları, siyaset ve sivil toplum aktörleri uzun zamandır mücadele yürütüyor. Meclis komisyonunda yapılan görüşmeler bu mücadele hakkında düşünme fırsatı sunuyor. Bu yazının konusu olan görüşmeyi bir bütün olarak ele aldığımızda bu mücadeleye eleştiriden arınmış topyekûn bir desteğin olmadığını görüyoruz. Müslümanların temel hakları bağlamında tali hasarlara dikkat çeken bir kesimin olduğu da ortada. “Siyasal İslam” tartışmasını Müslümanların Almanya’daki geleceği açısından sağlıklı bir zemine oturtmaya, sapla samanı karıştırmamaya ihtiyaç var. Sadece tali hasar veren kişi ve kurumlarca değil, bu hasara uğrayan kişi ve yapılar açısından da bu elzem.