Alo Selamun Aleykum, Ben Alparslan Kuytul…
MAHKEMEDE DE KONUŞTURMUYORLAR!
Geçenki mahkemede beni konuşturmadılar. “Savunma hakkı kutsaldır” derler ama artık kutsallara da değer verilmez olmuş. Nasıl bir talimatsa, nasıl bir korkuyorsa… Benim konuşmam ne kadar gözlerini korkutmuş, anlayamadım. Önce konferanslarımı iptal ettiler, televizyonları iptal ettiler. En son burada 7 hafta telefonu iptal ettiler. Tahliye olduğumda siren sesi ile konuşmamı kestiler. Şimdi de mahkemede de konuşturmuyorlar. Eğer idareciler adaletli olurlarsa düşünce insanlarını susturmak zorunda kalmazlar. Konuşanları cezalandıran iktidarlar cesaretsiz ve şahsiyetsiz bir halk tasarlamışlar demektir.
Aslında herkesi susturana kadar nefislerini sustursalar herkesi susturmaktan kurtulurlar. İstedikleri kadar susturmaya çalışsınlar, zulmetmek kolay zulmedilenleri susturmak zordur. Maalesef Ortadoğu’nun birçok ülkesinde böyle. Diktatörlüklerde hukukun en çok çiğnendiği yerler mahkemelerdir. Yani mahkemeler adaletin gerçekleşeceği yerler olması gerektiği halde hakkın-hukukun çiğnendiği yerler haline gelmiş durumda. Savunma hakkı kutsaldır. Mahkemede bile konuşmayacaksam o zaman nerede konuşacağım?
Bir kere zaten normalde adaletin olduğu ülkede insanlar suçu ispat edilinceye kadar suçsuz; adaletin olmadığı ülkede ise insanlar suçsuzluğunu ispat edinceye kadar suçludur. Halbuki demek ki aslında olması gereken şey önce suç ispat edilmiş olmalı ondan sonra insanlar tutuklanmalı ama adaletin olmadığı ülkelerde suç olmadığı halde insanlar tutuklanıyor ondan sonra, “sen kendi suçsuzluğunu ispat” deniyor. Bırak ispat edeyim, onu da bırakmıyorlar “Daha evvel konuştun”, “Bu kadar yeter”, “Artık konuşma” diyorlar. Halbuki sen 18 bin sayfa dosya hazırlamışsın. 120 sayfa iddianame, onlarca sayfa tanık ifadeleri, binlerce sayfa sanık ifadeleri… Elbette ki bu kadar mesele varsa tabi ki konuşacak mesele de çok, dolayısıyla da bana saatlerce zaman vermeniz lazım. Bu kadar iddiada bulunun, hiçbir delile dayanmadan iftiralar atın ondan sonra da “yarım saatte hepsini bitir” deyin. “Daha evvelki duruşmalarda konuştun artık konuşmana gerek yok” deyin. Böyle bir şey olabilir mi? Adaletin olduğu ülkede savcılar suçu ispat eder, adaletin olmadığı ülkede sanıklar suçsuzluğunu ispat eder. Zaten adalet yok, bırakın o zaman suçsuzluğumu ispat edeyim. Savcılar suçu ispat edemediler bari bırakın ben suçsuzluğumu ispat edeyim. Ona da izin vermiyorlar artık, “suçsuzluğunu da ispat etme, konuşma” diyorlar.
Zaten başlarken terör diye başladılar ondan sonra, terörden bir şey çıkmayacağını anlayınca suç örgütüne dönüştürdüler. O terör mahkemesini de bir türlü bitirmek istemiyorlar. Oraya koydukları konuşmaların hiçbirinde terör propagandasının zerresi yok. Bu sefer başka konuşmalar buluyorlar mahkemeyi uzatıyorlar. Her seferinde bir konuşma daha, her seferinde birkaç konuşma daha ve böylece mahkeme uzasın, uzasın, uzasın… Halbuki o mahkeme bitsin, sonuçlansın ondan sonra yeni mahkeme açıyorsan aç! Kasten, o mahkemeleri uzatmak, hiçbirinden de berat almamam için bu şekilde yapılıyor. Artık Türkiye’nin geldiği noktayı herkes hesap edebilir. Mahkemeler kasten uzatılıyor, deliler kasten görmezden geliniyor. Makbuzlar bulunmuş, makbuzlar görmezden gelindi 18 ay hatta 19 ay sonra makbuz sahipleri dinlendi. Halbuki baştan itibaren bunlar dinlenebilirdi ama o zaman iddianame tamamen çökecek. O zaman bizi de hemen tahliye etmesi gerekecek. Yapmadılar kasten, 19 ay sonra yaptılar. Ondan sonra işte Ali’yi bıraktılar neyse ki…
Düşünebiliyor musun, tek tutuklu olarak benim kalmam neyi gösteriyor? Hedefin ben olduğunu gösteriyor. Tek kişilik suç örgütü olabilir mi? Kur’an-ı Kerim Hz. İbrahim Aleyhisselam hakkında, “tek başına ümmet” ifadesini kullanılır. Ben de tek başıma suç örgütüymüşüm. Meğer ben neymişim yani… Dünyada herhalde benim bir benzerim yoktur. Çünkü tek başına suç örgütü dünyada yoktur yani…
HEDEF BENİM
Ne hale geldiler? Mesele, iyice herkesin anlayacağı noktaya geldi. 25 yıllık Vakfın bugüne kadarki tüm başkanları, yönetim kurulu üyeleri, denetim kurulu üyeleri hepsi dışarıda. Demek ki ortada bir suç yok. Hiçbir zaman yönetim kurulunda yer almadığım halde ben içerideyim. Çünkü hedef benim zaten. Diğerleri aslına bakarsan sadece yani hedefin ben olduğum ortaya çıkmasın diye onu saklamak için tutuklanmışlardı. Artık o daha fazla devam edemezdi. Onun için onları bıraktılar. Onları bırakmasıyla, en sonunda Ali’yi de bırakmalarıyla aslında hedefin ben olduğum iyice ortaya çıkmış oldu. Anlamayanlar da artık herhalde bundan sonra anlarlar.
Evet tek kaldım, çok şükür ben Rabbimle baş başayım. Kur’an’ım var, kitaplarım var, kardeşlerimin gönderdiği mektuplar var. Dava kardeşlerim, beni yalnız bırakmıyorlar. Burada komşularla bazen bağıra bağıra sohbet ettiğimiz oluyor. Onun dışında bütün zamanımı değerlendirmeye çalışıyorum. Üstad Bediüzzaman diyor ki; “İman hizmeti uğrunda başınıza ne gelse hayırdır” İnşallah bu da bir hayırdır.
Operasyonun gerçek sebepleri, daha evvel söylemiştim: Tevhidi anlatıyor olmam, “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı” demem. Tabii ki bununla birlikte hükümeti, bazı yanlışlarını eleştirmem. Beşerî düzenlerin zayıf noktası ideolojileridir. Tevhidin yere seremeyeceği bir ideoloji yoktur. O yüzden başka sesleri kısmak ve susturmak zorundadırlar çünkü kendilerinin ideolojileri çürüktür.
Son olarak şunu da söyleyeyim, Antep’te bir mahkeme daha başlatacaklar. İki sene evvel orada bir Ramazan ayında iftar yapmıştık. Onunla ilgili orada ben de kısa bir konuşma yapmıştım. Orada iftar yapıldı, namaz kılındı ardından ben de 5-10 dakika bir konuşma yaptım. Polis müdahale etti. Ondan sonra biz de bıraktık gittik zaten. Şimdi onunla ilgili soruşturma herhalde kovuşturmaya dönecek, savcı ifade aldı. Düşünebiliyor musun? Türkiye’nin geldiği nokta, Ramazan’da iftar yapıyoruz. Artık iftarda bir 5 dakika Ramazan’la ilgili konuştum o bile yasak hale getirildi. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmişim. Orada ben neden,“Burada bir 5 dakika konuşmama niye müsaade etmiyorsunuz?” demişim ve bu, halkı kin ve düşmanlığa tahrikmiş ama o kadar insandan hiç kimse tahrik olmadı, hiç kimse bir olay yapmadı.