Alparslan Kuytul Hocaefendi Yazdı: İslam ve Mücadelesi-3

9.5 aydır haksız bir şekilde Bolu F Tipi cezaevinde tek başına tutulan Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Furkan Nesli Dergisi’nin 89. sayısında yer alan ve ilgili bir konferansından derlenerek hazırlanmış olan başyazısını istifadenize sunuyoruz.

Eklenme Tarihi: 27 Eki 2018
13 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Alparslan Kuytul Hocaefendi Yazdı: İslam ve Mücadelesi-3

İşte 89.sayıda yer alan “İslam Ve Mücadelesi-3” başlıklı başyazı metni;

Kullarına doğruyu ve doğruyu hâkim kılmanın, toplumu değiştirmenin yasalarını öğreten Allah’a hamd; Allah’ın toplumsal değişim yasalarına göre mücadele eden ve böylece dünyanın en büyük devrimini gerçekleştiren yüce Peygamberine salât-u selam; bugün Sünnetullah’ı tespit edip ona göre mücadele verme ve toplumda hayırlı değişimler gerçekleştirme gayreti içinde olan kardeşlerime selam olsun.

İslami mücadeleyi gerçekleştirenler bu yolda birçok sıkıntılara maruz kalmıştır. Ancak en fazla zorluk ve sıkıntı çekenler şüphesiz peygamberlerdir. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise diğer peygamberlere nazaran en fazla sıkıntılara uğrayandır. Hz. Peygamber buyuruyor: “Bu yolda benim başıma gelenler kimsenin başına gelmedi. Bir ay geçerdi… Bilal’in koltuğunun altına saklamış olduğu bir avuç yiyecekle idare ederdik.” Bu yolda mücadele etmek şüphesiz Peygamberimiz için de çok meşakkatliydi…

Mekkelilerin Darün Nedve’de toplanarak Hz. Peygamberi öldürme kararı almaları üzerine Ukbe bin Ebi Muayt, Kâbe’de namaz kılan Peygamberimizin boynuna bir bez parçasını dolayıp çekerek Allah Rasulü’nü öldürmeye çalıştı. Olaya şahit olan Ebubekir Radıyallahu Anh koşarak geldi ve müdahale ederek onların bu suikast girişimini Allah’ın yardımıyla başarısız kıldı.

Bu olayın devamında Efendimiz kalktı ve namazına kaldığı yerden devam etti. Allah Rasulündeki cesarete bakar mısınız? Kendisini öldürmeye çalıştıkları halde ‘evime gideyim’ demedi, orada namazına devam etti ve sonra Kâbe’yi tavaf etmeye başladı. Kureyş’in ileri gelenleri de Kâbe’nin gölgesinde oturuyorlardı. Peygamberimiz tam onların hizasına geldiği zaman laf attılar,

Efendimiz cevap vermedi, tavafa devam etti. Tekrar onların hizasına geldiğinde yine laf attılar, yine cevap vermedi. Bunu üçüncü kez yaptıklarında, Efendimiz durdu ve elini boynuna götürerek şunları söyledi: “Emrolundum ki; insanlarla savaşayım onlar, ‘Allah’tan başka bir ilah olmadığına ve benim de O’nun kulu ve Rasulü olduğuma’ şehadet edene, namaz kılıp, zekât verene kadar onlarla mücadele edeyim. Ya bu dava için ölürüm ya siz beni öldürürsünüz ya da sizinle mücadeleye devam ederim.”

Müşrikler Allah Rasulü’nün ikna olmayacağını anladıklarında Ebu Talip’e giderek; “Yeğeninle aramızı bul yoksa iş kötüye gidiyor. Biz de onunla mücadele edeceğiz. Ya biz onu öldüreceğiz ya da o bizi öldürecek.” Ebu Talip yeğenini çağırdı. Dedi ki, “Ey yeğenim senin için bunları söylüyorlar, bu davayı bıraksan artık, bu kadar mücadele yetmez mi? Bu kadar anlattığın yeter.”

Efendimiz bu sözlere şöyle karşılık verdi; “Ey amca benim bu mücadeleyi bırakmam sizin güneşten bir parça koparmanızdan daha zor. Güneşten bir parça koparabilir misiniz? Güneşten bir parça koparamadığınız gibi, beni de bu davadan koparamazsınız!” Bir başka rivayette ise “Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler, ben yine bu dinden, bu tebliğden vazgeçmem. Ya Allah bu dini hâkim kılar yahut ben bu uğurda canımı veririm” dedi.

Allah Rasulü ümidini hiç kaybetmedi. “Ya Muhammed! Senin bizden ümidini kesme dönemin gelmedi mi? Sana inanmıyoruz, hâlâ anlamıyor musun? Ne kadar mücadeleci bir insansın!” dedikleri halde, Efendimiz sabırla anlatmaya devam ediyordu. Müşrikler Peygamberimizin anlattıklarının duyulmaması, konuşmasındaki tesirin azalması için taşları birbirine vurarak ses çıkarıyorlardı. Kur’an bunu anlatırken buyuruyor ki, “Yaygara yapın belki galip gelirsiniz. Sesini bastırın. Konuşmasını engelleyin dediler.”

Bu nasıl bir mücadele aşkıdır? Önüne çıkan bütün tepeleri aşıp geçiyor. Bütün nehirlere köprüler yapıp geçiyor. Önüne çıkan dağları deliyor, tüneller açarak geçiyor. Önüne her ne çıksa, hiçbir şey ona engel olamıyor. Yeğenindeki bu kararlılığı gören Ebu Talip, “Yeğenim benim” diyerek boynuna sarıldı ve “işine devam et, istediğini yap. Vallahi, herhangi bir şeyden dolayı seni asla kimseye teslim etmeyeceğim” dedi.

“LA İLAHE İLLALLAH” BİR HAYAT NİZAMIDIR!

Müşrikler başka bir sefer yine Ebu Talip’e gelerek, “Ey Ebu Talip yeğenine söyle bu davadan vazgeçsin yoksa çok kötü şeyler olacak” dediler. Bunun üzerine Efendimiz onlara dedi ki, “Ben sizi öyle bir kelimeye davet ediyorum ki, o kelimeyi söylediğiniz zaman dünya devleti olacaksınız. Bütün Araplar ve Arap olmayanlar size boyun eğecek. Ben sizi buna davet ediyorum.” Bu konuşma üzerine müşrikler, ‘Madem ki tek bir kelimeyle dünya devleti olacağız... O zaman söyle söyleyelim’ dediler.

Efendimiz, “La ilahe illallah” diyeceksiniz dediği an “Olmaz!” dediler. Çünkü çok iyi biliyorlardı ki “La ilahe illallah” sadece bir cümle ya da inanç değil, bir hayat nizamıdır. Onu dediğinizde şahsınızla ve memleketinizle ilgili her meselede Allah’ın emrine, Kur’an’a ve sünnete göre yaşayacaksınız. Bunu çok iyi anladılar ve kabul etmediler.

Efendimiz bir gün Kâbe’de namaz kılıyordu. Dediler ki, ‘Şurada bir deve kesildi. Kim o devenin pisliğini getirip Muhammed’in başından aşağı döker?’ Lanet olasıca Ukbe bin Ebî Muayt, “Ben yaparım” dedi. Gitti o pisliği alıp getirdi, Peygamberimizin başından aşağı döktü. Bunu gören Hz. Fatıma koşarak babasının yanına geldi. Ağlayarak bir taraftan babasını temizliyor bir taraftan da onlara ağır laflar söylüyordu. Efendimiz o anda bile, “Kızım öyle kelimeler kullanma ve baban için de korkma” diyerek peygamberliğini ispat etti. Ardından şunları söyledi:

“Ey kızım ağlama! Allah senin babanı öyle bir dava ile gönderdi ki; kerpiçten ya da kıldan yapılmış ne kadar ev varsa onun sebebiyle ya aziz ya da zelil olacak!” İster taştan, ister topraktan, ister kıldan yapılan çadırlar olsun bu din bütün evlere girecek ve hiç kimse bunu engelleyemeyecek! Çünkü Rabbim bana vaat etti. “Gelecek günler bugünlerden daha güzel olacak. Rabbin sana verecek, ta ki sen razı olana kadar...” “Ve Allah seni insanlardan koruyacak.” Rabbim bana söz verdi. O sözünün aksini yapmaz. “Allah sözüne muhalefet etmez, sözünü değiştirmez.”

Allah Rasulü ve sahabesi nice hâdiselerle karşılaştı. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh şöyle anlatıyor: “Bir gün Peygamber oturarak namaz kılıyordu, huzuruna vardım ve Ey Allah’ın Rasûlü! Bakıyorum oturarak namaz kılıyorsun Sana isabet eden nedir? dedim. Hz. Peygamber, “Ey Ebu Hureyre! Açlıktır” dedi. Bunun üzerine ağladım, bana “Ey Ebu Hureyre, ağlama! Kesinlikle kıyamet gününde, hesabın şiddeti dünyada Allah rızası için açlık çekene isabet etmez” buyurdu.

Efendimiz bu dava için mücadele ederken malını, mülkünü her şeyini harcamış, evinde bir şey kalmamıştı. Hocalar, Peygamberimizin hayatını fakirlere anlatıyorlar oysa Efendimiz fakir değildi. Efendimizin hayatı zenginler için örnektir. O, Hz. Hatice’nin malı sayesinde çok zengindi fakat bütün malını dava yolunda harcadığı için fakir düşmüştü. Hz. Hatice’nin malı bittiği zaman da Allah ona ganimetlerden hisse verdi. Peygamberimiz eğer o hisseleri saklasaydı en zengin kişi olurdu. Onun fakirliği mecburiyetten olan fakirlik değil fakr-u ihtiyari idi. Kendisinin isteyerek tercih ettiği bir hayattı.

Bu mücadele yapılırken gerek Efendimiz gerek sahabe gerek ondan sonraki nesiller çok çileli yıllar geçirdiler. Bu mücadele sadece Hz. Peygambere has bir mücadele değildir. Aynı durum bugün de vardır. Bugün de Allah’ın dediği olmuyor, yeryüzünde Allah’tan başkaları ilahlaştırılıyor. Bugün de haramlar yaygın, dünyanın her tarafında Müslümanlara zulmediliyor. Ey Müslümanlar! Memleketinizde İslam mı hâkim oldu da mücadeleyi bıraktınız? Ya da hiç başlamıyorsunuz. Her taraftaki haramları görmüyor musunuz? Dünya Müslümanlarının halini görmüyor musunuz?

Bu mücadelenin kenarında duranlar, tribünlerde maç seyreder gibi olayları seyredenler bilsinler ki cennet o kadar ucuz değil. Allah Rasulü de bir insandı. Mücadelesini verirken onun da nefsi vardı, melek değildi. Dünya sevgisini yenerek, ölüm korkusunu kalbinden atarak mücadeleci bir peygamber olmayı başardı.

Onun talebesi, Seyfullah (Allah’ın kılıcı), İslam ordusu komutanı Halid bin Velid, düşmanlara savaştan evvel şöyle söylüyordu, “Ben size öyle bir orduyla geldim ki benim bu ordum, sizin dünyayı ve içkiyi sevdiğiniz kadar ölmeyi sever. Karşınızda böyle bir ordu var, ayağınızı denk alın. Benim askerim en son ölen olmaya çalışmaz; en önce ölen olmak ister.Sizde dünyayı sevenler kadar bizde ölümü sevenler var! Allah yolunda şehadeti severiz. Bunu bilin, savaşacaksınız ona göre savaşın.” Dünya sevgisini kalpten atanlar mücadele edebilirler. Yoksa mücadelenin önündeki en büyük engel dünya sevgisidir.

Hz. İsa da Peygamberimiz de şöyle buyurmaktadırlar, “Aç kalacağız diye korkmayın, bakın kuşlara sabahleyin yuvalarından aç olarak çıkarlar akşamleyin yuvalarına tok olarak dönerler.” Söyleyin siz mi daha kıymetlisiniz yoksa kuşlar mı? Siz daha kıymetli olduğunuza göre kuşları aç bırakmayan Allah sizi aç bırakır mı? ‘Ne giyeceğiz?’ diye düşünmeyin. Bakın çiçeklere ve ağaçlara Allah onları ne güzel giydiriyor. Söyleyin siz mi daha kıymetlisiniz yoksa ağaçlar mı? Onları giydiren Allah sizi giydirmez mi? Nedir bu dünya sevgisi, aç kalma korkusu?

Bu korkular, mücadelenin önündeki ciddi engellerdir. Bunlar, birçok insanın mücadeleden çekilmesine sebep olmaktadır. Bir taraftan nefis engeli, bir taraftan şeytan, bir taraftan insanlar, bir taraftan münafıklar ve onların fitneleri, bir taraftan kafirlerin saldırıları ve bir taraftan insan nefsinin tembelliğe meyyal olması mücadelenin önündeki en önemli engellerdir. Eğer insan, vazifesini anlarsa tembellikten kurtulabilir; mücadelenin faydalarını bildiği zaman mücadeleye katılabilir.

Mücadele, insanı olgunlaştıracak, boş işlerle uğraşmaktan kurtaracak insanın kabiliyetlerini geliştirecek, cenneti kazanmasına vesile olacaktır. İnsanın kıymeti taşıdığı yük ve yaptığı mücadele kadardır. Mücadelesiz bir ömür taşımaya değmeyen bir yüktür. Elma nasıl elma olur? Güneş, rüzgâr, yağmur görmeden elma olur mu? Tıpkı onun gibi mücadele etmeden, çile çekmeden insan olgunlaşır mı? Allah Azze ve Celle, nefsimizle de şeytanımızla da kafirlerle de mücadele edelim diye bizi bu dünyaya gönderdi. Ama insan, mücadeleden kaçmaktadır.

Mücadele edebilecek insanların meydana gelmesi elbetteki bir eğitimle mümkündür. Peygamberler sahabilerini nasıl eğittilerse o şekilde bir eğitim ile sağlam nesiller, mücadele edecek insanlar ortaya çıkar. Peygamberler insanları tıpkı bir ağaç gibi yetiştiriyorlardı. Ağaç bir taraftan yukarıya doğru yükselirken bir taraftan da aşağıya, toprağın derinliklerine doğru kök salar. Müslümanlar bir taraftan zahiri ilimlerle yukarı doğru yükselecekler; sayıları çoğalacak büyüyecekler, bir taraftan maddi kuvvetlere sahip olacak yükselecekler, diğer taraftan da aşağılara doğru manevi âlemde derinleşerek takva sahibi olacaklar. Marifetullaha ve Muhabbetullaha ulaşacaklar. Kâinata bakıp düşünecekler ve bu düşünmenin sonucunda hakiki imana ulaşacaklar. Allah’ı tanıyıp sevecekler. O zaman, sevdikleri Allah için mücadele edebilecekler. İnsan tefekkür edecek ki Marifetullaha ulaşsın. Temiz akıl sahiplerinden olacak ki ibret alsın. Yaratılmışlara bakarak derin derin düşünecek ki sıcak sıcak iman kalbine aksın. İnsan tefekkür etmiyor ki Marifetullaha ulaşsın. Marifetullaha ulaşmamış ki Muhabbetullaha ulaşsın. Muhabbetullaha ulaşmamış ki Allah için mücadeleye katılsın.

İnsan, ‘Mücadeleye katılırsam rahatım bozulur’ gibi düşündüğü için mücadeleden korkmaktadır. Halbuki Allah Azze ve Celle, kendisi için mücadele edenlere müjde vermektedir. Peygamberimiz buyuruyor ki, “Allah her kimi hizmetçisi olarak seçerse onu zevce ve evlatla meşgul etmez.” Allah bir kulunu kendine hizmetçi olarak seçerse, ona o şerefi verirse, ‘seni hizmetkar olarak kabul ettim’ derse, onu zevceyle ve evlatla meşgul etmez. Allah kendi yükünü taşıyanların yükünü taşır. Onları meşgul etmeyen ve onlara destek olacak zevce ve evlat verir. Allah’ın hizmetkarı olup Allah’ın yükünü omuzlayın ki, Allah da sizin yükünüzü omuzlasın. Bu, davanın yükünü omuzlayanlara Allah’ın mükafatıdır. Çünkü Allah kulunu tanımaktadır. “İnsan zayıf yaratılmış” bir canlıdır. Allah kulunu bildiğinden ona bütün sıkıntıları vermez. “Kulum benim hizmetkarım bana hizmet ediyor. O halde ben de onu başka sorunlardan kurtarayım” der ve onu diğer sıkıntılarından kurtarır.

Allah yolunda mücadelenin yükünü taşımak, altın taşımaktır, elmas taşımaktır. Altın ve elmas taşımak istemeyenlere Allah, odun taşıtmayı bilir. Bir gün karısına bir şey olur, bir gün oğluna, bir gün kızına, bir gün anasına, bir gün kendisine… Ondan sonra da ‘Bu başıma gelenler nedendir?’ diye sorar. Çünkü sen Allah’ın yükünü taşımadın, Allah da senin yükünü taşımamaktadır. Çünkü sen rahat yaşamak istedin. Halbuki bu dünya rahat yaşama yeri değil, mücadele yeridir. Sen Allah’ın muradını anlamadın. Matematikten imtihan olmak istemiyorsun, o zaman fizikten imtihan olacaksın. Ondan da istemezsen kimyadan imtihan olacaksın. İlla ki bir şeyden imtihan olacaksın, çünkü burası dünya! İmtihan yurdu.

İnsan imtihandan, çileden, mücadeleden kaçmak istiyor. Kur’an-ı Kerim böylelerini kınamaktadır. “Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir.”

Sarp yokuş; şirkten, kölelikten, zulümden, nefse ve şeytana esir olmaktan, kafirlerin ve zalimlerin zulmünden bir insanı/bir nesli kurtarmaktır. Allah Azze ve Celle, bir insanı/bir nesli kurtarmanın mücadelesini göze alamayanları “O sarp yokuşu göze alamadı” diyerek kınamaktadır. Rahat yaşamak istedi, mücadeleyle dolu bir hayatı tercih etmedi. Halbuki mücadele, insan olmanın gereğidir. İnsan mücadeleyle yükselecek ve cennete layık olacaktır. Kimileri bu mücadeleyi göze alamadı. Nesil bozuluyor, camilerden çok kahvehaneler doluyor, memleketindeki kızların namusları yine kendi erkekleri tarafından kirletiliyor, bunu görüyor fakat yalnızca seyrediyor... İçki tüketiminin ne kadar arttığını görüyor, seyrediyor... Cinayetleri görüyor, seyrediyor. Akabeyi göze alamadı, o yola giremedi. “Ben de varım” diyemedi. Allah Azze ve Celle, böylelerini başka zorluklara sevk etmektedir. Çünkü burası imtihan dünyası… Ama altın ama odun illaki bir şey taşıyacağız. Ya matematikten ya fizikten ya da kimyadan muhakkak imtihana gireceğiz. Allah Azze ve Celle, bize bunu haber verdiği halde insanlar birbirlerini akabeyi göze almamaya davet ediyorlar. Çünkü böyle bir eğitimden geçmediler. Eğitimi de göze alamadılar.

PEYGAMBERLERİN EĞİTİM METODU

Peygamberler gerçekçi bir eğitim yöntemi uyguladılar. İnsanları toplumdan uzaklaştırarak değil, toplumun içinde mücadele ederek terbiye ettiler. Gerçekçi bir eğitim, mücadelenin içinde olan bir eğitimdir. Nefsi terbiye etmek lafla veya toplumdan uzaklaşarak olmaz.

Mücadele, sadece nefisle mücadele de değildir ve kenarda köşede de yapılamaz. “Nefisle cihat en büyük cihattır” diyerek mücadele yalnız ‘nefisle mücadeleye’ indirilmemeli. Kendimizi bununla kandırmamalıyız, bu bir tuzaktır. Kafirle mücadeleyi göze almayıp “Nefisle cihadı daha önemli görüyorum” diyerek kendilerini kandıranlar, bununla Allah’ı kandıramayacaklarını bilsinler.

Kur’an-ı Kerim “Onlara Kur’an ile büyük cihat yap” buyurur. Yani cihat sadece nefisle cihat değildir. Elbette o da lazım ve inkâr edilemez. Ama nefisle cihadın yolu bir kenara çekilmek değildir. Hz. Peygamber, Ebu Bekirleri, Ömerleri bir kenara çekerek o makama çıkarmadı. Kendisiyle birlikte mücadele ettiler. Mücadele, insanı hızla yükseltir. Namazla niyazla azar azar yükselirsiniz. Tesbihatla milim milim yükselirsiniz. Mücadeleyle hızlı bir şekilde yükselir, olgunlaşırsınız. Çile, insanı olgunlaştırır. Peygamberlerin eğitim yöntemi buydu. O halde bugün de İslami mücadele içinde yer almak isteyenler böyle bir eğitime muhtaçtırlar.

Peygamberler farkında olmadan peygamberlikten evvel de eğitildiler. Peygamberlik verilmeden evvel çobanlık yaptılar ve böylece kâinat kitabını okuma imkânı buldular, haramlardan korundular. Sonrasında Allah Azze ve Celle eğitime yine devam etti. İnen ayetlerle ve ibadetlerle peygamberlerini ve sahabeyi eğitti. “Ey örtüye bürünen!” Ey örtüye bürünen ya da ey mücadele ve vazife yüküyle yüklenmiş olan Peygamberim! Seni anlamayacak, ağır sözler söyleyecekler; kimi kâhin kimi sihirbaz kimi şair kimi yalancı diyecek ama sen yoluna devam edeceksin! Onlar böyle dedi diye yılmayacaksın!

“Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt” Yatmanın zıttı kalkmaktır. Allah Azze ve Celle, yatana “kalk” dedi. Sen mücadele için gönderildin. Sana her böyle denildiğinde yatacak mısın? Moralini bozmayacaksın, yoluna devam edeceksin ve bu kadar ağır iftiralara dayanmak istiyorsan geceleyin kalkıp namaz kılacaksın.

“Kur’an’ı tane tane oku.” Düşüne düşüne oku. “Çünkü biz sana ağır biz söz yükleyeceğiz.” Omuzlarına ağır bir yük bırakacağız. Ağır bir dava… Bunu kaldırabilmen için böyle bir eğitime ihtiyacın var. Peygamberler nasıl eğitilmiş ve eğitmişlerse, eğitim metodu odur. Ondan başka bir eğitim metodu olamaz.

Çile ve mücadele, insanı yükselttiği gibi bu dünyada da zulümlere engel olmak gibi bir şerefe ulaşmayı sağlar. Yeryüzünde İslam’ın hakimiyetinin gerçekleşmesi de buna bağlıdır. Bizim görevimizi tamamlamamız da yine buna bağlıdır. Aksi halde mücadele yapmadan bu alemden göçenlere, kıyamet günü Rabbimiz “Benim için ne yaptın?” diye sorduğu zaman, onlar ne diyecekler? Sadece “Namaz kıldım” mı diyecekler? Allah Azze ve Celle böylelerini kınıyor. Görevini yapmayanlara melekler ölüm döşeğinde gelecek ve diyecekler ki, “Ne yapardınız?” Ömrünüz nasıl geçti, yapmanız gereken mücadeleyi yaptınız mı? Onlar, “Biz yeryüzünde ezilmiş kimselerdik.” Biz zayıf bırakılmış kimselerdik. Müstekbir yani kibirlenmiş olanlarla, kodamanlarla, ilahlık taslayanlarla, ideolojilerle, devletlerle mücadele edemedik. Onlar bu mazeretin kabul olacağını düşünmektedirler halbuki reddolunacaktır. Melekler onlara der ki, “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Başka yere gitseydiniz!” Burada yapamadıysanız başka bir yere taşınsaydınız. Bunlarla bir şey yapamadıysanız, başkalarıyla yapsaydınız. Allah’ın dünyası geniş değil miydi? Aslında siz çileden kaçtınız, ölümden korkuyordunuz. Çünkü dünyayı seviyordunuz. Aslında siz tembeldiniz, sorumsuzdunuz. Dünya Müslümanlarının ne halde olduğu sizin umurunuzda değildi. Hiçbir zaman mücadele içinde olmayı düşünmediniz.

Irak’ın, Suriye’nin, Afganistan’ın, Filistin’in hatta Türkiye’nin kurtulması yeni nesiller meydana getirmeden mümkün değildir. Yeni nesiller meydana getirmek için mücadeleye katılmak zorundasınız. Allah herkesin neye gücünün yetip, neye yetmeyeceğini bilmektedir. Gücünün yettiğini yapmayanlar elbette bunun hesabını vereceklerdir. Allah Azze ve Celle İslami mücadelede yer alanlardan olmayı nasip eylesin. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.