18 aydır Bolu F Tipi cezaevinde tutulan Alparslan Kuytul Hoca, euronews Türkçe'nin hazırladığı "Cezaevinden mektuplar yazı dizisi" için bir yazı kaleme aldı. Tevhidi ve cesur söylemleri ile tanınan Alparslan Hoca, yazısında cezaevinde yaşadıklarını ve ülkede hakim olan adaletsizliği anlattı. Cezaevlerinde bulunanların oradaki yaşamlarını anlattıkları mektuplarını bir yazı dizisi şeklinde sunan serinin 4.sü olan mektup, "Adaletin olmadığı ülkelerde insanlar suçu ispat edilene kadar suçludur. Normalde savcılar ispat eder, burda sanıklar suçsuzluğunu ispat etmek zorunda" sözleriyle paylaşıldı. Alparslan Hocanın mektubu şu şekilde;
15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’de yaşanan hukuksuzluk ve zulümlerle ilgili çok kimsenin sustuğu bir dönemde “Hapishaneden Mektuplar” ismi ile yazı dizisi hazırlayan, bu amaçla bana da durumumu anlatma imkânı veren “Euronews Türkçe” ailesine zindandan selamlar…
Bilindiği üzere AKP Hükümetinin Gülen Camiası ile arası açıldıktan ve 17-25 Aralık 2013 operasyonlarıyla aralarında savaş başladığından itibaren ve özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye’de çok şey değişti. 15 Temmuz bahane edilerek düşünceyi ifade hürriyeti, hükümetin politikalarını ve haksızlıkları eleştirebilme hakkı büyük ölçüde bitirildi ve otoriter bir sistem kuruldu.
AKP’ye biat etmeyen ve zulümleri eleştirenler üzerinde şiddetli bir baskı kuruldu ve çoğu susturuldu. Susmayanlar da benim gibi hapse atıldı. Sivil Toplum Kuruluşlarının birçoğu faaliyetlerini ya durdurdu ya da azalttı. Birçok belediyeye, firmalara ve medya kuruluşlarına kayyum atandı, birçok vakıf ve dernek kapatıldı. Muhalif seslerin birçoğu FETÖ veya PKK üyesi denilerek, bu mümkün olmadığında ise bu örgütlerin propagandasını yapmakla suçlanarak zindanlara dolduruldu. Birçoğu bir, bir buçuk yıl sonra ancak mahkemeye çıkarıldı ve delil sayılmayacak kırıntı bilgilerle uzun süreli hapis cezalarına çarptırıldı. Yarım milyondan fazla insan hakkında işlem yapıldı ve toplumda büyük bir korku meydana getirildi.
Adaletin olduğu ülkede insanlar suçu ispat edilinceye kadar suçsuz, adaletin olmadığı ülkede ise insanlar suçsuzluğunu ispat edinceye kadar suçludur. Adaletin olduğu ülkede savcılar suçu ispat eder, adaletin olmadığı ülkede sanıklar suçsuzluğunu ispat eder.
Mahkemeye sunulan 20 bin sayfalık dosyanın içinde Emniyet Genel Müdürlüğünün Adana, Mersin ve Sakarya Emniyetlerinin bizimle ilgili “Alparslan Kuytul ve Furkan Vakfı’nın hiçbir terör örgütü ile bağlantısı yoktur” şeklinde raporlar olduğu halde bize terör örgütlerine yapılır gibi şafak baskınları ile operasyon yaptılar ve sonra da hiçbir delil göstermeden tutukladılar. Bu yetmezmiş gibi beni 312 gün bir odaya kapatarak tek başıma bıraktılar ve psikolojik işkence yaptılar. Zindanda uzun süreli tecrit, ya çıldırtmak ya sindirip teslim almak ya da çürütmek içindir.
Allah’ın yardımıyla benimle ilgili maksatlarına erişemediler, beni daha da sağlamlaştırdılar. Bize yapılanların bir sebebi AKP hükümetinin yanlışlarını ve zulümlerini eleştirmemiz ise diğer sebebi de derin güçlerin Tevhid inancını anlatmamdan ve “Allah’ın Dünyasında Allah’ın Dediği Olmalı” sözümden duydukları rahatsızlıktır. Kendi saltanatlarını kurmuş olanlar, istediğini yapanlar elbette ki Allah’ın dediğinin olduğu, adaletin ve ifade hürriyetinin olduğu bir ortamı istemeyeceklerdir.
Yargının geldiği durum ve yargılanma süreci ile ilgili de şunları söylemek istiyorum; Adaletin olduğu ülkede insanlar suçu ispat edilinceye kadar suçsuz, adaletin olmadığı ülkede ise insanlar suçsuzluğunu ispat edinceye kadar suçludur. Adaletin olduğu ülkede savcılar suçu ispat eder, adaletin olmadığı ülkede sanıklar suçsuzluğunu ispat eder.
Adaletin olduğu ülkede önce suçun delilleri olur, sonra kişiye kendini savunma hakkı verilir, daha sonra suçlu ise tutuklanır. Adaletin olmadığı ülkede ise kişi önce tutuklanır, sonra suç uydurulur, daha sonra kişiye kendini savunma hakkı verilir. Ancak bu savunma hakkı bazen 1 yıl, bazen 2 yıl sonra verilir. Bize yapıldığı gibi, tutuklamayı gerektiren hiçbir suç ve delil olmadığı halde tutukladılar. Bir sene sonra kendimizi savunma hakkı verdiler. İddianame iki dosyaya ayrılmıştı ve her ikisinin de içi boş olduğu için iki mahkemenin de ilk duruşmasından tahliye olduk.
Malum bazı siyasiler ve malum derin güçler tahliye kararına tahammül edemediler ve olağanüstü halden kalma zulüm sistemini devreye soktular. Sabahleyin savcı tahliye kararına itiraz etti ve dosyayı hiç bilmeyen başka bir mahkeme bir saat içinde itirazı kabul etti, tekrar tutukladı, oldu bitti. Evimde yemek bile yiyemeden, elbiselerimi bile değiştiremeden, çocuklarımla yarım saat hasret gideremeden ellerim kelepçeli bir şekilde 8-10 saatlik yolculuktan sonra Bolu’nun soğuk zindanına geri götürüldüm.
Benim için özgürlük isteyen ve “Alparslan Kuytul’a Özgürlük” yazan atkı ile farklı şehirlerde yürüyen yaklaşık 1000 arkadaşı Emniyete götürdüler. Bazılarına para cezası kestiler bazıları hakkında dava açtılar. Dava sayısı 20’yi geçti. Bana 9 dava ve benim özgürlüğüm için “atkı” ile yürüyen eşime 9 dava açıldığı yetmezmiş gibi şimdi de biri 15 diğeri 16 yaşındaki kızlarıma bana özgürlük istedikleri için dava açtılar.
Bana açılan dokuz davanın üçünden tek celsede beraat edince gizli bir el mahkemelere müdahale etti ve o günden sonra mahkemelerim sudan sebeplerle ve kasten uzatılmaya başlandı. Beraat olacağı kesin olan mahkemeler bir türlü bitmiyor. Mahkemelerde özgürce savunma yapmama müdahale ediliyor ve sürekli sözüm kesilerek konuşmam engelleniyor. Savunmalarından bazı cümlelerin dışarıya çıkmaması için mahkemeye katılan avukatların hatta Uluslararası İnsan Hakları Kuruluş temsilcilerinin tuttukları notlara bakılıyor, üzerlerinde baskı kuruluyor ve rahatsız ediliyorlar. İşte Türkiye’de adaletin geldiği nokta.
Cezaevindeki duruma gelince;
İlk aylarda avukatımla görüşmemi kısıtlayıp savunma hakkımı ihlal ettiler. Bu hukuksuzluğu mahkemeye verdik ve kazandık, kısıtlama kaldırıldı. Odamda tek başıma olduğum halde birkaç ay televizyon satın almama izin vermediler. Beni dünyadan ve siyasetten koparmak istediler. Bu durumu da mahkemeye taşıyınca televizyona izin vermek zorunda kaldılar. İlk aylarda sohbet hakkımı da vermediler. Sonra sadece bir kişi ile sohbet hakkı verildi. Halbuki müebbet ceza almış olan hükümlüler bile 8-10 kişi sohbet yapmaktadır. Bir kişi ile sohbet de 3-4 ay sürdü ve sonra tümden kaldırıldı. Yaklaşık 1 yıldır sohbet yaptırmıyorlar, ilk aylarda arkadaşlarıma gönderdiğim mektubu sakıncalı mektup kabul edip göndermediler. Mahkemeye başvurduk kazandık ve 4 ay sonra mektubu gönderebildim.
Ziyaretçilerin bazıları bin, bin beş yüz kilometre uzaktan geldiği halde süre sadece bir saattir ve hiçbir şey konuşamamış gibi olursunuz, aklınız hep saattedir ve her konu yarım kalır.
Eşimle yaptığım haftalık telefon konuşmalarını bir iki cümleyi bahane ederek süresiz bir şekilde ve yargısal sürecin sonucunu beklemeden tümden iptal ettiler. Hem de benimle alakası olmayan silahlı suç örgütünden hükümlü olanlarla ilgili maddeye dayanarak bunu yaptılar. Ayrıca 1 ay ailemle görüşme ve 1 ay da sosyal faaliyet (zaten sadece ayda bir defa spor idi) yasağı getirdiler. Mahkemeler ve zindan ile yaptıkları zulüm yetmezmiş gibi bir de cezaevi idaresini kullanarak zulmediyor, savunmalarla beni yoruyor ve beni bunaltmaya çalışıyorlar. 10 gün içinde 3 soruşturma açtılar ve kanunsuz bir şekilde ceza yağdırdılar.
Her şeye rağmen zindanda günlerimi en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum. Sabah kahvaltısından sonra okumaya ve yazmaya başlıyorum. Çalışmalarım genellikle gece saat 12’ye kadar sürüyor. Daha çok kitap, makale ve mektup okuyorum. Bugüne kadar 2000 civarında mektup geldi. Ayrıca mahkemelere hazırlanmak da çok zamanımı alıyor ve beni yoruyor. Bazı zamanlar özellikle adalet ve zulüm gibi konularda tespitlerimi yazıyorum.
Görüş günleri, ziyaretçisi gelecek olan mahkumlar için sevinç günleridir ama çok kısa süren bir sevinç. Giderken sevinçle gider dönerken hüzünle dönersiniz. Ziyaretçilerin bazıları bin, bin beş yüz kilometre uzaktan geldiği halde süre sadece bir saattir ve hiçbir şey konuşamamış gibi olursunuz, aklınız hep saattedir ve her konu yarım kalır.
Çok kısaltarak anlattım, bu süreç ile ilgili son olarak şunları söylemek istiyorum: İdareciler adaletli olurlarsa düşünce insanlarını susturmak zorunda kalmazlar. Çünkü ancak adaletli idareciler ifade hürriyetinden korkmazlar. Bir ülkede adalet kurumu muhalifleri susturmanın aracı haline geldiyse, hükümetin sopasına dönüştüyse orada düşünen ve konuşan insan azalacak ve düşünce yavaş yavaş ölecektir. Okumayan, düşünmeyen ve konuşturulmayan bir toplum ise gerilemeye mahkûmdur. Adaletin hâkim olduğu bir ülkeye ulaşma temennisiyle… Hoşça kalın.
Alparslan Kuytul
Bolu F Tipi Cezaevi
13.07.2019