Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, bu yıl "Ben Masumum" temasıyla düzenlenen 10. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali'nin akademik programında konuştu.
Programa video konferans yoluyla katılan Arslan, toplantının pandemi şartları nedeniyle online yapıldığını, salgının herkesin günlük hayatını etkilediğini belirterek, kendisinin de şu anda evinde karantinada olduğunu aktardı. Arslan, insanlığın bir an önce bu salgından kurtulmasını diledi.
Festivalin bu yılki konu seçiminden dolayı yetkilileri tebrik eden Arslan, özellikle internet ve sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasının, masumiyet karinesinin korunmasını daha da önemli hale getirdiğini vurguladı.
Diğer temel haklar gibi masumiyet karinesinin de uzun ve zorlu bir tarihi serüveni bulunduğunu, birçok coğrafyada bir zamanlar suçluluk karinesinin hakim olduğunu anlatan Arslan, masumiyet karinesinin uzun mücadeleler sonunda İkinci Dünya Savaşı'nın ardından evrensel ve bölgesel insan hakları belgelerine dahil olduğunu hatırlattı.
Arslan, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin bu evrensel ilkeye yer verdiğini, Türkiye'de de bu ilkenin Anayasa'nın 38. maddesiyle güvence altına alındığını dile getirerek, Anayasa koyucunun masumiyet karinesini olağanüstü durumlarda dahi sınırlandırılamayacak mutlak bir hak olarak belirlediğinin altını çizdi.
Anayasa Mahkemesinin, masumiyet karinesinin yorumuna ve uygulanmasına ilişkin önemli kararlar verdiğini, kararlara göre masumiyet karinesinin iki yönü bulunduğunu ifade eden Arslan, "Birinci yönüyle, suç isnadı altında olan kişinin suçluluğu mahkeme kararıyla sabit oluncaya kadar suçsuz olduğunun kabulü gerekir. Masumiyet karinesinin ikinci yönü ise hüküm sonrasına ilişkindir. Buna göre ceza yargılaması mahkumiyet dışında bir kararla sonuçlandığında kişinin suçlu görülmemesi, özellikle hakkında verilen beraat kararının sorgulanmaması gerekir." diye konuştu.
Her iki yönüyle de masumiyet karinesi ihlallerinde yargı organlarının gerekçesi ve kullandığı dilin belirleyici olduğuna işaret eden Arslan, ceza davasında beraat eden bir kişinin daha sonraki yargısal süreçlerde suçlu gösterilmesinin veya kamu otoritelerinin devam eden yargılama sürecinde veya beraat kararından sonra kişilerin suçlu olduklarına dair açıklama yapmalarının masumiyet karinesini ihlal edebileceğini aktardı.
Arslan, bu nedenle sorumluluk makamında olan yetkililerin, özellikle yargılama sürecinde özenli bir dil kullanmaları gerektiğine dikkati çekerek, Anayasa Mahkemesinin masumiyet karinesinin ihlaline ilişkin verdiği kararların ikisinden örnek verdi.
Masumiyet karinesi ve diğer temel hakların etkili şekilde korunmasının sadece kurallara, kurumlara ve kişilere bağlı olmadığına değinen Başkan Arslan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve buralarda çalışanların tek başına çabalarının yeterli olmayacağını dile getirdi.
Arslan, "Kurallar, kurumlar ve kişiler yanında bir dördüncü 'K'ye daha ihtiyacımız var, o da kültürdür. Temel hakların korunması 'öteki'nin ontolojik varlığını kabul eden bir kültürün yeşermesi ve yerleşmesine bağlıdır. Zira masumiyet karinesi dahil, temel hakların korunması önemli ölçüde bizim dışımızdakilere bağlıdır. Burada asıl mesele, 'öteki'nin de temel hakların öznesi olduğunu kabul edebilmektir." ifadelerini kullandı.
Festivalin akademik toplantısına, "Ben Masumum" şeklinde çarpıcı bir konu başlığının seçildiğini belirten Arslan, şöyle devam etti:
"Ancak 'Masumum' kadar 'masumsun' da diyebildiğimiz bir anlayışa sahip olmamız gerekiyor. Aslında bu anlayışın kaynakları Doğu'nun irfanında bu coğrafyanın köklerinde fazlasıyla mevcuttur. Masumiyet karinesinin etkili şekilde korunabilmesi 'öteki'ne saygı kültürünün geliştiği, hukuk ve adaletin hakim olduğu bir sosyal ve siyasal iklimi gerektirmektedir. Esasen hukuk ve adaletten ayrılmak sadece toplumsal ve siyasal düzeni yozlaştırmaz, aynı zamanda insanı insan olmaktan uzaklaştırır. Bu bağlamda son sözü, bu hakikati günümüzden yaklaşık 2 bin 500 yıl önce dile getiren Aristo'ya bırakmak istiyorum; 'Yaşayan varlıkların en mükemmeli, eşref-i mahlukat olan insan, hukuk ve adaletten ayrıldığında mahlukatın en kötüsü olur."
"Karantinada olmaması gereken tek şey adalettir"
Festival Başkanı, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adem Sözüer de pandemi koşullarında festivali düzenlediklerini aktararak, "Karantinada olanlarımız var. Karantinada olmaması gereken tek şey adalettir. Adalet hangi koşullar olursa olsun hiçbir şekilde karantinaya alınamaz. Her zaman ister afetler, ister diğer sorunlar olsun adalet şemsiyesi her ortamda koruyuculuğunu göstermelidir." dedi.
Türkiye'nin kanunlarıyla, bağlı olduğu uluslararası sözleşmelerle, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruda verdiği kararlarıyla evrensel çaptaki hukuk kuralları ve insan haklarına sahip bir ülke olduğuna vurgu yapan Sözüer, şunları kaydetti:
"Ancak bunların hayata geçmesi ayrı bir mesele. Bu kadar büyük, kapsamlı reformlar yapmış bir ülkede, Anayasa Mahkememizin kararlarının bağlayıcılığı ve bunların uygulanmasının gerekliliği konusunda hiçbir tartışmanın bile olmaması gerekirdi. O yüzden sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararları, sözleşmeler değil, bunun bulunduğu iklim de önemli. O iklimin iyi olabilmesi için her şeyden önce Anayasa Mahkememizin kararlarının hukuken yerine getirilmesinin tartışma konusu dahi olmaması gerekiyor. Bu görev de Anayasa Mahkemesine ait değil, devletin diğer sorumlu yetkililerine ait. Biz de 'ama'sız bir şekilde hukukun uygulanmasına destek vermeliyiz."
Açılış konuşmalarının ardından 10. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali akademik programı, Yargıtay 13. Ceza Dairesi Başkanı Vuslat Dirim, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Cumhur Şahin, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Türk Ceza Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. İzzet Özgenç ve İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bahri Öztürk'ün katıldığı açık oturumla devam etti.