Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki çekişme, insani sempatinin siyasi desteğin ötesine geçtiği farklı bir aşamaya geçti
İsrail’in içerideki rolleri, Yahudi devletinin üstün çıkarlarına göre dağıtma yeteneğine her zaman gıpta ettim.İsrail, sağ ve sol kanatlar arasında zekice bir rol dağılımıyla ve gerektiğinde dini
partilerle hükümet koalisyonu kurarak Arap ülkeleri hukuku ve uluslararası meşruiyeti pahasına, bazı tarafların ihmalinden ve diğerlerinin kötü niyetinden yararlanılarak devletin amaçlarına ulaştı.
İsrailli siyasetçiler, yapay ılımlılık ile gerçek aşırılık arasında gidip gelen tutumlarının olumsuz etkilerini tamamen göz ardı ederek ve ülkenin yüksek çıkarlarını gözeterek kendilerinden feragat
ediyorlar ve hatta bazen devletin aldığı kararı, siyasi yelpazenin renklerini bir araya getiren İsrail parlamentosu Knesset’in onayına bırakıyorlar.
Öyle ki İsrail hükümeti, kararların verilmesinden sonra geri adım atma imkanına sahip. Çünkü Knesset, kararın doğruluğunu teyit eden son mercii olarak karşımıza çıkıyor.
İsrail’in Araplara, Filistinlilere ve hatta uluslararası meşruiyete zarar veren politikalarını uygulama ve tutumlarını halka duyurma araçlarının bir parçası olduğunu hepimizin anladığı odak
noktasıyla ilgili olarak bazı temel gözlemlerde bulunabilirim.
Yahudi devletinin iddia ettiği demokrasisi eksiktir. Bu demokrasi, Irkçı bir yaklaşıma sahip olan ve çoğu zaman, demokratik ilkelerle ve çağdaş insan hakları meseleleriyle tamamen çelişsen
yalnızca devletin çıkarlarıyla tutarlı olanın kabul edildiği kötü niyetli bir düşünceye dayanıyor. Bu yüzden İsrail demokrasisi bazen bölge ülkelerinin elde etmeye çalıştığı koşulları ve hakları
geçersiz kılan bir hak gibi görünüyor. Filistinliler belki de toprakların kurtuluşu ve egemenlik iddiası için verilen milli mücadelenin modern tarihindeki en büyük faturayı ödüyorlar.
Arap ülkelerinin büyük çoğunluğunda demokratik sistemin olmaması, bizi tutumlarımızı açık açık gözden geçirme ve önemli kararlar alma fırsatından mahrum bırakırken kimse halen buna itiraz
etmiyor. Ortadoğu bataklığının ortasında bir Batı karakolu olarak görülen bu ülkenin gizli çıkarlarına hizmet etmek için demokrasiye ve demokrasinin nasıl iyi bir şekilde kullanılacağına dair
olayla örtüşen bir propagandayla fikirleri incelemek ve pozisyonları gözden geçirmek için her zaman ikinci bir şans vardır. Mısır’ın merhum Cumhurbaşkanı Enver Sedat döneminde imzalanan Camp David
Anlaşmasını ve 26 Mart 1979 tarihinde Mısır ile İsrail arasında imzalanan barış anlaşmasını hala hatırlıyoruz. İsrail, anlaşma şartlarının Knesset’te birinci, ikinci ve üçüncü okuması yapılana
kadar üzerinde anlaşmaya varılanları kasıtlı olarak askıya aldığı zaman Sedat’ın politikalarına ne kadar sert eleştiriler yöneltilmişti.
Rol dağılımı, bir ülkenin dış politikasına özel değildir. Aksine belirli bir bölgede ya da ülkede tekrarlanan bir anlaşmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Mısır, geniş ailelerin çocuklarını farklı
partilere üye olarak farklı konumlar benimsemeleri sayesinde temel rol dağılımı modellerini öğrendi. Belki de 1952 öncesi Mısır’daki Abaza ailesi örneği bunun en iyi örneği olduğunu söyleyebiliriz.
Çünkü o büyük ailedeki ünlü isimler birbirleriyle aynı fikirde olmayan partilere mensuptular. Ancak Mısır modern tarihine damgasını vuran bu seçkin ailenin üyeleri arasından ya bir bakan ya da
iktidara en tepesindeki isimlere yakın üst düzey bir yetkili çıkmıştır. Mısır’da ve bazı Arap ülkelerinde diğer ailelerin de halen benzer durumlarda olduklarını görüyoruz. Fakat aile sistemi, kendi
çıkarlarına hizmet etmeyi ve hedeflerini gerçekleştirmeyi amaçladığından bu çıkarlara ve hedeflere hizmet etmeyen ne varsa istismar edilmelerine izin veriyor.
Rollerin dağılımı meselesi, demokrasi meselesiyle yakından ilgili olmakla birlikte ve onunla doğru orantıya sahiptir. Demokrasinin olmadığı yerde çoğulculuk olmaz. Dolayısıyla tek görüş
mantığının olduğu ve demokrasinin bulunmadığı yerde rol dağılımına yer yoktur. Bu sebeple modern demokrasinin avantajlarından birinin, ailenin ve en nihayetinde bir bütün olarak toplumun ya da
ülkenin yüksek çıkarlarına hizmet eden farklı amaçlara uygun farklı rollerin olmasına izin vermesi olduğuna inanıyoruz.
Araplar olarak sonunda bizi rollerin dağılımına taşıyacak bir sisteme ulaşmayı başarırsak, Arap ülkelerinin her birinin sahip olduğu karşılaştırmalı avantajı onları dinleyenlere hitap etmek
için kullanılabilecek ve rollerimizin bazen çelişkili olması normal olsa da sonunda Arapları arzuladığı hedeflere taşıyacaktır. Kardeşine ihanet etmek, Arap milletinin büyük çıkarları pahasına
milliyetçiliği tekelleştirmek ve vatan adına tek başına konuşma bahanesiyle onların rollerini zayıflatmak Arapların geleneksel söyleminde yoktur. Burada meselenin karmaşık ve kolay olmadığını kabul
etmeliyim. Çünkü önce demokrasinin var olduğu, ikinci olarak üstü kapalı bir şekilde demokrasiyi kullanmak için anlaşma yapılması gerektiği ve üçüncü olarak zeki olarak tanımlanan ve her aşamada
daha yüksek hedeflere ulaşmayı amaçlayan ulusal sistemin taraflarının her birine sunulan araçların kullanılmasıyla rollerin dağıtılması sürecinin başladığı varsayımına dayanıyor.
Aradaki anlaşmazlık, dostluğu bozmaz.” Bu benim son derece değer verdiğim bir söz. Çünkü yüksek çıkarların özünü ve bazen çok hassas ve son derece karmaşık görünen koşullar altında mevcut
alternatifler arasında nasıl seçim yapılması gerektiğini ifade ediyor. Ancak milli irade, bölgesel ve uluslararası siyasi haritaya ve zaman zaman meydana gelen güncel değişimlere ve dönüşümlere
göre tüm aşamalardaki hedeflere ulaşmak için tabir-i caizse otomatik bir sıralama işlemi yapıyor. Bu yüzden mesele, demokrasinin yanı sıra olayların var olmasına ve görünüşte çelişkili olabilecek
fakat bir bütün olarak dış politikalara ve stratejik hedeflere hizmet edecek bilinçli bir sistem oluşturan belirli hedeflere hizmet etmek için kullanılmasına izin veren analiz ve okumayla bilimsel
bir yaklaşıma ihtiyaç duyuyor.
Dört yıl boyunca Hindistan’da yaşadım. Bir buçuk milyar vatandaşın olduğu ülkede demokrasinin nasıl uygulandığını ve böylece hedeflere ve vizyonlara otomatik, yazılı olmayan bir sırayla
ulaşıldığını yerinde görme fırsatı yakaladım. Farklı dinlerin, farklı kültürlerin ve farklı dillerin olduğu ülkede birçok ihlal işlenmesine rağmen, fikir ve inanç özgürlüğünün ülkenin anayasası
tarafından koruması yeterli. Buradan çıkarılacak dersle rol dağılımının belirli bir ülkeye ya da belirli bir bölgeye odaklanmadan politikacılara ve karar vericilere büyük hizmetler sağlayabileceği
sonucuna varılabilir.
Açıkça itiraf edeyim ki ben parlamenter devlet taraftarıyım ve onun savunucusuyum. Başta İngiltere, Hindistan ve Avusturya olmak üzere diplomatlık yaptığım ülkelerde de parlamenter sistemin
nasıl işlediğini gördüm ve parlamenter sistemin, siyasi partilerin çokluğuna göre rollerin dağılımına izin veren kamusal alanda yeterli bir alan açan güçlü partiler sistemi olduğunu keşfettim.
Çoğunluğun oyunu alarak tek başına partisiyle ya da başkalarıyla koalisyon oluşturarak siyasi hayatın dümenine geçen bir başbakan tarafından yönetilen parlamenter sisteme sahip ülkeler de dahil
olmak üzere birçok demokrasi mükemmel bir şekilde işliyor. Bu sayede hiçbir otoriter taraf, halkının büyük çoğunluğunun desteği olmaksızın iktidarı ele geçiremiyor ya da ülkeyi farklı şekilde
yönetemiyor.
Çoğulculuğun, halk kitlelerinin aynı fikirde olmadığı genel bir siyasi fenomen haline geldiği bir zamanda milletler ve halklar farklı vizyonlara sahipler ve birden fazla yol izliyorlar. Çünkü
siyasi partilerden, entelektüel derneklerden ve anayasal örgütlerden gelen ve bir bütünlük içinde uyumlu, herkesin savunduğu bir milli sinerji oluşturan meşru kanalları var. Bu kanallara da şiddet
kullanarak değil, karşılıklı rıza göstererek ulaştılar.
En önemli konulardan biri olan Araplar olarak sabırsızlıkla beklediğimiz, Batı ve Asya ülkelerinin öne çıktığı ve Yahudi devletinin şu anda insani sempatinin siyasi desteğin ötesine geçtiği farklı
bir aşamaya giren Arap-İsrail çatışmasında çeşitli olaylarda dikkate değer sonuçlar elde ettiği rol dağılımı meselesiyle ilgili okumamız böyleydi.