Türkiye’de asgari ücret tek işçiye göre belirleniyor, oysa ILO’ya göre ailesiyle birlikte değerlendirilmeli. Rakamın ötesinde çalışanın alım gücü hesaba katılmalı.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 7 Aralık 2022 tarihinde ilk toplantısını yaptı. Toplantıda taraflar, genel yaklaşımlarını ortaya koydular. Komisyonda, işçi kesimini temsilen Türk-İş, işveren kesimini temsilen TİSK ve hükümet kanadını temsilen de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkilileri bulundu.
Her kesimi beşer kişi temsil ediyor, komisyon toplam 15 kişiden oluşuyor. İşçi kesimi, komisyon toplantılarına işin başından itibaren 2-1 yenik başlıyor. Şimdiye kadar bu toplantılarda büyük ölçüde işveren ve hükümet kanadı birlikte hareket etti.
Aslında komisyonun bu yapısı bile baştan işçi aleyhine bir kompozisyon yaratıyor. Oysa Avrupa’da asgari ücret çok azınlık bir kesimi ilgilendirdiği gibi bu ücretin saptanmasında da büyük ölçüde toplu sözleşmeler etkili oluyor. Bu açıdan bakıldığında tarafların eşit gücüyle bir pazarlık yapılıyor. Anlaşmazlık olduğunda grev yolu açık.
Keza Avrupa Birliği ülkelerinde asgari ücretle çalışanların oranı sadece yüzde 4 dolayında. Ülkemizde ise, 17 milyon civarında çalışanın yüzde 50’ye yakını asgari ücretle çalışıyor.
AİLE DİKKATE ALINMALI
Türkiye’deki Asgari Ücret Yönetmeliğine göre, asgari ücret tek bir işçinin “gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” şeklinde tanımlanıyor.
Oysa ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü), özellikle gelişmekte olan ülkelerde çok düşük ücret alan işçilerin korunması amacıyla 1970 yılında 131 sayılı bir sözleşmeyi kabul etmiştir. 131 sayılı ILO sözleşmesine göre, “asgari ücretler tespit edilirken ülkedeki genel ücret seviyesi, işçinin ailesi, kalkınma ve istihdam sorunları göz önünde tutulacaktır.”
Görüldüğü gibi ILO sözleşmesinde, asgari ücretin saptanmasıyla ilgili olarak ailenin ihtiyaçları dikkate alınmaktadır. Türkiye ise, 50 yıldan fazla bir süredir bu sözleşmeyi onaylamamıştır. Öncelikle bu sözleşme onaylanmalıdır.
ALIM GÜCÜ ESAS OLMALI
Asgari ücretin saptanmasında rakam kuşkusuz önemli ancak asgari ücret açıklandıktan kısa bir süre sonra fiyatlardaki artış, hayat pahalılığı nedeniyle bu ücretin alım gücü yine düşmektedir.
Alım gücünü koruyacak, enflasyonu kontrol altında tutabilecek, çalışanlara büyümeden pay aktarabilecek, vergi adaletini sağlayacak politikaların da yürürlüğe konması gerekiyor. O nedenle alım gücünü esas alan bir asgari ücretin saptanmasının gerekli olduğu gözüküyor.
Halen 5 bin 500 TL olan asgari ücretin yeniden saptanmasıyla ilgili olarak tarafların açıklamaları şu yönde oldu: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yaptığı bir anket araştırmasını göre, asgari ücretin 7 bin 845 TL olarak saptanması gerektiği görüşü ortaya çıktı.
Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay da, dört kişilik bir ailenin sadece gıda masrafından oluşan açlık sınırından, yani 7 bin 785 TL’den itibaren pazarlığın başlayacağını ancak bunun üstünde bir rakamı tartışacaklarını açıkladı.
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu da, dört kişilik bir ailenin asgari geçim şartlarını belirleyen yoksulluk sınırının 26 bin liranın üstünde olduğuna dikkat çekti. Çerkezoğlu, bir evde iki kişi çalıştığına göre asgari ücretin en az 13 bin 200 TL olması gerektiğini savundu.
Hak-İş’in önerisi de 10 bin lira. Bu koşullarda “son belirleyici” olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 2023 seçimlerini dikkate alarak asgari ücretin 8 bin – 8 bin 500 TL civarında saptanması bekleniyor.
TÜRK-İŞ’İN DİĞER TALEPLERİ
Komisyonda Türk-İş’i temsilen Türk-İş Genel Sekreteri ve Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Pevrul Kavlak başkanlığında bir heyet görev yapıyor. Türk-İş Genel Sekreteri Pevrul Kavlak, zam pazarlığının yanı sıra asgari ücretin belirlenmesinde çalışanlara büyümeden adil bir pay verilmesi, vergi adaletsizliğinin giderilmesi, bu anlamda çalışanların yüksek vergi oranlarının düşürülmesi ve asgari ücretin ortalama ücret düzeyinden çıkarılması, esas itibariyle alım gücünün artırılması üzerinde duracaklarını belirtti.
Pevrul Kavlak, devletin pasaport harçları, trafik cezaları gibi konularda yüzde 123 oranındaki Yeniden Değerleme Oranı üzerinden bir artırım yaptığına dikkat çekerek enflasyon oranının en az bu kadar olduğunu vurguladı.
Türk-İş Genel Sekreteri Kavlak, işçiler üzerindeki vergi kesintilerinin de yüksekliğine işaret ederek şu görüşleri savundu:
“2002 yılında gelir vergisi tarifesi, brüt asgari ücretin 22.9 katı iken günümüzde sadece 4.9 katına denk gelmektedir. İşçinin ücreti, yılbaşını takiben kısa bir süre sonra hemen vergi dilimine giriyor. Ücretin yarısı vergiye gidiyor. Bu nedenle vergi dilimi oranlarının mutlaka düşürülmesi lazım. Keza sendikal örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılarak asgari ücretli kapsamının da daraltılması gerekmektedir.”
SENDİKALAŞMA YAYGINLAŞMALI
Türkiye’de asgari ücretle çalışanların nerdeyse yüzde 50 dolayında olmasının asıl nedeni, anayasal bir hak olan sendikalaşma, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkının kullanılamaması ve dolayısıyla sendikal örgütlenme üzerindeki baskılardır.
DİSK-AR’ın verilerine göre Türkiye’de toplu iş sözleşmesi kapsamında olan işçilerin oranı yüzde 7.5’tir, özel sektörde ise bu oran yüzde 6’nın altında bulunmaktadır. Oysa bu oran OECD ülkelerinde yüzde 32, AB ülkelerinde ise yüzde 60 dolayındadır.
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun da ifade ettiği gibi: “Sendikalaşma baskı altına alındıkça, toplu pazarlık kapsamı daraldıkça, grevler yasaklandıkça asgari ücretle çalışanların oranı yükseliyor. Asgari ücret giderek ortalama ücret haline geliyor. O nedenle sendikal örgütlenme önündeki engeller kaldırılmalı, işçiler toplu sözleşme ve grev haklarıyla ücretlerini yükseltmeli, alım güçlerini korumalıdır.”