Siyonist işgal rejimi ve müttefiki ABD, Gazze’de şimdiye kadar soykırımın etkili olması için katliam, yıkım ve yıldırma taktiklerini son raddesine kadar kullandı. Ama beş aya yakın bir süredir devam eden bu vahşi saldırılarından istedikleri sonucu elde edemediler.
Başta şunu özellikle vurgulayalım ki bu savaşın sadece İsrail’in savaşı olduğunu hiç kimse iddia edemez. Cephede ve lojistik alanda savaşı ABD ile birlikte sürdürüyor. Dolayısıyla ikisi doğrudan ve bilfiil savaşın içindedir. ABD’nin yönlendirdiği muhtelif Avrupa ülkeleri araç ve imkanlarıyla savaşa fiili destek veriyor. Arap dünyasındaki rejimlerin de önemli bir kısmı yine ABD baskısıyla etkisiz hale getirilmek, Filistin halkına yardım ve desteğin önünü kesmek, kitlesel eylemleri engellemek suretiyle işgal rejimine dolaylı katkıda bulunuyorlar. O yüzden savaş siyonist işgal rejiminin, ABD’nin, onun güdümündeki diğer emperyalist güçlerin ve İslam dünyasındaki ihanetçi rejimlerin ortak savaşıdır. Filistin direnişi de işte bunların tümüne karşı kararlılıkla mücadele ediyor. Bunu basite almamak ve direnişin başarısını onun sahip olduğu güçle karşısındaki düşmanın gücü arasındaki farkı nazarı dikkate alarak değerlendirmek gerekir.
İşgal rejimi ve onunla birlikte bilfiil savaşa iştirak eden ABD, Gazze’de katliam ve yıkımlar yoluyla bölge halkını oradan çıkarma, direnişi dize getirme, onu silah bırakmaya zorlama, siyonistlerin esirlerini pazarlıksız teslim alma ve bölgedeki idari mekanizmayı yeniden işgal rejiminin yönlendirebileceği tarzda şekillendirme planlarının önünü açık gördükleri sürece ateşkese hiçbir şekilde yanaşmıyordu.
Ama bugün bir bataklığa saplandıklarının, savaşın uzayıp gitmesinin kendi açılarından da büyük sıkıntılara sebep olacağının ve uluslararası kamuoyunda siyonist vahşete ve ona destek veren küresel emperyalist güçlere tepkinin sürekli arttığının farkına varmaları sebebiyle bir ateşkes planı üzerinde düşünmenin zorunlu olduğunu kabul etme ihtiyacı duydular.
ABD’yi ateşkese zorlayan en önemli etken seçim ortamının oluşturduğu hassas durum, işgal rejimini zorlayan en önemli sebep ise savaşın uzayıp gitmesinin hem direnişin elindeki esirlerin hayatlarını da tehlikeye sokması sebebiyle bunun siyonist topluma yansımalarının işgal hükümetini zor durumda bırakacağı endişesi, hem de ekonomik, toplumsal ve siyasi krizin sürekli büyümesidir.
Ancak işgal rejimi yine de ateşkesle birlikte Filistin direnişinin taleplerini kabul etmek zorunda kalmamak için elindeki bazı araçları son raddesine kadar kullanmak suretiyle halkı ve onun meşru haklarını savunmak için zorlu bir mücadele veren direnişi sıkıştırmak istiyor. Bu araçlardan biri daha önce de sözünü ettiğimiz aç bırakma silahıdır ki işgal rejiminin bu silahı kullanma yöntemleri vahşette sınır tanımama konusunda tarihteki benzerlerini çok geride bıraktığını ortaya koymuştur. İşte böyle bir vahşet çağdaş Batı uygarlığının insanlığa hediyesidir! Böyle bir vahşeti insanlığa hediye edenler onun varlığını sürdürmesini de öncelikli bir gaye olarak görüyorlar. Eğer küresel emperyalizmin karartma politikaları etkisini kaybederse belki gelecek nesiller Moğol katliamlarını, Hitler’i ve benzerlerini konuştukları gibi siyonist vahşeti de daha açık yürekli bir şekilde ve gerçek yüzünü daha yakından teşhis ederek konuşur.
Netanyahu’nun ateşkes konusunda istediklerini kabul ettirebilmek için kullandığı araçlardan biri de bir buçuk milyon insanın yaşadığı ve herhangi bir kara saldırısı düzenlenmesi durumunda korkunç felaket yaşanması tehlikesi bulunan Refah bölgesine yönelik saldırı tehdidini tekrar edip durmasıdır. Ona bu tehdidi sürekli kullanma cesareti veren ise yine kendisiyle birlikte bilfiil savaşa iştirak eden ABD’dir.
Yani işgalci siyonist ve ortağı ABD, savaş ve katliam yoluyla elde edemediğini ateşkes oyunuyla elde etmeye çalışıyor. Bunu başarabilecek mi sorusuyla ilgili kanaatlerimizi inşallah müteakip yazımızda dile getirmeye çalışacağız.