İsrail işgal rejiminin Gazze’de her yönüyle bir soykırım savaşı sürdürdüğü çok açıktır. Bu konuda herhangi bir şüpheye mahal yok.
Bu gerçeği BM’nin İşgal Altındaki Filistin Toprakları Özel Raportörü Francesca Albanese de BM İnsan Hakları Komitesi’nin 55. oturumuna sunduğu raporunda dile getirdi. Albanese, İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığına inanmak için yeterince ve kesin deliller bulunduğunu belirtti.
Albanese raporunda, işgal rejiminin Gazze Şeridi’ne yönelik insanlık dışı saldırılarının insani açıdan ne gibi sonuçlara sebep olduğu hakkında ayrıntılı bilgilere yer verdi ve bütün bu gerçeklerin İsrail’in soykırım yaptığını ortaya koyduğunu dile getirdi.
İşgal rejiminin şu an Gazze bölgesini kıskaca alan “aç bırakma” politikası da başlı başına bir soykırım uygulamasıdır. Üstelik savaşlarda halkları toptan imha etmek veya teslim olmaya zorlamak için kullanılan en vahşi silahtır.
İşgal rejimi “soykırım” politikasının yanı sıra Filistin topraklarında, uluslararası hukukun “savaş suçu” saydığı fiillerin tümünü üstelik binlerce kez işledi.
En başta hastanelerin, sağlık kurumlarının, sağlık görevlilerinin ve araçlarının hedef alınması bir savaş suçudur. İşgal rejimi Gazze’ye yönelik insanlık dışı savaşının başlangıcından beri hastaneleri ve sağlık kurumlarını öncelikli hedef olarak gördü. Aralarında doktorların da bulunduğu çok sayıda sağlık görevlisini kasten öldürdü. Çok sayıda sağlık personelini esir alıp işkence etti. 100’den fazla ambülansı kasten hedef alarak imha etti.
Basın mensuplarının öldürülmesi de savaş suçu sayıldığı halde siyonist işgal güçleri Gazze’deki vahşi katliamlarının ve insanlık dışı uygulamalarının dünya kamuoyuna yansıtılmasını engellemek için gazetecilere karşı planlı şekilde saldırılar düzenledi. Bu yüzden siyonistlerin Gazze’ye yönelik soykırım savaşlarında öldürülen gazeteci sayısı İkinci Dünya Savaşı’nda öldürülen gazeteci sayısını geçti.
İbadet mekanlarının vurulması da savaş suçudur. İşgal güçleri Gazze’de 1000’den fazla camiyi ve üç kiliseyi tamamen yerle bir etti.
Güvenli bölge ilan edilen yerlerin vurulması da savaş suçu sayılmaktadır. Siyonist işgal rejimi, insanları tuzağa düşürmek amacıyla bazı yerleri “güvenli bölge” ilan ederek sonra oralara saldırı düzenleme taktiğinden bundan önceki savaşlarda da birçok kez yararlanmıştı. Gazze’ye yönelik son soykırım savaşında ise bu taktiğe daha sık bir şekilde başvurdu. Nitekim geçtiğimiz salı günü, Han Yunus’un batısındaki El-Mevasi bölgesinde bir ailenin barındığı sığınmacı çadırına saldırı düzenlenerek aralarında çocukların da bulunduğu 12 kişi topluca öldürüldü. Oysa bu ailenin barındığı çadırın yer aldığı bölge işgal güçleri tarafından “güvenli bölge” ilan edilmişti.
Örnekleri çoğaltabiliriz ve hepsini saymak için bir makale değil belki bir ansiklopedi yazmak gerekebilir.
Ama Batı emperyalizmi işgal rejiminin savaş suçlarından yargılanmasına ve soykırım ile suçlanmasına hiçbir şekilde destek vermiyor. Bunun tek sebebi siyonist işgalcilere sınırsız destek vermeleri değildir. Asıl ve en önemli sebebi kendilerinin de bilfiil bu savaşın içinde olmalarıdır. ABD başta olmak üzere Batı emperyalizminin başını çeken bütün zulüm rejimleri Gazze’de işgal rejimiyle birlikte bilfiil savaşıyor.
Disclose isimli bir Fransız araştırma sitesi Fransa’nın Gazze Savaşı’nda işgalci siyonistlere yaptığı silah yardımlarıyla ilgili bir dosya yayınladı. Fransız yetkililerin bu dosyada yer alan bilgileri yalanlamaları onları suç ortağı olmaktan çıkarmaz. Gazze’de öldürülen işgalci askerlerden bazılarının Fransa’dan gittiği biliniyor.
Bu itibarla Gazze’deki soykırım ve savaş suçları işgalci siyonistlerin yanı sıra onlarla aynı safta duran emperyalist güçler tarafından birlikte icra ediliyor. Ama ne yazık ki bugün “uluslararası hukuk” adı verilen sözde hukuk sistemi de onların tahakkümü altında. Bugün insanlığın küresel diktatörlüğe ve zulme karşı bir devrim gerçekleştirmeye ihtiyacı var.