Batıla Muhalefet

Eklenme Tarihi: 19 Kas 2015
5 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Batıla Muhalefet

İslam, ferdi, ailevi, içtimai ve toplumsal hayatın her safhasında Allah ve Rasulü tarafından kanun ve kurallarla çerçevesi çizilmiş olan bir hayat nizamıdır. Vahye dayalı bu hayat nizamında başka ideolojilere ve yaşam tarzlarına benzemeye yer yoktur. Lakin İslamî bir medeniyet kurmayı hedefleyen Müslümanların başka medeniyetlerin inanç, kültür ve yaşam tarzlarını benimsemeleri kendi medeniyetlerinden vazgeçmeleri anlamına gelir. Bu yüzden İslam kendisine tabi olanların başka din, kültür ve yaşam şekillerine benzemesini caiz görmemiştir.

Peygamber Efendimiz: “Kim bir kavme benzerse o da onlardandır”1 buyurarak batıla muhalefet etmenin İslamî bir görev olduğunu beyan etmiştir. Şurası iyi bilinmelidir ki gayr-ı İslamî olan her şeyi reddetmek dinimizin ana prensiplerinin başında gelir. İslam’ı kabul etmek, batılın her türlüsünden yüz çevirerek şirkin bütün unsurlarından arınmış bir hayatı yaşamayı gerekli kılar. Bir mümin Tevhid kelimesinden yana tercih yaptığında batıl ile tüm yollarını ayırmış olmaktadır. Zira Tevhid “Lâ” diyerek başlamakta ve kendisinin dışındakilere muhalefeti ilk başa koymaktadır.

Dolayısıyla batıla muhalefet konusu İslam’ın ana ilkelerinden biridir.

İslam gerek itikadî olarak gerekse amelî olarak batıla benzemenin her türlüsünü reddetmiştir. Bu noktada müşriklerle ehli kitap olan Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında bir fark yoktur. “Ey iman edenler, eğer kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız, iman ettikten sonra sizi kâfirliğe döndürürler.”2 Meselenin önemi anlaşıldığına göre, batıla benzemenin hangi şekillerde ortaya çıkabileceği üzerinde durmakta fayda vardır. Çünkü batıla benzemenin tamamı aynı değildir. Bu benzeme her türlüsü ile reddedilmiş olmakla beraber itikadî olduğunda farklı anlaşılmakta ameli olduğunda başka türlü anlaşılmaktadır. Batıla benzeme bazen bir mekruh olarak, haram olarak, bazen de küfür olarak ortaya çıkar. Kur’an ve Sünnet’in kesin çizgileriyle reddedilmiş bu teşebbüh (benzeme), Allah Rasulü’nün uygulamaları ile iyice anlaşılmış, sahabe, tabiin ve sonrakiler tarafından dikkatle takip edilmiştir. Zira bu mesele yeteri kadar önemsenmediğinde, zamanla Müslümanların kalbinde küfre ve şirke karşı bir merhamet hatta daha da kötüsü bir özenti ve muhabbet başlayacaktır. Bu ise neticede kişiyi isyana ya da küfre yöneltebilmektedir. Teşebbüh; başlangıçta masum gibi görünse de tuzaklarla ve tehlikelerle dolu bir yoldur. Çünkü bu yolu tercih eden kişilerin hayat tecrübeleriyle sabittir ki bu yolun sonu ya harama ya da küfre girmektir. İşte bu yüzden İslam her türlü meselede batıla benzemeyi men etmiştir. Velev ki bu giyim kuşam dahi olsa…

Kur’an ve Sünnet’in Batıla Benzemeye Bakışı

Abdullah bin Amr Radıyallahu Anh rivayet ettiği hadiste; Peygamberimiz kâfirlere ait kıyafetlerin giyilmesini yasaklamıştır. Abdullah bin Amr şöyle demektedir: “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim üzerimde boyanmış iki elbise gördü de şöyle buyurdu: “Doğrusu bunlar kâfirlerin giysilerindendir. Onları giyme.”3 Men edilen giysileri müşrik ve kâfirlere ait her türlü kılık kıyafet olarak anlamalı ve günümüz moda sektörünün İslam kültürünü yozlaştırmadaki rolü ile ilgili kafa yorulmalıdır.

Hz. Ömer Radıyallahu Anh bu meseleyle ilgili şunları söylüyor: “Sizi zenginlikler içerisinde kendinizi kaybetmekten, lüksten, cahiliyeye ait kıyafetler giymekten ve ipek elbiseler giyinmekten men ederim.”4 Bu yasaklama teşebbühün ameli boyuttan itikadî boyuta sıçramasını önlemek maksatlı olmakla beraber İslam toplumunun bozulmadan muhafaza edilebilmesi için de şarttır.

İbadetlerde dahi başka dinlere benzemeye müsaade edilmemiştir. Bu bağlamda; Ebu Bişr, Ebu Umeyr b. Enes’ten şu hadisi rivayet etmiştir: “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Müslümanları namaza nasıl davet edeceği konusunda ashabıyla istişarede bulundu. Kendisine, Yahudilerin yaptığı gibi boru çalınmasını teklif ettiler. Bu, onun hoşuna gitmedi ve: ‘O, Yahudilere aittir’ buyurdu. Bunun üzerine Hıristiyanlara ait çanı hatırlattılar. ‘O da Hıristiyanlara aittir’ diyerek hoş karşılamadığını belirtti.”5

Namaza çağırma konusunda Ehl-i kitaba muhalefet eden Efendimiz, Aşure günü Ehl-i kitabın da oruç tuttuğunu görünce, onlara benzememek için önüne ya da arkasına bir gün ilave ederek oruç tutmayı tembih etmiştir. Hz. Ömer Radıyallahu Anh şöyle demiştir: “Cahiliye ehli (Hac’da) güneş doğuncaya dek toplanma yerinden gitmezlerdi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise güneşin doğmasından önce oradan ayrılır ve şöyle derdi: “Bizim yolumuz müşriklerin yolundan ayrıdır.” Ömer b. Hattab Radıyallahu Anh şöyle dedi: “Acemlerin rumuzlu sözlerini öğrenmeyin. Bayramlarında müşriklerle birlikte kiliselerine girmeyin. Çünkü Allah’ın gazabı onların üzerine iner.”6 Dikkat edilirse Hz. Ömer, Acemlerin bazı sözlerini öğrenmeyi ve bayramlarında kiliselerine girmeyi yasaklamıştır. Onların bayramlarına ve bir takım festivallerine katılmak ve onlar gibi hareket etmek, yaş günleri ve yılbaşılarını kutlamak, hatta onları seyretmek büyük bir tehlikedir.

Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Sizin dostunuz ancak Allah, Rasulü ve iman edenlerdir.”7

Ayet, hadisler ve sahabilerin uygulamaları sonucu ümmetin âlimleri, kâfir ve müşriklere muhalefet etmek ve onlara benzememek gerektiğinde icma etmişlerdir.

Kâfire teşebbühün modern toplumlardaki yansımalarını da iyi anlamak gerekir. Çünkü bu benzeme sadece amelî ve ahlakî olmaktan çıkarak ideolojik boyutlara ulaşmıştır. Siyasette demokrasi, ekonomide faizli sistemler, kanun deyince laik anayasa, giyim kuşamda moda, dünya işlerinde şehvet yaşam modeli haline gelmiştir. Öyle ki bir âlim Allah’ın hükmüne çağıracak olsa, bizzat Müslümanım diyenler tarafından garipsenir hale geldi. Siyasi meselelere İslamî çözüm teklifinin garipsenir olması, Müslümanların laikleştiğinin bir göstergesidir. Maalesef inandığı gibi yaşamayı bırakıp batılı taklide dalan İslam toplumu, zamanla yaşadığı gibi inanmaya başladı.

Ne acıdır ki insanlara öncülük edecek olan İslam toplumunun fertleri günümüzde, hemen her konuda cahiliyeyi taklit eder bir anlayış ve davranış içindedirler. Ahlaki, siyasi, ekonomik, kültürel, hukuki ve sosyolojik her meselede batılılar gibi düşünen ve yaşayan şuursuz bir toplum bulunmaktadır. Kendini Müslüman gören bu topluluk amelî ve itikadî olarak peygamberimizden çok, bir papazı andırmaktadırlar.

İdeolojilerin ve siyasi ekollerin kulu haline getirilen bu uyuşturulmuş zavallılar, Kur’an ve sünnete uymayı kendilerine yakıştırmamaktadırlar. İşte bu şuursuzlaşma ve aşağılık kompleksi günümüz dünyasının en belirgin teşebbühüdür.

Oysa biz Ümmet-i Muhammed’in, tek örnek ve önderi Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’dir. Taklide ve benzemeye en layık olan da O’dur. O’na benzemenin dışındaki her özenti ya da taklit, insanı harama ya da küfre sürükleyecektir.

“De ki: Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır, merhamet edendir.”8

1-Ebu Dâvud 4031 2-Âli İmran: 100 3-Müslim, Libas: 29-31, Ebu Dâvud, Libas: 8, Nesai, Zinet 4-Buhari, Libas: 25, Müslim, Libas: 11, 21 5- Ebu Dâvud Salat: 27 6-Beyhaki Sünenü’l-Kübra 7-Maide: 51-55 8-Âli İmran: 31

Kaynak: FURKAN NESLİ