Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri kimdir?
1876 yılında Bitlis'in Nurs köyünde doğmuştur. Nurculuk hareketinin kurucusu olan Said Nursi, hayatı ve mücadelesi ile ümmete öncü olmuş çilekeş bir dava adamıdır. Bediuzzaman Said Nursi; Mektubat, Lem'alar, Sözler gibi yazınlarının bulunduğu Risale-i Nur Külliyatı ile arkasında koca bir sadaka-i cariye bırakmıştır.
Said-i Nursi'nin Doğumu ve Gençliği
Küçük yaşlardan itibaren ilme olan ilgisi nedeniyle sorgulama karakteri önplana çıkan Said Nursi, ilk eğitimini ağabeyi olan Abdullah’dan aldı. Dokuz yaşından itibaren çıktığı eğitim yolculuğunda birçok mektep, medrese gördü ancak hiçbir yerde uzun süre durmadı. Üç aylık, en uzun ve düzenli eğitimini, 14 yaşında Doğubayazıt’taki Beyazıt Medresesi'nde, Şeyh Mehmet Celâlî'den aldı. Zeki, cesur, atak bir karaktere, keskin, parlak ve güçlü bir zekaya sahipti.
Bu özellikleri onu öyle bir seviyeye çıkarıyordu ki, normal zamanda 15 yıl sürmesi gereken klasik medrese eğitimini üç aya sığdırdı. Onun gösterdiği olağanüstü gelişmeyi anormal karşılayanlar ve buna inanmayanlar münazaralar düzenleyerek kendisini sınadı. Zamanın medrese alimleri arasında gelenek olan münazaralarda elde ettiği başarı ve mütalaa ettiği külliyatları kolayca hafsalasına alması sayesinde Bediüzzaman Said Nursi kendini ispatlamış oldu.
Âlimlere rüştünü ispatlayan, ufak yaşta yüksek bir ilmi seviyeye ulaşan, anlaşılması en zor konuları dahi hemen kavraması, okuduğu ve incelediği kitapları bir kerede ezberine alması gibi özelliklerinden ötürü “Molla Said”e, zamanın âlimleri “zamanın emsalsizi, benzersizi” anlamında “Bediüzzaman” unvanını verildi. Bu medreseden icazetini alarak Doğubayazıt’tan ayrılan Bediüzzaman, erken yaşına rağmen klasik medrese ilminin sınırlarını aşan engin bir birikime sahip oldu.
Bediüzzaman ne demek?
Bediüzzaman; Zamanın bedi'i anlamında kullanılan, yaşadığı zaman diliminde ilim zeka yönünden kendisi gibi görünmeyen kişi anlamlarını taşımaktadır. Kimseye benzemeyen ve zamanın ‘garib ve acaibi’ manasındadır.
Dönemin medrese âlimleri arasında gelenek olan ilmi münazaralarda gösterdiği başarı, genç yaşta ulaştığı ilmi seviyesi ile herkesi şaşkına düşürmesi, anlaşılması en zor konuları bile hızlıca kavraması, okuduğu ve mütalaa ettiği kitapları bir defa okumakla ezberine alması gibi özelliklerden dolayı kendisine “zamanın emsalsizi, benzersizi” anlamında “Bediüzzaman” unvanı verilmiştir
Bediüzzaman unvanının başındaki "bedi" ifadesi, zaman kavramı ile birlikte zikredilmesinden dolayı, manası özelleşmektedir. Yani burada benzersiz olması kendi gibi zamanında yaşayan diğer bilgin ve alimlerle kıyasından dolayıdır.
Said Nursi’den önce de bu unvan başka alimler için kullanılmış, onların yaşadıkları zamandaki kıymetleri, bu unvan ile ortaya konulmuştur. Örneğin, Arap edebiyatının önemli alimlerinden olan Bediüzzaman el-Hemedani (v.398/1008) meşhur bir bilim adamı olan Bediüzzaman Ebu’l-İzz İsmail el-Cezeri (12.13. yy) ve bunun yanı sıra İranlı alim Bediüzzaman Füruzanfer (v.1970) gibi alimler bu unvanla anılagelmişlerdir.
Bediüzzaman Said Nursi ve Medresetü’z Zehra Projesi
Bu azimle, eskiden beri hayalini kurduğu "Medresetü'z-Zehra" projesinin artık gerçekleşmesinin zamanı geldiğini düşünüyordu. Bu devasa projenin hayata geçmesi için Tahir Paşa ile yaptığı görüşmeler sonucunda, resmi makamların yardımı için 1907' de, otuz yaşlarında bulunuyorken İstanbul'a gitti. Sistemin eğitim sorununu eleştirel bir şekilde dile getiren ve bu konudaki görüşlerini çekinmeden açıkça beyan eden Bediüzzaman Said Nursi devlet erkânının dikkatini çekecektir. Bediüzzaman eğitimde gördüğü eksiklik ve yanlışlıkları ardından olması gerekenler hakkındaki projesini, fikirlerini içeren dilekçesini Saray'a sundu.
Bir yandan Said Nursi’ye bazı âlimlerin hasımca tavır takınmaları ve bir yandan da özgürlüklerin, hürriyetin kısıtlandığı bir dönemde, Bediüzzaman'ın mevcut eğitim politikalarını eleştiren cesaretli ve korkusuz konuşmaları, Saray'ın dikkatini çekip, sıkı gözetim altına alınmıştı. Bir süre sonra, "Her soruya cevap veren ve Saray'a karşı böyle pervasız olup, eleştiriler getiren bir adam, olsa olsa deli olabilir." denilerek, Said Nursi akıl hastanesine sevk edildi…
Bediüzzaman, doktora buraya neden gönderildiğini anlatır ve büyük bir deha ile karşılaştığını fark eden doktor: "Şimdiye kadar İstanbul'a gelenlerin içerisinde zekâ ve fetanetçe (aşırı zeki) böyle bir nadire-i cihan bulunmuş değildir” şeklinde bir rapor hazırlayıp ve Saraya gönderir. Bu raporu alan ve daha önce İkinci Abdülhamid'e Üstad hakkında iftiralarda dolu, yalan yanlış bilgiler vererek, onu yanıltan Saray paşaları telaşa düşerler ve bir an önce onu İstanbul'dan uzaklaştırmanın yollarını ararlar. Ve kendilerinde ilk tedbir olarak hemen bir hapishaneye naklettirirler…
Yolundan Dönmesi İçin Yapılan Teklifler
Fikirlerinden vazgeçmesi için Bediüzzaman Said Nursi’ye rüşvet teklif ederler o bunlara cevap olarak: "Ben maaş dilencisi değilim. Kendim için değil, milletim için geldim. Hem de bunu bana teklif etmek, rüşvet ve susma payıdır. Benim şahsi menfaatimi neden milletin genel menfaatine tercih ediyorsunuz?" der.
Rüşvetin yolundan dönmeyen bu adama fayda vermeyeceğini anlayan paşalar:
"Nasıl ve hangi cesaretle Padişah'ın teklifini reddediyorsun, sonun çok vahim olacaktır."
Diyerek tehdit yoluna girerler. Bediüzzaman cevap olarak:
"Reddediyorum, ta ki Padişah beni çağırsın da gerçekleri söyleyeyim. Hem, idam olunsam, bir milletin kalbinde yer edeceğim..." Diyerek bu tehdide beş para önem vermez ve güçlü imanı, kıvrak zekası ile esas tehdidi “eğer idam olunsam bir milletin kalbinde yer ederim” diyerek onların istemediği durumu anlatıp kendisi yapar…
Bediüzzaman Said Nursi ve 31 Mart Olayı
31 Mart Olayı sıralarında İstanbul’da bulunmuş ve dönemin siyasi, sosyal ve kültürel olaylarıyla ilgilenmiştir. Gelişen olaylara yazılı ya da sözlü olarak yorumlar getirerek tartışmalara katılmıştır. Özellikle olayın merkezinde yer alan Volkan gazetesine de zaman zaman yazı vermesi ve İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinin çeşitli faaliyetlerine katılması gibi bir takım özellikler onun isyanla ilişkisini çözümlemeyi daha da zorlaştırmış; ciddi bir belge çalışması yapmayan ideolojik çalışmaların kolayca malzemesi olmasına olanak sağlamıştır. Resmi tarih tezleriyle ele alınan birçok çalışmada 31 Mart Olayı’na katıldığı ve isyanı çıkaranlardan olduğu anlatılmış; ayrıca 31 Mart çeşitli boyutları gözlerden uzak tutularak, sadece bir “irtica” hareketi olarak yorumlanmıştı. Olaya yüklenen bu siyasi özelliğin doğal bir sonucu olarak, olayın aktörleri ya göklere çıkarılmış ya da yerilmiştir.
Said Nursi ise 31 Mart Olayı’nın çok nedenli olarak anlaşılması gerektiği görüşündedir. Ona göre, ihtilali hazırlayan huzursuzlukların kaynağı;
- İttihad ve Terakki Partisinin istibdat ve baskısı,
- Fırkaların tartışma konusu olan bakanların değişmesi,
- Abdülhamid’in tahttan düşürülmesi,
- Askerlerin hislerine ve dini hassasiyetlerine muhalif durumları önlemek,
- Hasan Fehmi Beyin katillerini bulmak,
- Kadro haricine çıkanları mağdur etmemek ve
- Meşrutiyetin ilanından sonra hürriyet adına asayişi ihlal eden ve ahlaksızlığı yaygınlaştıran tavırlara engel olmak gibi durumlardır…
İstanbul’da artık asayişin bozulması, can güvenliğinin kalmaması, dükkânların talan edilmesi gibi sıkıntılı vaziyete rağmen, bazı fedakârlar Meşrutiyetin müdafaa ve muhafazası için elden geldiği kadar çalışmışlar ve hatta neşriyat yapmışlardır. Said Nursi de bunlardan birisidir. Bediüzzaman, bu dönemde, huzursuzlukları gidermek, askerlerin zabitlerine karşı itaatini sağlamak için yazılar yazıyor, onlara hitaben konuşmalar yapıyordu. Beyazıt’ta talebelerinin mitinglerinde, Ayasofya mevlidinde ve Ferah tiyatrosunda heyecan veren konuşmalar yapmıştır. İstanbul’da bütün bu gelişmeler olurken, Üstad olayın mahiyetini anlamaya çalışıyordu. Bir süre dışarıdan izledi.
Yedi renk süratle çevrilirse yalnız beyaz göründüğü gibi, sadece “lafz-ı şeriat”ın göründüğüne şahit oldu. Bunun üzerine, isyanı nasihatle önlemek istedi; ancak, olayın boyutları çok büyük olduğu için nasihatin yetersiz kalacağından dolayı, oradan uzaklaşarak Bakırköy’e gitti. Rastladığı tanıdıklarına da bu olaya karışmamalarını tavsiye ediyordu. İsyan bölgesinden uzaklaşmasının nedeni kendisinin ortalıkta görünmek istememesiydi. Çünkü çevrede görünmesi halinde, isyanı desteklediği yönünde yanlış bir kanı ortaya çıkacak ve yeni iştirakler olacaktı.
Ayrıca isyana karıştığını iddia edenlere karşı; şayet isyana karışmış olsaydı, tanınmış bir kişi olmasından dolayı, kendisini gizlemesinin mümkün olmayacağını, dolayısıyla da olaya karışmasının herkes tarafından bilineceğini söyler. Şayet isyana karışmış olsaydı, Hareket Ordusuyla mücadele edeceğini ve o yolda öleceğini ve dahlinin bedihi olacağını belirtir. Bu bilgilerden net bir şekilde anlaşıldığı gibi, isyanın gidişini izlemiş, tasvip etmediği için katılmamıştır…
Bediüzzaman Said Nursi ve Mustafa Kemal Arasında Geçen Konuşma
Cephede aktif olarak göstermiş olduğu mücadeleyi ve kahramanlıklarını Ankara'dan takip eden yeni Meclis ve Ankara hükümeti onu takdirle karşılamış ve ardından da Mustafa Kemal başta olmak üzere bir grup milletvekilinin isteği doğrultusunda kendisine telgraflar çekilerek Ankara'ya davet etmişlerdir. Bu daveti olumsuz şekilde yanıtlamış ve görüşmek istemediğini beyan etse de daha sonra eski dostu Tahsin Paşa'nın yoğun ısrarı üzerine 1922'de Ankara'ya gelmiştir.
Ankara’ya gelişiyle bir taraftan Meclis çalışmalarına katılan Üstad diğer taraftan da milletvekilleri ile özellikle dini konularda münazaralarda bulunur. Kısa bir sürede milletvekillerinin ve meclisin halini anlayan Bediüzzaman, özellikle mebusların namaz konusundaki ilgisizliği dikkatini çeker ve bunun üzerine “Din nasihattir” düşüncesiyle bir beyanname kaleme alarak vekillere dağıtır. Bu beyanname ile davetinin ve nasihatinin meyvesi kendisini göstermiş ve altmış kadar milletvekili namaza başladığı için, küçük olan mescit daha büyük bir yere taşınmıştır.
Kazım Karabekir Paşa, Bediüzzaman'ın milletvekillerine dağıttığı bu beyannameyi Mustafa Kemal'e okur. Kısa bir süre sonra da elli altmış kadar milletvekilinin de bulunduğu bir ortamda Mustafa Kemal ile Said Nursi arasında bir tartışma yaşanır.
Mustafa Kemal, kızarak;
"Biz senin yüksek fikirlerinden faydalanmak için buraya çağırdık, sen ise gelip, namaza dair şeyler yazarak aramıza ihtilaf soktun."
der. Bunun üzerine Bediüzzaman Said Nursi hiddete gelir ve iki parmağını Mustafa Kemal'e uzatarak, yüksek bir ses tonu ile şöyle cevap verir:
"Paşa Paşa! İmandan sonra en yüksek hakikat namazdır, namaz kılmayan haindir, hainin hükmü ise merduttur."
Bediüzzaman'ın bu cevabı üzerine, bazı milletvekilleri kendisi için endişeye kapılırlar. Ancak beklediklerinin tam aksine olarak, Mustafa Kemal, kızgınlığını bastırmış bir ses tonu ile sözüne açıklama getirmeye çalışarak, geri adım atar. Bediüzzaman Said Nursi, Mustafa Kemal’in islam dinine olan lakaydlığından dolayı da kendisini şiddetle tenkit eder. İşte bu fikir ayrılıkları sebebiyle Bediüzzaman, istediği zemini bulamaz ve milletvekillerinin tüm ısrarlarına rağmen Ankara'dan ayrılır. Bediüzzaman Said Nursi’nin bu mesajları ve nüfuzu, hükümeti rahatsız eder ve endişelendirir. Bediüzzamanı kayıt altına almak için tedbirler alınır. Bu tedbirler gereği Bediüzzaman için sonu gelmeyen bir sürgün hayatı başlar. Bu hayatın içinde tek bir renk vardır; ızdırap, çile, hapis, zindan, mahkeme, zehirlenme ve nihayet mezarında dahi rahat bırakılmamak…
Bediüzzaman Ankara'daki bu çalışmaları sırasında yeni rejimin önde gelen isimlerinin bambaşka bir yolda olduklarını ve siyasi faaliyetlerle onları yollarından çevirmenin mümkün olmadığını fark etmiş ve Ankara’dan ayrılarak mücadelesini çok farklı bir metotla sürdürmeye karar vermiştir. Çünkü İslami olmayan bir sistem içerisinde meclise girerek bu yanlışın giderilemeyeceğini, ülkenin İslamsızlaştırma projesinin önüne bu şekilde geçemeyeceğini anlamıştı. Faaliyet ve mücadelesine; imanı yanan gönüllere iman tohumu atmakla, dinsizlik projesi karşısında İslam’ın güneş kadar aydınlık hakikatlerini anlatmakla, neşretmekle devam edecektir…
Said Nursi'nin Esaret Ve Sürgün Hayatı
Tarihler 17 Nisan 1923'ü gösteriyor. Bu tarih Bediüzzaman Said Nursi’nin Van’a gidiş biletin tarihidir. En önemli özelliği ise yalnızca bir bilet tarihi olmayıp Said Nursi için de Eski Said'i yeni Said'e götüren bir tarihtir… Bura gelişiyle bir kenara çekilip ilimle meşgul olmak ve talebe yetiştirmek isteyen Bediüzzaman Said Nursi, burada ziyaretçileri tarafından adeta istila edilmeye başladı. Bu nedenle havalar ısınır ısınmaz, birkaç talebesini alıp Erek dağına çıktı ve oradaki bir harabede zühd hayatını devam ettirmeye çalıştı.
Eskiden beri kendisini tanıyanlar Bediüzzaman'da ciddi bir değişiklik olduğunu görüyorlardı. Başta kıyafeti olmak üzere, ders verme metodundan, derslerin içeriğine kadar her şey değişmişti. Bütün mesaisini iman hakikatlerine yoğunlaştırmıştı.
Bediüzzaman, insanlardan uzak, Erek dağında maneviyatını kuvvetlendirmek, zühd hayatı içerisinde tefekkür âleminde olmak üzere tam bir inziva hayatı geçirirken, Ankara'da ise yeni rejim artık şekillenmeye başlamış ve akıl almaz derecede gayr-i İslami icraatları her taraftan duyuluyordu. Bu yeni rejimi kabullenmeyen âlimler, Müslüman kitleler “dinimiz, namusumuz elden gidiyor” endişesiyle kendilerince bir çözüm arıyorlardı.
Ülkede gün geçtikçe gergin bir hava esiyordu. Hükümete karşı kıyam etmeyi düşünen Şeyh Said, Said Nursi'nin halk üzerindeki ağırlığını bildiğinden kendisiyle hareket etmesini istiyordu. Bunun için de Şeyh Said bizzat kendisi bir mektup yazmış ve yardım etmesiyle başarılı olacağını anlatmıştır. Bediüzzaman'ın bu mektuba cevabı şu olmuştur:
"Yaptığınız mücadele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Türk milleti bin seneden beri İslamiyet'e bayraktarlık yapmıştır. Dini uğruna milyonlarca şehit vermiştir. Binaenaleyh, kahraman ve fedakâr İslam müdafilerinin torunlarına kılıç çekilmez ve ben de çekemem."
Yaşanan iç karışıklıklarda bir rolünün olmamasına ve yatıştırıcı bir konumda olmasına rağmen Doğu'daki nüfuzlu aileleri Batı Anadolu'ya sürgüne gönderen hükümet, onu da inzivada bulunduğu Erek dağından alarak sürgüne gönderdi. Bir iki sene sonra, kendisi ile birlikte sürgüne gönderilenler serbest bırakılıp memleketlerine dönmelerine rağmen, Bediüzzaman Said Nursi 1960'ta vefatına kadar serbest bırakılmayarak, sürgün, hapishane, esaret, hayatı yaşadı.
1926 yılının şiddetli bir kış mevsimine rastlayan ramazan ayında, kızaklara bindirilerek, Trabzon'a, oradan deniz yolu ile İstanbul'a götürülerek burada yirmi gün kadar sürecek bir sorgulanmaya tabi tutuldu.
Said Nursi'nin Ölümü
Artık seksen iki yaşında olan Bediüzzaman Said Nursi Ramazan ayı geldiğinde ağır hastalığa tutulmuştu. Yanındaki talebelerine Urfa'ya gitmek istediğini bildirdi. 20 Mart'ta yağmurlu bir havada yapacağı bu yolculuk, Üstad’ın son yolculuğuydu. Fakat onu hasta halinde bile rahat bırakmayanlar Urfa’da kaldığı otele polis ekibi gönderip ve derhal Isparta'ya dönmesi emrini tebliğ ettirdiler. Bunu duyan halk otelin önüne toplandı. Polis ısrarla Bediüzzaman ve yanındaki talebelerinin Urfa'dan ayrılmasını istiyordu. Bu baskı sürerken Bediüzzaman 23 Mart 1960 günü 27 numaralı odada, sabaha karşı ruhunu Halık-ı Rahman’a teslim etti… Hayatı boyunca İslam davası uğrunda, İslam’ın hakikatlerinin çağa sunulması yolunda dayanılması güç acılara ve baskılara maruz kalmasına rağmen, mücadelesiyle bir destan yazmış ve arkasında miras olarak altı bin sayfalık Risale-i Nur Külliyatı ile milyonlarca Nur talebesini bırakmıştır…
Hayatta iken onun varlığını istemeyenler, vefatından sonra da onu rahat bırakmamışlardı Millî Birlik Komitesi hükümeti Bediüzzaman Said Nursi’nin kabrinin nakledilmesine karar verdi. Hükümet Bediüzzaman'ın Konya'da yaşayan kardeşi Abdülmecit Nursi'den tehdit ile bir nakil dilekçesi alarak, bir gece vakti Urfa'daki mezarını kırdırarak açtırdı. Öncü Şahsiyetlerimizden olan Bediüzzaman'ın naaşını, askeri bir uçağa koyarak Afyon askeri havaalanına indirtti. Kara yolu ile yapılan uzun bir yolculuktan sonra, yerini Abdülmecit Nursi'nin de bilmediği bir mezara defnettirdi.
Bediüzzaman Said Nursi Sözleri
- “İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder.’’
- “İman hem nurdur hem kuvvettir, hakiki imanı elde den adam kâinata meydan okuyabilir”
- “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.’’
- “Allah’ı tanıyan ve itaat eden, zindanda da olsa bahtiyardır. O’nu unutan, sarayda da olsa zindandadır, bedbahttır.’’
- ‘’Lezzet-i hizmet-i imaniye her kederi unutturur.’’
- “Ümitvar olunuz; şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada, İslam’ın sadası olacaktır”
- “Acaba şu vazife-i ubudiyet (kulluk vazifesi) neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor?”
- “Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarf ediyorsun!
- Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dava etmek, hakka bir nevi haksızlıktır.
- “Medeniyet atmaksa iffet ve arı (utanmayı), medenidir Afrika yamyamları. “
- “Zulme rıza zulümdür; tarafdar olsa, zalim olur.”
Said Nursi Kitapları
Hayatı, sözleri ve kalemi ile ümmete örnek olmuş çilekeş bir dava adamı olan Said Nursi, Mektubat, Lem'alar, Sözler gibi eserlerinin bulunduğu Risale-i Nur Külliyatı ile ardında büyük bir sadaka-i cariye bırakmıştır. said nursinin sürgünden sürgüne sürüklendiği yıllarda zorluklar altında kaleme aldığı kitaplarının içeriği ise şu şekildedir:
Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale i Nur Külliyatı
- Sözler
- Mektubat
- Lem’alar
- Şualar
- Tarihçe-i Hayat
- Barla Lahikası
- Kastamonu Lahikası
- Emirdağ Lahikası
- İşaratü-l i’caz
- Mesnevi-İ Nuriye
- Sikke-i Tasdik-i Gaybi
- Asay-i Musa
- Zülfikar
- Sirac-cün Nur
- Tılsımlar
- İman Ve Küfür Muvazeneleri