Muhtemelen bildiğiniz ve takip ettiğiniz gibi ABD Başkanı Biden geçtiğimiz hafta içinde önce İsrail’e, ardından da Suudi Arabistan’a gitti. İsrail ziyareti tabii ki sorunsuz geçti. Biden Trump’ın bıraktığı mirasa sahip çıktı. İsrail’i hemen her alanda desteklediğini belirten uzun bir açıklama yaptı. Güvenlik garantileri ve mali yardım sözü verdi. Filistin sorununu göstermelik bir buluşma ve insani yardım taahhüdüyle geçiştirdi, çözümün zamanının gelmediği ima etti.
ABD Başkanının bölge ziyaretinin ikinci ayağı da dışardan gelen tepkiler, daha önce yaptığı açıklamalara ilişkin hatırlatmalar olmasaydı sorunsuz geçecekti. Gayet iyi bir koreografi hazırlanmış, Biden’ın malum prensle el sıkışırken görüntüsünün alınmaması için selamlaşma Kovid geleneği yumruklaşmaya dönüştürülmüştü. Ama olmadı gitmeden önce de, orada bulunduğu sırada da eleştirilere cevap vermek zorunda kaldı.
Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz sosyal medya üstünden, İstanbul Konsolosluğu’nda işlenen vahşi cinayeti BM adına soruşturan Agnés Callamard Foreign Affairs’e yazdığı yazıyla, dünyanın bir çok yerinde de gazete ve televizyonlar yayınlarıyla Biden’ı zorladı. Suudi Prensinin ayağına gidip gitmemesi gerektiği sorgulandı. Haaretz’de Zvi Bar’el Trump’ın fiyatlar yükselsin diye Suudlara yaptığı baskıyla Biden’ın düşsün diye yaptığı ziyareti karşılaştırdı.
Yine de Biden’ın ziyareti başarılı geçti. Veliaht Prensi, dolayısıyla Suudi Arabistan’ı ellerindeki atıl kapasiteyi kullanmaları, en azından stratejik rezervlerini piyasaya sürmeleri konusunda anlaşılan ikna etti. Zaten aksi takdirde böylesi bir risk almaz, bölgenin diğer önemli aktörleriyle buluşmak için dahi, cinayetle suçladığı insanı aklayacak bir ziyareti gerçekleştirmezdi. Kaşıkçı cinayetinin üstünü örten ABD Başkanı sıfatını kendine bence yakıştırmazdı.
Biden her ne kadar yaptığı basın toplantısında Veliaht Prens’e kuşkularını dillendirdiğini söylese de bunun kendisi hakkındaki kuşkuları gidermesi zor. Belki içerideki görüşmelerin sızdırılması, ABD heyetine İsrail’de ve başka yerde öldürülen gazeteciler konusunda ne yaptıklarının sorulduğunun açıklanması ona siyasi anlamda yardımcı olur. Ülkesinden gelebilecek tepkileri azaltır.
Fakat belli ki, Amerika’nın Suudi Arabistan’a tahminlerin ötesinde ihtiyacı vardı ve bu ihtiyacı karşılamak için de başkanının Cidde’ye gitmesi, Kaşıkçı cinayeti sarsıntısının geçmişte kaldığını en üst düzeyde belirtmesi, siyasi anlamda risk alması gerekti. Karamsarlar Kasım ayındaki ara seçimlere, petrol fiyatlarındaki artışın tetiklediği enflasyona, halkın demokratlara oy vermeyebileceğine işaret ediyor. İyimserler ise, düşüşün dünyanın da iyiliğine olacağını, en çok yoksul güneyin bundan yararlanacağını iddia ediyor. Kabul edelim ki fiyatlar düşerse bu ziyaretten biz de yararlanır, yansımalarını ödemeler dengesinden aile bütçelerimize hissederiz. Doğal gaza, benzine, mazota daha az para veririz. Bedelini de hemen her zaman olduğu üzere adalet ve hukukla öder, küresel anlamda ve alanda istemeden de olsa bir feragat daha yapmış oluruz.
Gelişmeler bireyler olarak bizlerin tamamen dışında gerçekleştiği için “feragat” demek ne kadar doğru kestirebilmek güç. Yapılması gereken sanırım bu konuyu elden geldiğince gündemde tutmak, geçmişin hesabını soramasak bile gelecekte bu tür olayların olmaması, hiç kimsenin bu denli organize ve vahşi bir biçimde öldürülmemesi için uluslararası normların konması ve korunması amacıyla çalışmak olmalı. Ne yazık ki adil bir dünyada yaşamıyoruz. Devletler binlerce yıldır adalet, hakkaniyet, ahlak yerine güce sığınıyor. Ahlaktan değil ahlaki üstünlükten, gerçekten değil yaratılmış, kurgulanmış gerçeklikten besleniyor. Hakkı ve hukuku kendini haklı, muhatabını haksız göstermek, halkını seferber tutmak için araçsallaştırıyor. Bizler de insanlar olarak bu tarihi süreç içinde üstümüze düşen rolü bilerek ya da bilmeyerek oynuyoruz…