Ülkem kaybettiklerine yenilerini ekliyor… Alparslan Kuytul Hocaefendi gibi bir aydın alimi hapsederek kaybını katmerliyor. Yanlışa yanlış denilsin istenmiyor. Gerçeklerin konuşulmasından rahatsız olunuyor. Âlimler, haklılar susturuluyor; cahilin ve cehaletin sesi ayyuka çıkıyor. Eyvah ülkem kaybediyor!
‘Aydın’ kelimesinin birçok tanımı vardır; ancak bu kelimeye misyon yükleyen en mühim tanım: ‘Toplumunun gidişatını görebilen ve bu gidişata pozitif anlamda yön verebilen kişi’ tanımıdır. Bu kelime sonradan lügatimize girmiştir ve eski dilde (Arapça’da) Münevver kelimesinin bugün kullanılan YAVAN adıdır. Münevver: ‘Tenvir’ edilmiş, nurlandırılmış, aydınlatılmış, ışıklı, aydın manalarındadır. Aslında münevver kelimesini münevvir manasında kullanmışız. Münevver aydın kişi; münevvir ise aydınlatan kişi demektir. Çünkü kendisi aydın olmayanın etrafını aydınlatamayacağı muhakkak olduğu için, münevver kelimesini toplumu aydınlatan manasında kullanmışlardır. Alparslan Kuytul Hocaefendi, klasik aydın tanımına birebir uyan gerçek bir MÜNEVVERDİR.
O, sadece gerçekleri konuşan bir aydındır. Zaten toplumunu aldatan ve gerçekleri gizleyene, ‘aydın adam’ değil, tam tersi ‘karanlık adam’ denir. İşte Hocaefendi, bu karanlık adamlarla da mücadele ederek, toplumunu aydınlatmaya, ak-kara kimmiş hepsini ortaya çıkartmaya çalıştı. İslam’ın gerçeklerini, dünyanın gerçeklerini, ülkemin gerçeklerini anlattı da anlattı.
İslam’ı, İslam ne diyorsa, nasıl söylüyorsa öyle anlattı. Yanlış mı yaptı? Hiçbir zaman İslam’a bir sıfat eklemedi. İslam… Sadece İslam’dır dedi. Yanlış mı dedi? Ilımlı İslamcı olmadı; çünkü İslam olduğu gibi güzeldi, kâmildi. Radikal İslamcı olmadı; çünkü İslam aşırılığı olmayan vasat bir dindi. Demokrat İslamcı olmadı; çünkü ‘Allah’ın dünyasında insanın değil Allah’ın dediği olmalı’ mesajı içine işlemişti. Böyle olmasa mıydı? İslam’ı olduğu gibi anlatmasa mıydı? Hocamızın suçu, İslam’ı olduğu gibi anlatmasıdır. Bu eğer suçsa, Hocamız suçludur!
Güzel ülkemin böyle suçlulara ne kadar da çok ihtiyacı vardır! Alparslan Kuytul Hocaefendi ve onun talebeleri gibi binlerce aydına ihtiyacı olan ülkemi, bir Alparslan Kuytul’dan bile mahrum edenler, onu bu ülkeye çok görenler, ülkemin hayrına düşünmeyenlerdir. O her ne konuştuysa, konuştuğu bu toplumun hayrınadır. Toplumun eğitimini, bilinçlenmesini, imanlı olmasını, ahlaklı olmasını, haramlardan- suçlardan uzak olmasını GÖREV BİLEN bir aydın insanı susturmak kimin faydasınadır? Bu toplumun aydınlanmasını, aydınlanıp da uyanmasını, uyanıp da ihya olmasını istemeyenler kimlerdir? İşte onlar kimlerse, Alparslan Hocayı mahkûm edenler onlardır…
Memleket sevgisi, yaldızlı cümleler söyleyerek ortaya konulacak bir sevgi değildir. Kitleleri süslü cümlelerle efsunlayanların sevgisi laftadır. Ülkemin geldiği noktaya baktığımızda, kuru-sıkı atılan laflarla peynir gemisinin yürümediği anlaşılacaktır. Sevmek fedakârlık ister; çalışkanlık ister; samimiyet ister… Her kim ki, ülkemizin ve insanımızın hayrı için, fedakârca ve dürüstçe çalışıyorsa, o kimse gerçek memleket sevdalısıdır. Hocamız hayatı boyunca, bu ülke için ve bu ülkenin insanları için, kendi namına zerre ikbal beklemeden, gece-gündüz çalıştı… Her şeyin sahtesinin üretildiği şu çağda, sevginin bile sahtesini piyasaya sürenler, gerçeği sahtesinden ayırma bilincine sahip olmayan kitleleri kandırarak, alıcı bulmaktadırlar. Güzel ülkemin saf insanlarına ‘bilinç eğitimi’ vermek zorundayız. Bu eğitim insanımıza, doğru ile yanlışı, gerçek ile sahteyi ayırt edebilme yeteneği kazandıracaktır. Bu eğitim, insanımızın aklında ve yüreğinde hazır nazır bekleyen MİHENK TAŞI1 olacaktır. İşte bu bilinç, bu mihenk taşı, sahte sevgileri anında anlayacak ve insanımızın sevgiyle aldatılmasını önleyecektir.
Alparslan Kuytul Hocaefendi, beşeri eğitimini üniversite düzeyinde almıştır. Ancak bir kişinin aydın vasfına sahip olması sadece üniversite eğitimiyle hatta üniversitede kariyer yapıp profesör olmasıyla dahi elde edilebilecek bir vasıf değildir. Nice üniversite hocası vardır ki, zerre kadar aydın bir kafaya sahip değildir. Kişinin aydın olabilmesi için kendisini birçok alanda, disiplinli ve yoğun bir şekilde yetiştirmesi gerekiyor. Hocaefendi, Ortadoğu’yu ve Dünya siyasetini anlatan kitaplar okuyarak kendini son derece geliştirmiş bir aydındır. Mesela toplumları ve tarihi, felsefi ve sosyolojik açıdan değerlendiren İbni Haldun’un Ünlü
Mukaddimesini defalarca okumuş, dersini yapmış bir aydındır. Ayrıca büyük müfessir ve sosyolog Seyyid Kutub’u iyi okumuş, anlamış, anlatmış, Rabbani metodun pratik takipçisi olmuş bir aydındır. Bediüzzamanı, külliyatı okumuş, Üstadı bulunduğu zamana göre değerlendirmiş, ondan dersler çıkarmış bir aydındır… Daha burada sayamayacağımız birçok münevver alimi okumuş, anlamış, onların hayatlarından ve eserlerinden dersler çıkarmış bir aydındır. Ancak Hocaefendi’nin öyle bir yönü vardır ki o yön onu hem aydın hem alim yapar. Kur’an ilimlerine hâkim olması ki Kur’an çağlar üstü bir kitaptır. Kur’an’ın ilmi, siyaseti, hikmeti daima Hoceefendi’ye bir ışık olmuştur.
İslami ilimlerdeki derinliği… Ona bu derinliği kazandıran, çocukluğundan beri okuduğu İslami eserler, aldığı ‘İslam hukuku’ eğitimi, yıllardır yaptığı binlerce ders ve okuduklarını yaşama ve hâkim kılma azmidir… Eğer Hocamız sadece okuyan ancak anlatmayan olsaydı bu yüksek seviyeye gelemezdi. Sadece anlatsa ama anlattıklarını hâkim kılmaya çalışmasaydı yine bugün bu noktaya gelemezdi. Kur’an öyle bir kitaptır ki, kendini derinlemesine okuyanı, hem aydın hem âlim yapar. İslami ilimler, binlerce kitabın veremeyeceğini verir ve kendini okuyanı her anlamda YETİŞTİRİR. Seyyid Kutup öyle der: “Bu satırların yazarı tam kırk yıldır okuyan biridir. Önce insani bilginin ana alanlarında okumalar yaptı… Daha sonra akidesinin kaynaklarına (Kur’an-Sünnet) yöneldi ve bu geniş bilginin ve kültürün yanında, bütün okuduklarının hiç olduğunu gördü.”2
Hocamız İslami ilimleri derinlemesine okudu… Bilgi için, kültür için değil, yaşamak ve topluma yaşatmak için okudu… İşte böyle okuduğundan dolayı, olayları, siyasi kararları hikmetle analiz etti. Allah’ın yardımıyla, yanılmadı, yanıltmadı… Tüm bu siyasi analizler ülkemizin menfaati içindi… Önceleri açıklamalarının kıymeti bilinmedi, hatta bazen alay edildi. Ancak sonra sonra, yavaş yavaş anlaşılmaya, ‘haklıymış’ denilmeye başlandı. Uyarılarında bir bir haklı çıktı. Bunun üzerine de dedi ki: ‘Keşke haklı çıkmasaydım’… Onun uyarılarına biraz olsun kulak verilseydi, ülkem bu kadar kaybetmeyecekti… Bazıları onun adını vermeden onun gibi konuşmaya, onun dediklerini demeye başladılar. (Sonradan duyduk ki, Alparslan Hocamızı dinliyorlarmış) Son birkaç yıldır ise, ülkede önemli bir durum olduğunda, önce onun yorumu merak edilir oldu… İşte böyle bir aydın âlimi hapsederek, zaten kayıplar içerisinde olan ülkem, daha da fazla kaybetmeye başladı.
O hiçbir zaman maddi bir menfaat elde etmek için konuşmadı. Her zaman maddi menfaatten uzak durdu; lüks bir yaşantıdan imtina etti; mütevazı yaşantısı bunun en önemli delilidir… Şöhret sahibi olmak, mevki-makam elde etmek için de konuşmadı. Bir gün kendisine: ‘Hocam siz konferans vermek için ayağa kalktığınızda binlerce insan da ayağa kalkıyor ve siz oturana kadar oturmuyorlar’ denildiğinde, ‘gerçekten mi; hiç farkında değilim’ demişti. O’nun insanlar ayağa kalkmış mı kalkmamış mı gibi bir derdi asla olmadığı gibi kürsüye çıkana kadar başını yerden kaldırmıyor, oturunca etrafına bakıyor, o esnada zaten herkes de oturmuş oluyordu. Bir ülkede gerçekleri konuşanlar hapsediliyor; yalancılar, dalkavuklar, çapsızlar yüceltiliyorsa o ülke kaybediyordur… Bir ülkede -zerre menfaati olmadan- toplum yararına hizmet edenler, toplumu irşad edenler, âlimler susturuluyor; menfaatperestler, cahiller baş tacı yapılıyorsa, o ülke kaybediyordur… Bir ülkede eğitimli, birikimli, tecrübeli, ciddi insanların kıymeti bilinmiyor, eğitimsiz ama ağzı laf yapan insanlar makamlara getiriliyorsa, o ülke kaybediyordur…
Alparslan Kuytul gibi bir hoca kolay yetişmez! Her memlekete de nasip olmaz! Güzel ülkemin güzel insanları böyle bir değerin kıymetini bilmelidir; sahip çıkmalıdır. Ona bu zulmü reva görenler de bilsinler ki! İnsanlığın kula kulluktan kurtulup, Allah’a kul olarak özgürleşmesi için mücadele eden bir özgürlük savaşçısını hapsedenler, kendi vicdanlarında ve maşeri vicdanda mahkûm olacaklardır. Ve bu mahkûmiyet onları ölünceye kadar bırakmayacaktır.
VİCDAN SUSMAYAN BİR MÜNZİRDİR! KALPLER, KULAKLAR, BU MÜNZİRİN SESİYLE ÇINLAYACAKTIR! ARTIK DAYANABİLEN DAYANSIN BU ÇIĞLIĞA!
Kaynak
1-Mihenk taşı: Eskiden kuyumcularda, altın ve gümüşün kalitesinin anlaşılması için kullanılan taş. Kuyumcular altın veya gümüşü bu taşa sürterek kıymetini anlarlarmış. 2-Seyyid Kutup: Yoldaki İşaretler. İslam Düşüncesi ve Kültür Bölümü.