Furkan Nesli Dergisi yazarlarından Esra Akdağoğlu, 'Bir Buçuk Milyar Kardeşi Olan Bir Müslümanın Duası' başlıklı yazısında Müslümanlara uygulanan bunca zulmün nedenlerine değindi. Akdağoğlu, yazısında "Ümmet için asıl yapması gerekeni unutan Müslümanlar; UNUTTUKLARIMIZI HATIRLAMANIN VAKTİ GELMEDİ Mİ? “Allah’ın Dünyasında Allah’ın Dediği Olmalı” düsturuyla harekete geçmenin, tüm beşeri ideolojilere rest çekerek Kur’an ve Sünnete göre yol tayin etmenin, yanlışa yanlış diyerek ‘Hak Yolda’ gitmenin vakti gelmedi mi?" ifadelerini kullandı.
Esra Akdağoğlu'nun 'Bir Buçuk Milyar Kardeşi Olan Bir Müslümanın Duası' başlıklı yazısı:
“Ey Allah’ım! Dünya Bizi Unuttu, Sen Bize Katından Çıkış Ver”
Bir buçuk milyar kardeşi olan bir Müslüman “Ey Allah’ım! Dünya bizi unuttu, Sen bize katından çıkış ver” diye dua ediyorsa; yazık BİZİM GİBİ Müslümanlara! Halep’te zulüm var ve biz ölenler için “bir Fetih, bir Yasin” okuyunca, sokaklara çıkınca tüm sorumluluklarımızın bittiğini zannediyoruz… Tıpkı Filistin, Irak, Çeçenistan, Afrika, Halepçe, Hama, Bosna, Yemen ve sayamadığımız daha birçok Müslüman ülke için yaptığımız gibi…
… Bir Ramazan ayında Afrikalı çocukları gördük televizyonlarımızda. Onların açlıktan nasıl kıvrandıklarını paylaştık sosyal medyada. Akşam iftarımızı açarken onlar geldi bir ay boyunca aklımıza. Hem dua ettik hem de bağış yaptık, oralara gönderdik. Ramazan bitti ekrandaki Afrikalı çocukların karnı bir daha aç kalmayacak şekilde doydu!! Öyle olmasaydı bir dahaki Ramazanda tam da iyilik damarlarımızın tuttuğu zamanlarda görürdük onları ekranlarımızda…
Sonra Filistinli Hanzala konuk oldu evlerimize. Afrikalı çocuklara benzemiyordu ama elinde sapan taşıyla İsrail askerlerine kafa tutuşu ve küçücük yaşta cennete uçuşu üzmüştü bizi. Ekranlardan izlemeye yüreğimiz dayanmıyordu. Bir şeyler yapmamız lazımdı. Evet, harekete geçtik ve İsrail mallarını boykot ettik. Artık kola içmeyecektik. İçmediğimiz her yudumda bir Filistinli çocuk ölümden kurtulacaktı. Tüm sosyal medya hesaplarımızdan paylaşmalıydık bunu… Bunca şeye rağmen hala kola tüketen varsa kınamalıydık. Bu bizim görevimizdi!!
İsrail’i boykot edişimiz ses getirmiş olacak ki uzun süre ne Hanzala ne de Filistinli çocuklar yoktu ekranlarımızda. Tam ümmet kurtuluşa erdi derken Mısır’ın Rabia meydanlarında bulduk kendimizi. ‘Kahrolsun Sisi’ deyip meydanlarda sabahladık. Esma’nın şehadetini anlatan mektupları gözyaşları içerisinde okuduk. Her yerde Rabia işareti yaparak İhvanlarımıza karşı sorumluluğumuzu da yerine getirmiş olduk. Meydanlardan evlerimize dönerken zafer edası vardı yüreklerimizde. Tüm ülke meydanlara çıkmış ve konsoloslukların önünde Mursi için nöbet tutmuştuk!
Derken Aylan Bebek vurdu kıyılarımıza… Tüm dünyaya özellikle Birleşmiş Milletler’e anlatmalıydık bu zulmü. Mülteci sorunu değil mülteci krizi vardı dünyada… Buna acilen Birleşmiş Milletler’in, Batılı Ülkeler’in çözüm bulması gerekirdi. Evet, biz elimizden gelenin fazlasını yapmış Birleşmiş Milletler’i duruma el atması için göreve davet etmiştik. Sınır kapılarımızı açmış huzur dolu ülkelere gitmeleri için Suriyeli kardeşlerimize yardım etmiştik.
Daha ne yapalım ki? Binlerce Suriyeliyi ülkemize almış onlara acımıştık. Artık her akşam haberlerde Suriyeli kardeşlerimiz vardı. On beş güne kalmaz Suriye’ye dönecek ve birlikte Cuma namazı kılacaktık, olmadı… Onlara iş verdik, aş verdik! Üç katı fiyatına(!) evler verdik. Giymediğimiz kıyafetlerimizi verdik. Böylece her şeyini ülkesinde bırakıp gelmiş, annesini babasını kaybetmiş yetimleri sevindirdik!
Beşar Esad gitti gidecek derken Halep haberleriyle yine ekranlara kilitlendik. “Yasin okuyun, tesbih çekin, şu kadar şunu okuyun, şu kadar şunu tekrarlayın” tarzında yüzlerce mesaj dönüp durdu telefonlarımızda… Sonra açıp birkaç sayfa Kur’an okuduk, bir de Fatiha ile tüm görevimizi yerine getirmiş olduk!!!
Dünyadaki zulüm gören tüm kardeşlerimize karşı görevimizi yerine getirmenin huzuru içerisinde şimdi tekrardan ara verdiğimiz yerden televizyonlarımızın başına dönüyoruz. Kaldığımız yerden dizilerimizi, yarışmalarımızı seyrediyoruz… Sonra birden aklımıza Rusya geliyor; birkaç beddua edip kanalı değiştirip, diğer diziye geçiyoruz… Gündüz evlilik programları, akşam ses yarışmaları, iş yerinde spor müsabakaları, misafirlikte yemek tarifleri… Bu kadar yoğunluğun arasında zaman ayırıp milyon milyon şehit veren İslam ümmetine dua ediyoruz. ‘1479’ defa aynı cümleleri tekrar ediyoruz, anlamını bilmiyoruz ama “dua” ya; işe yarayacağını biliyor ve bu şekilde dua ediyoruz. Sınır komşumuz olan, bağırsak sesimizin ulaşacağı, o çok uzak ülkelerdeki kardeşlerimize dua gönderiyoruz. Gayet içten yapıyoruz dualarımızı. Nasıl içten olmasın ki! Dilimizden dua döküldükçe aklımızdan yerine getirmediğimiz mesuliyetlerimiz geçiyor… Peren peren olan Ümmet-i Muhammed geçiyor… Tecavüze uğramamak için bizi öldürün diyen Nur Bacı’lar geçiyor… Filistin’deki Hanzalalar, Irak’taki Muhammedler geçiyor… Tankın altında ezilen Aliler, sapan taşıyla kâfire kafa tutan Ömerler geçiyor… Kıyıya vuran Aylan bebekler, yığınlar altında kalan Ümran’lar geçiyor…
Durup bir an düşünüyoruz; BİZ NE ZAMAN BU HALE GELDİK?
Sonra reklamlar bitiyor ve Ümmet sahnesini kapatıp o çok sevdiğimiz tozpembe dizilerimize geri dönüyoruz… Bir sonraki sahneyi tahayyül bile etmiyoruz; hâlbuki Ey Müslümanlar: Ümmet ölüyor, film bitmek üzere…
Tıpkı kanser olan hastaya ağrı kesici vermek gibi yıllardır ümmet için yaptıklarımız! Şimdiye kadar YAPMADIKLARIMIZIN üstünü kapatıyoruz. ‘Yasin’ bitince ‘Fetih’ bitince sanki İslam Medeniyeti kurmuş gibi rahat edeceğiz belki… Ama unutmayın; ölen her bir Müslüman; sıcak evinde, tok karınla, kafasında bin bir planla, kalbinde kocaman bir dünyayla Yasin okuyanlardan ŞİKÂYETÇİ olacak… Onlar İslam için CAN veriyor… Biz ise bir Fetihle bir Yasin…
Ümmet için asıl yapması gerekeni unutan Müslümanlar; UNUTTUKLARIMIZI HATIRLAMANIN VAKTİ GELMEDİ Mİ? “Allah’ın Dünyasında Allah’ın Dediği Olmalı” düsturuyla harekete geçmenin, tüm beşeri ideolojilere rest çekerek Kur’an ve Sünnete göre yol tayin etmenin, yanlışa yanlış diyerek ‘Hak Yolda’ gitmenin vakti gelmedi mi? Hakkın gelip batılın zail olması için mücadele etmenin, “Bu Dünya Allah’ın, O Halde Allah Hükmetmeli” demenin… Uyuşan beyinlerimizi harekete geçirmenin, kirlenen kalplerimizi temizlemenin… İslam Medeniyeti kuruncaya ve yeryüzünden zalimin zulmünü, kâfirin küfrünü silinceye kadar MÜCADELE ETMENİN… VAKTİ GELMEDİ Mİ ARTIK?
KALKIN VE HAREKETE GEÇİN!
Durup düşündüğümüz zaman yaşanan bunca zulmün “Neden?”ini bulmak zor değil… İslam’ı hayatımızdan uzaklaştırıp beşeri ideolojilerin peşinden koşturdukça, Demokrasi ve Laiklik naraları attıkça daha da karanlığa gömülüyoruz. Çözüm İslam’da ama bunu unutuyoruz…
‘Dua etsek yetmez mi?’ diyenler; yıllardır ümmet için SADECE dua ediyoruz… Sokaklara çıkıp birkaç slogan atıyoruz, sonra sıcak yuvalarımıza geri dönüp kapıyı Ümmeti Muhammed’in yüzüne kapatıyoruz… Söyleyin lütfen “Neyi Değiştirdik?” Kaç çocuğun gözündeki yaşı sildik, kaç ananın feryadını dindirdik!…
Mazlum Ümmetin çığlıkları arşı inletiyor… Ümmet yok oluyor… Artık; “Kalkın ve harekete geçin!” Yıllarca evlerimizde oturup suya sabuna dokunmadık, şuurlu nesiller yetiştirmek için çaba harcamadık, ilim almak için yola çıkmadık. En önemlisi İslam’ı yaşadığımızı sanırken TEVHİD’İ GERİDE BIRAKTIK. Bütün peygamberlerin ortak çağrısı olan TEVHİD’i… Efendimizin; ‘Gelin bu sözü söyleyin dünya devleti olun’ buyurduğu TEVHİD’i, hiçbir beşeri ideolojinin, karşısında duramayacak olduğu TEVHİD’i… Yine Efendimizin; ‘Sağ elime güneşi sol elime ayı verseniz yine de vazgeçmem’ buyurduğu TEVHİD’i…
İşte biz Tevhid’i yeniden gündeme taşıyıp, hakla batılı karşı karşıya getirdiğimizde; Halep kurtulacak, Şam kurtulacak… Suriye’nin, Filistin’in, Irak’ın, Arakan’ın ve tüm İSLAM COĞRAFYASININ GÜNEŞİ YENİDEN DOĞACAK… Biz ümitvarız ve bunun için meşru tüm yolları kullanarak mücadele ediyoruz… “Evlerimizden Senin davanı hâkim kılmak için çıktık, bizi bir daha geri döndürme Ya Rab” diyoruz…