Bir devlet nasıl yıkılır

Osmanlı Devleti, bizim bildiğimiz, Birinci Dünya Savaşından sonra yıkıldı. Oysa kimi tarihçiler Osmanlı İmparatorluğunun daha Kanuni zamanında yıkılmaya başladığı fikrindedir. Yani zirvedeyken… Demek ki yıkılması birkaç yüzyıl sürmüş olan bir devletten söz ediyoruz. Kanuni’den itibaren padişahların yönetim kadrolarıyla ilişkilerinin zayıfladığını ve bunun sonucunda devlet işlerini yalnızca kendi dar çevresindeki birkaç kişiyle ve aile fertleriyle konuşabildiklerini … Bir devlet nasıl yıkılır Devamı »

Eklenme Tarihi: 06 Haz 2024
3 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 06 Haz 2024
Bir devlet nasıl yıkılır

Osmanlı Devleti, bizim bildiğimiz, Birinci Dünya Savaşından sonra yıkıldı. Oysa kimi tarihçiler Osmanlı İmparatorluğunun daha Kanuni zamanında yıkılmaya başladığı fikrindedir. Yani zirvedeyken…

Demek ki yıkılması birkaç yüzyıl sürmüş olan bir devletten söz ediyoruz.

Kanuni’den itibaren padişahların yönetim kadrolarıyla ilişkilerinin zayıfladığını ve bunun sonucunda devlet işlerini yalnızca kendi dar çevresindeki birkaç kişiyle ve aile fertleriyle konuşabildiklerini anlatan Koçi Bey devletteki asıl bozulmanın ise “982 yılında başlamış olduğunu” söylüyor. 982 (m. 1574) yılı III. Murad’ın tahta geçtiği tarihtir.

Bu tarihten itibaren padişaha yakın olan belirli kişilerin ve özellikle aile bireylerinin desteğini almak liyakat, bilgi, tecrübe, başarı ve kariyer kriterlerinin önüne geçmiştir Koçi Bey’e göre. Dahası padişahın yakın çevresindeki grupla iyi geçinemeyen, onların dediklerini yapmayan yöneticilerin kuyusunun kazıldığını, iftiralara maruz kalıp makamlarını kaybettiklerini anlatır…

III. Murad tahta oturduğunda veziriazam kudretli ve tedbirli bir devlet adamı olan Sokullu Mehmed Paşa’ydı. Genç padişah saltanatının ilk yıllarında yaşlı vezirin tecrübesi sayesinde devlet yönetimindeki zorlukların üstesinden geldiyse de zaman içinde “devleti tek başına yönetme” arzusuyla Paşa’dan kurtulmanın yollarını aramaya başladı. Sokullu’nun rakipleri ve saray ahalisi içinden kimileri bunun yolu olarak padişahın büyük bir askeri sefer düzenleyip savaş başarısı elde etmesi gerektiğini ortaya attılar.

Peki, sefer nereye yapılacaktı? Herhangi bir ülkeyle savaşmayı gerektirecek bir durum yoktu ortada. Gerçi bu dönemde giderek büyümekte olan Rus Çarlığı kuzeyde Osmanlı stratejik çıkarlarını tehdit eder hale gelmişti ama Ruslara karşı bir harekata girişmek cazip görünmüyordu saray ahalisine. Daha önce III. Murad’ın babası II. Selim döneminde Sokullu Mehmed Paşa’nın jeostratejik önem taşıyan Astrahan Kalesini Ruslardan geri alıp burayı bir askeri üs olarak kullanmaya yönelik planı kabul görmüş ama düzenlenen sefer başarıya ulaşamamıştı. (Tecrübeli vezirin aynı amaçla ortaya attığı Don ve Volga nehirlerini bir kanalla birleştirme projesi de akim kalmıştı.)

Dolayısıyla “daha kolay” bir hedef bulunmalıydı… Bu sırada doğu komşumuz İran karışmış, Şah I. Tahmasb’ın zehirlenerek öldürülmesinin ardından uzunca bir süre ortalık durulmamıştı. Bu yüzden Sokullu’nun karşı çıkmasına rağmen bir bahane bulunup İran’a sefer açıldı.

Ama bu kez de saraydaki hizipler arasında askeri harekâta komuta edecek -ve tabii bundan siyasi güç elde edecek- kişinin belirlenmesi konusunda mücadele baş gösterdi. Lala Mustafa Paşa’nın taraftarlarıyla Koca Sinan Paşa’nın taraftarları kıyasıya bir çekişmeye tutuştular. Sinan Paşa bu yarışı kaybetti ve başka bir fırsat beklemeye başladı.

Lala Mustafa Paşa savaşın ilk başlarında kayda değer başarılar kazanınca saraydaki hizipler kendisine karşı birleşti ve görevden alınıp yerine rakibi Koca Sinan Paşa atandı.

Sinan Paşa da siyasi bir hamleyle sefere padişahın komuta etmesi fikrini ortaya attı ama o da bu fikirden hoşlanmayan “saray kadınlarını” karşısında buldu ve azledildi. Yine başka bir fırsat bulmak için bir süre daha beklemek zorundaydı.

Savaşın başlamasından kısa süre sonra ise Sokullu Mehmed Paşa “mecnun” bir dervişin gerçekleştirdiği suikastla öldürüldü. Katil yakalandıysa da hemen ertesi gün ortadan kaldırıldığı için cinayetin arkasında kimin olduğu kendisine sorulamadı.

Osmanlı-İran savaşı 12 yıl sürdü. Her iki taraf da zaman zaman başarılar kazandılar ama son tahlilde hiçbir şey kazanmadılar. Muazzam ölçekteki can kayıpları ve darmadağın olan sivil hayatın yanında ekonomik yıkım ve toplumsal kargaşa yaşandı her iki ülkede de.

Bundan birkaç yıl sonra ise Avusturya’ya savaş açıldı. Diğer vezirlerin karşı çıkmasına rağmen Koca Sinan Paşa hizbinin bastırmasıyla başlatılan savaş bu kez 13 yıl sürecekti.

Neyse ki bu arada vefat eden III. Murad 1606 yılında imzalanan Zitvatorok Antlaşması’yla daha önce sadrazamın muadili sayılan Roma Germen İmparatorunun artık Osmanlı padişahlarının eşiti kabul edildiğini göremeyecekti.

Bütün bu hikaye, devletin çöküşünün “982 yılında başlamış olduğunu” söyleyen Koçi Bey’in tam olarak neyi kastettiğini gayet güzel açıklıyor bence.