Independent Türkçe’den Can Bursalı’ya konuşan Bülent Arınç, Peker’in açıklamalarıyla ilgili, “Lohusa kadınların tutuklandığı Türkiye'de, ‘şanlı yargımız’ bu ağır suçların sahipleri hakkında gerekeni yapacak herhalde” diye konuştu.
İşte o röportajdan bir kısmı:
-AK Parti 20 yaşında... Sizin kurduğunuz AK Parti ile bugünkü AK Parti arasında bir fark görüyor musunuz?
Aynı olması mümkün değil zaten. Yani bir derede iki defa yıkanılmaz. Veya bir suyla iki defa abdest alınmaz.
-İstifa sürecine giderken kullandığınız ifadeler vardı. Osman Kavala'dan ve Selahattin Demirtaş'tan bahsetmiştiniz. Önce Devlet Bahçeli sonra cumhurbaşkanı tarafından eleştirildiniz ve istifa ettiniz. Az önce de benim söylediğim doğrudur, ya da hata yapmış olabilirim dediniz. O günkü sözlerinizi şimdi nasıl değerlendiriyorsunuz? Hala o sözlerin arkasında mısınız? Yoksa hata yaptığınızı düşünüyor musunuz?
Ben uzun tutukluluğa itiraz ediyorum. O isimleri ben vermiyorum. Verene de bir şey demiyorum. Yani örneklerden bir tanesi belki o olabilir. İsmi veren ben değilim ama ısrarla sorulunca, uzun tutukluluğa karşı olduğumu söyledim. Tutuklama sebepleri yoksa serbest yargılanma asıldır. Tutuklu olmak istisnaidir. Bunu ben Ergenekon davaları sürerken de söyledim. Ve kendimi örnek verdim. Ben 15 yıl ağır hapis talebi ile yargılandım. 1985 yılında. Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde. 2,5 sene sonra ben beraat ettim. Davanın başladığı günden 2,5 sene sonra beraat ettiğim güne kadar ben tutuklanmadım. Savcı tutuklama talep etmedi. 5 sene ceza verdikleri gün benim hakkımda tutuklama kararı çıkmadı. Yani ben o günlere mi özeneceğim şimdi? Şimdi hapşıran adamı gel bakalım deyip tutuklayan yargıda bir sorun var. Ben bu yargıdaki soruna itiraz ediyorum. Çok basit suçlamalar ile hatta gazeteciler için düşünürsek, yazdığı yazıdan dolayı 70 yaşını geçmiş insanların cezaevinde olmasını nasıl izah edebileceksiniz? 15 Temmuz'a giden yolda, yazı ne kadar etkili oldu? Karikatür ne kadar etkili oldu? Ben Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin çok kararını beğenirim. İfade özgürlüğü konusunda bir kararında, 'Herkesin hoşuna giden sözleri söylemek ifade özgürlüğü değildir, herkesin canını sıkan, yüzünü buruşturan, İnsanı irite eden, hatta bu kadar da olmaz dedirtecek şeylerin söylenmesi ifade özgürlüğüdür.' O yüzden sonuna kadar eleştirin. Eleştiriye açık olacağız. Ama asla hakaret olmayacak, asla istihza olmayacak.
"YOLSUZLUK BELKİ DÜNYANIN EN ESKİ İŞİ"
-Soruyu şöyle revize edeyim: Sedat Peker'in paylaştığı videolardaki sözleri ve iddiaları var. Türkiye'nin gündemi de bu konuya kilitlendi. Sizin değerlendirmeniz nedir?
Ben Sedat Peker'in konuşmaları veya burada söz ettiği insanlar ile ilgili olarak, isim bazında bir değerlendirme yapmak istemiyorum. Ama bir olgu var. Bu olgu üzerinden yaşadığım birkaç konuyu size aktarmak istiyorum. Şimdi bir defa, yolsuzluk dünyanın en eski işidir belki. Ama yolsuzluk yani haksız kazanç, nüfuz suiistimalinin yasalarımıza göre suç olmasının yanında inancımız da bunu reddeder. İnancımızda alın teri kutsaldır.
"VATANDAŞ, YOLSUZLUKLA İLGİLİ KİMİN İSMİ GEÇERSE DEFTERDEN SİLDİ"
Mesela israfın da karşısındayım. Başbakan yardımcısı iken bile hükümetin bu konuda sınıfta kaldığını söylemiş bir adamım. Çünkü israf eden, kendi kazancından israf etmez. Senin benim üzerimdeki hakkından israf eder. Ben çalışırım, ben kazanırım ama o fazlasını harcadığı için, benim elimdeki malı ve sermayeyi alır götürür. Haksızlıktır. Şunu söylemek istiyorum. Biz iktidara gelirken, 90'lı yıllarda, 80'li yıllarda rahmetli Özal'ın dönemi de buna ait, çok eskiye gidersek CHP'li bazı bakanlar içinde yolsuzluk iddiası olmuştur. Demokrat Parti döneminde olmuştur. Tek parti döneminde de olmuştur. Ama münferit olaylardır. Ama yoğun olarak yolsuzluk sorunları en son 90'lı yıllardan 2002'lere kadar, belki 80'li yıllardan 2002'lere kadar yoğun olarak gelmiştir. Yani o zaman insanlar birbirlerini şikâyet etmeye başlamışlardır. Bu belki ekonomik hayatın gelişmesi ile veya suç örgütlerinin daha güçlenmesi ile de ilgilidir. Biz 2001 de kurulduk. 2001'de Türkiye'nin siyasi tablosu şöyle idi. Koalisyon hükümetleri gelip gidiyor. En fazla ömürleri 1,5 sene. Ama birbirlerine itham ediyorlar. DYP, ANAP'a yükleniyor, ANAP, DYP'ye yükleniyor. Öbürleri hep beraber ANAP'a yükleniyorlar, onlar bir başkasına yükleniyor. Hepsi birbirini yolsuzlukla suçluyor. Hakikaten ortaya saçılan birtakım iddialarda, bankaları satın alanlar, medya organlarını satın alanlar, onlara bunlara çökenler, üstüne konanlar, Türkiye'de siyaseti en dip noktasına getirmişti. Vatandaş yolsuzluk kavramını o zaman kafasına koydu. Ve bununla ilgili kimin ismi geçerse, o insanları defterden sildi. Hangi partinin ismi geçerse, onları defterden sildi. Millet bizim fotoğrafımıza baktı ve bize güvendi. Çünkü bizim fotoğrafımızın içinde, adı yolsuzluğa karışmış, dürüst olmayan bir tek insan görmedi. Şimdi şunu düşünelim, 1993'te İstanbul'da SHP'li belediye başkanı var. Nurettin Sözen. 93'te İSKİ skandalı patlıyor.
93'te Ergün Göknel diye bir İSKİ Genel Müdürü var. Karısı Feray Hanım'dı zannediyorum. Onu bir başka birisi ile aldatmış. Aldatılan kadın, çok intikamcı olur. Türkiye'de pek çok olayın arka planını kadınlar ortaya çıkarmıştır. Dedi ki 'benim eşim şurada şurada yolsuzluklar yaptı'. Skandal patladı, Ergün Göknel cezaevine gitti. Ama siyaseten biz 94'te bir sene sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlığını kazandık. Tayyip Erdoğan yüzde 25 ile kazandı. Ve anketlerde 4. olarak çıkıyordu. Tabii bu anketler de yönlendirici anketlerdi. Tayyip Bey'in seçimi kazanmasının bence tek sebebi, tertemiz pırıl pırıl bir Milli Görüşçü olarak milletin güvenini sağlamış olmasıdır. Tayyip Bey'in 94 seçimini kazanmasının tek sorumlusu SHP'li belediye başkanlığında, -başkanı kastetmiyorum- İSKİ skandalının patlamış olmasıdır. Çünkü vatandaş güvenecek insan arıyor. Yolsuzluk bilmeyen insan arıyor. Helal haram duygusuna sahip insan arıyor. Yetimin hakkını gözeten insan arıyor. O tarihlerde Tayyip Bey öyle bir teşkilatlanma yapmış ki İstanbul'da kapı kapı dolaşmış. Varoşlara girmiş, en lüks yerlere girmiş. Ve o zaman bu Milli Görüşçülere herkes büyük bir güven duyuyor.
"YOLSUZLUKLA CİDDİ MÜCADELE ETTİK"
Millet yolsuzluktan nefret eder. Konuşulmasından bile millet nefret eder. O yüzden biz iktidara geldiğimiz gün, 3Y prensibini açıkladık. Yolsuzluk, yasaklar, yoksulluk. Diğer ikisine girmeyeceğim. Yolsuzluk konusunda şunu yaptık... Meclis Başkanıyım, Başbakanımız Tayyip Bey. Dedi ki, yolsuzluklarla ilgili araştırma komisyonu kuralım. Nasıl yolsuzluk yapılıyor? Kim yaptı? Yolsuzluğu önlemek için ne yapacağız? İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in başkanlığında bir komisyon kurduk. 2 sene çalıştı. Müthiş şeyler buldular, arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Biz yolsuzluklarla bu kadar ciddi mücadele ettik.
"TÜRKİYE YOLSUZLUKLA MÜCADELEDE SINIFTA KALDI DİYE RAPOR ETMİŞLER..."
Komisyonu kurduk, 55 tane çıkar amaçlı suç örgütünü ortadan kaldırdık. Bir de Avrupa Konseyi bünyesinde faaliyet gösteren GRECO diye bir kuruluş var. GRECO Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubudur. Başbakan yardımcısı olduğum dönemlerde GRECO'nun üst düzey toplantılarında Türkiye'yi ben temsil ediyordum. Avrupa Yolsuzluk ile Mücadele Grubu'dur. Avrupa Konseyi bünyesinde faaliyet gösterirdi. Bizim bulunduğumuz dönemlerde biz orada çok iyi durumdaydık. Her 6 ayda bir zannediyorum rapor yayınlıyorlardı. Biz de o raporlara malzeme gönderiyorduk. Ama görüyorum ki 2019-2020 Türkiye yolsuzlukta mücadelede sınıfta kaldı diye raporda belirtmişler. Bu iyi bir durum değil. Biz Avrupa Konseyi'nin kurucusuyuz ve ilk üyelerindeniz. Dolayısı ile GRECO bizi ilgilendirmiyor diyemeyiz. Bunların kanaatları yanlışsa, 'Hayır öyle değil aslında böyledir' diyebilmeliyiz. Bunu da şu vesile ile hatırlatayım, ben terörle mücadele yüksek kurul başkanlığı yaptım son dönemde. Bizim her zaman söylediğimiz bir şey vardı; terörle mücadele bir ülkenin tek başına başarabileceği bir şey değil. Onun için uluslararası bir terörle mücadele desteğine ihtiyacımız var. Biz hamdolsun bulunduğumuz süreç içerisinde, uluslararası mücadele içerisine almaya çalıştık. Hem AB ülkelerinin, hem ABD'nin büyük ölçüde de başarılı olduk. Bir ara bir benzetme yaptım, yani çıkar amaçlı suç örgütleri veya mafya tipi yapılaşmalar, terör örgütleri kadar tehlikelidir diye. O yüzden bu yolsuzluklarla da terörle mücadele eder gibi, uluslararası işbirliğine ihtiyacımız var. O zaman uluslararası bu işi yöneten hangi kurum varsa, hangi ülke varsa, çünkü bunların dış bağlantısı yüzde 100 vardır. Bakınız gidenler kaçanlar belli yerlere gidiyorlar, belli yerlere kaçıyorlar. Buralarla da bizim işbirliği yapmamız lazım. Bu Türkiye'nin kendi başına yapabileceği bir model değil. O yüzden uluslararası bir yolsuzlukla mücadelede işbirliğine ihtiyacımız var.
"YARGIDA, GÜVENLİK BÜROKRASİSİNDE, SİYASETTE AYAĞI VAR"
Ceza hukukuna göre yolsuzluk kasıtla işlenen bir suçtur. Haksız kazanç elde etmek için, siyasi nüfuz kullanırlar, para kullanırlar, kadın kullanırlar, örgüt kurarlar. Bunun çok ayakları var. Yargıda ayağı var, güvenlik bürokrasisinde ayağı var, siyasette ayağı var, dış bağlantısı var. Çünkü bazı ülkelerde de bunlarla iş birliği yapan insanlar bulunabilir. Yani küresel bakmak lazım olaya.
Şimdi biz, onlarla mücadele ettik. Kayıtlarda vardır. Bizim dönemimizde, aydınlatılmayan hiçbir cinayet ve siyasi olay yoktu. 2013-14'e kadar. Ondan sonrasını çok fazla bilmiyorum. Bir tek Hablemitoğlu cinayeti biz iktidara geldikten 1 ay veya 2 ay sonra işlendi. Hala üzülürüm, o cinayet aydınlatılmadı. Zannediyorum ki bir dış etki var ki, işin zorluğu var. Ama bu bizim için bir eksikliktir. Hablemitoğlu cinayetinin de aydınlatılması lazım.
"BU TÜR OLAYLARIN İÇİŞNDE HİÇ KİMSE TAYYİP BEY'İN KATKISINI ARAMASIN"
Biz 55 çıkar amaçlı suç örgütünü çökerttik. Tayyip Bey'in talimatıyla. O yüzden bu tür olayların içerisinde hiç kimse, -geçmişe bakarak söylüyorum- Tayyip Bey'in bir katkısını aramasın. Yargı gözünü kırpmadan bu işlerin üzerine gidecek. Eskiden derlerdi ki hâkim vicdan ve cüzdan arasında kalıyor. Kalmayacak. Bu konudan dolayı birisinin şikâyetçi olmasına gerek yok, bunlar takibi şikâyete bağlı suç değil ki. Bunlar cürümdür. Cürüm ne demek? Bilerek ve isteyerek işlenen suçtur. Buradaki her iddia mutlaka savcılar tarafından incelenmeli. Çünkü ben yolsuzluk için çete kuranların, terör için çete kuranlardan farklı olmadığını düşünürüm.
"LOHUSA KADINLARIN TUTUKLANDIĞI BİR TÜRKİYE'DE TUTUKLAMALAR YAPILACAKSA BU AĞIR SUÇLARIN HAKKINDA HERHALDE YAPILACAK"
-Herhangi bir adım atılmadı henüz...
Bilmem, atarlarsa atacaklar. Ben dediğim gibi şu bütüncül bakışın içinde kalmaya çalışıyorum. Yargı gereğini yapmalıdır. Nasıl yapacak? Bütün bu iddiaları en ciddi biçimde inceleyecek ve sonucu kamuoyuna açıklayacak. Lohusa kadınların bile tutuklandığı, çocukları ile beraber cezaevinde kaldığı bir Türkiye'de, kanser hastalığı ile boğuşurken bile tahliye edilmeyen insanların bulunduğu bir Türkiye'de tutuklamalar yapılacaksa bu ağır suçların sahipleri hakkında herhalde yapılacak. Bu yargının görevidir. Tabii Adalet Bakanımızın yargının, HSK'nın ve bunlara talimat verme durumunda olan herkesin 'Bu olayların üzerine gideceksiniz arkadaş. Ben sizden adalet bekliyorum' demesi lazım. Şimdi işin yargı boyutu, emniyet bürokrasisi boyutu var. Emniyetin dışında başka eller de olabilir. Kendi içlerinde tekrar bir arınma gerekiyorsa, bunu yapacaklardır. Ve vatandaşa bilgi verilecektir. Tatmin edilecektir. Çünkü demokrasinin iki önemli ölçütü şeffaflık ve hesap verebilirlik. Her şey şeffaf olacak. E bu adam bunları bugün söylüyor, acaba doğru mu? Yanlış da olabilir. Ama onları araştırma görevi, yargının görevi. Bir bak bakalım ne diyor? İtham ettikleri şeylere bir bak bakalım, onları bir dinle. Beraat- i zimmet asıldır. Hemen suçlu ilan etme. Bunlar özellikle bazı kişiler için şu anda Türkiye'de uygulanıyor. Ama bazı insanlar için de peşinen terörist denerek ismi de konulabiliyor. Hukuk bu, Balzac demiş ki adalet örümcek ağına benzer, küçücük sinekler takılırlar, ama eşek arıları deler geçer. Bu tarife uymasın bizim adaletimiz. Çünkü Allah bize emrediyor adaleti. Bu seküler hukuk için de böyledir. Bütün bunların araştırılması, devletin görevidir, yargının görevidir, emniyetin görevidir, güvenliğin görevidir. Bütün buralarda aksaklıklar olabilir mi?
"BİZİM VARLIK SEBEBİMİZ YOLSUZLUKLA MÜCADELEDİR; GÜNDEMDEKİ İDDİALAR GÜZEL ŞEYLER DEĞİL"
Bizim varlık sebebimiz yolsuzluk ile mücadeledir. Hem Tayyip Bey açısından, belediye başkanlığıyla başlayan süreç, AK Parti'nin güçlenmesi ile ileri giden süreç... Gündemdeki bu iddialar, arkadaşlıklar dostluklar bunlar güzel şeyler değil. Bu insanlar bilinir. Şüpheli insanlardır. Bu insanların yanına bile yaklaşmamak lazım. Siyasi hayatımda bunu yaptım, beğenmediğim adama selam bile vermedim. Yanımdan geçiyorsa başımı çevirdim. Birlikte fotoğraf çektirmedim. Aynı masaya oturmadım. Benim hiçbirisiyle kafa çekerken, bağırıp çağırırken, şarkı söylerken birbirimizi överken hiçbir sözümü bulamazsınız. Bundan kaçındım ben. Bu benim kendi düşüncelerim. Alkışlanırken, sıfatlar takılırken bu kişilerin medyanın ilgi noktasında olduğunu gördük şimdi ise bazı medya kuruluşlarının görmezden gelmesi içler acısı bir durumdur.
"ŞANLI YARGIMIZIN NE KADAR BAĞIMSIZ TARAFSIZ OLDUĞUNU GÖSTERMESİ LAZIM"
Peker ne diyor? Namusu maaşı kadar olanlar diyor. Ne kadar acı bir şey. Düşünebiliyor musunuz? Hala köşesinde bu konuyla ilgili yazı yazmayan insanlar var. Hala bu olayları duymazdan gelenler var. Devekuşu gibi kafasını kuma sokmuş, 'beni görmüyorlar' diyor. Türkiye'de medyanın düştüğü hale bakın. Bereket ki sosyal medya var, Youtube kanalları var. İnsanlar onları daha çok takip ediyor. Bugün amiral gemileri hepsi battı çıktı. Bu çok ayıp bir şey. Mücadele etmek istiyorsak medya görevini yapacak. Yargı görevini yapacak, siyaset görevini yapacak. Siyasetin içindeki insanlar kendi görev alanlarını iyi yapacaklar. Şeffaf olacaklar ve hesap verecekler. Hesap vermek hamasi nutuklar atarak olmaz. İddialara cevap vererek olur. Topu taca atarak olmaz. Top sahada oynanacak. Sahada top çevirmeyeceksin, golü atacaksın. Ne sorulduysa ona göre cevap vereceksin. Sayın Cumhurbaşkanımızın son konuşmasında 'Bunlarla aynı çuvala girenler pişman olurlar' dedi. Olmuşlardır da nitekim. Yani bu tür insanlara selam verenler bile günün birinde hem yalnız kalırlar hem şaibe altında kalırlar. Bütün siyasetçiler için bunları söylüyorum. Buna itina gösterenler de var, hiçbir şey olmaz canım, millet bunları görmez, duymaz diye düşünenler de var. Ama bu olay hepimizin aklımızı başımıza getirmeli. Bu vesile ile her konunun üzerinde ciddiyetle durmalıyız. Meclis Başkanı arzu ederse, TBMM'de bir araştırma komisyonu da kurulabilir. Ama önemli olan şey, şimdi bu iddiaların değerlendirilmesini bizim yargımızın yapmasıdır. Yargı eskiden bağımsızdı. 2010'dan bu yana ona bir de tarafsız kelimesini ekledik. Şimdi bizim şanlı yargımızın ne kadar bağımsız ne kadar tarafsız olduğunu göstermesi lazım. Göstermelidir.