Tüm dünyayı etkileyen ekonomik krizin İngiltere’yi de ciddi şekilde etkilediği ortada. Ekonomik sorunlar birtakım siyasi sorunlara ve çalkantılara da neden oluyor. Bu yüzdendir ki son dönemde İngiltere’de başbakanlık koltuğuna oturan kişi orada bir türlü tutunamıyor.
Başbakanlığa geçtiği sırada İngiltere’nin ikinci Demir Lady’si olarak tanımlanan ve bayağı davulu çalınan, ülkenin sorunlarına çözüm konusunda önemli görüşlerinin olduğu düşünülen Theresa May üç yıl içinde sorunlara yenildi ve istifa etmek zorunda kaldı.
Yerine geçen fedai Boris Jhonson da üç sene tutunabildi ve sonuçta o da sorunlar ve eleştiriler karşısında beyaz bayrak kaldırıp kenara çekilmek zorunda kaldı.
Ardından yine bir bayan siyasi lider ülkede iktidarı elinde bulunduran Muhafazakar Parti’nin genel başkanlığına ve başbakanlığa geçti. Liz Truss isimli bu bayanın başbakanlık koltuğuna oturması ülkenin bir asra yakın ömür, 70 yıla yakın da saltanat süren kraliçesinin ölüm tarihiyle aynı günlere denk geldiğinden, vefat olayıyla ilgili gündemin gölgesinde kaldı.
Kraliçenin vefatıyla ilgili gündem haftalar sürdü ve bu süre içinde yeni başbakan Truss sadece cenaze programlarında protokoldeki yeri kadar gündeme gelebildi.
Bu durum karşısında Truss, biraz öne çıkabilmek, gündem oluşturabilmek için ses getirecek ataklar yapma ihtiyacı duydu ve çareyi uluslararası siyonizme yanaşıp onları yağlamakta buldu. Çünkü özellikle, dünya gündeminin belirlenmesinde önemli yeri olan Amerikan medyasında siyonist lobilerin büyük bir ağırlığının olmasından dolayı onlara gülümsemenin ve sıcak mesajlar göndermenin işine yarayacağını düşünüyordu.
Genel başkanlığına seçildiği Muhafazakar Parti’nin İsrail’in Muhafazakar Dostları (CFI) adlı grubunun etkinliğine katılarak kendisinin büyük siyonist olduğunu iddia etti. Aynı zamanda başbakan sıfatıyla söz konusu grubun etkinliğine katılan ilk kişi olmasına da vurgu yaparak bundan gurur duyduğunu dile getirdi.
Büyük siyonist olduğunu pratikte de gösterebilmek için Kudüs’ü siyonist işgal rejiminin başkenti olarak tanıyacağını ve İngiltere’nin “İsrail” büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacağını duyurdu. Bu kararı hem İngiltere içinde hem de uluslararası alanda eleştirilere maruz kaldığı halde o kararından geri adım atmamakta ısrarlı olduğunu göstermeye çalıştı.
Ama ilginçtir, Truss büyük siyonist olduğunu ispat için Kudüs’ü işgalci rejimin başkenti olarak tanımakta direnmeye devam ederken Daily Star haber sitesi, onu marulla yarıştırmaya başladı ve takipçilerine de, “Hangisi daha fazla dayanacak?” diye soru sordu. Söz konusu haber sitesinin böyle bir yarıştırma yapması sadece İngiltere’de değil tüm dünyada yankı buldu. Ama bu yarıştırmanın asıl ses getirmesi, Truss’ın yarışı kaybetmesi ve maruldan daha az dayanarak başbakanlık koltuğunda sadece 45 gün kaldıktan sonra istifa etmek zorunda kalmasıyla oldu.
Aslında bu yenilgi uluslararası siyonizme de çok fena bir gol oldu. “Demek ki artık sizin büyük siyonistleriniz marul kadar bile dayanıklı değilmiş” denilmesi imkanı doğdu. Zaten bırakın İngiltere’nin büyük siyonistlerini bizzat işgal rejiminin büyük siyonistleri bile artık marul kadar dayanaklılık gösteremiyor.
Malum olduğu üzere siyonist işgal rejimi, 1 Kasım’da yeni bir erken genel seçim gerçekleştirecek. Bu, işgalci siyonist rejimin sadece üç buçuk yıl içinde gerçekleştireceği beşinci erken genel seçim olacak. Üstelik bundan önceki seçimlerden sonra kurulan hükümetlerde dönüşümlü başbakanlık şartıyla koalisyon anlaşmaları sağlanabilmişti. Nitekim şu anki başbakan Yair Lapid de ortağı olduğu koalisyonun ikinci dönem başbakanı olarak görev yapmaktadır.
Bakalım işgalci siyonist rejimin 1 Kasım’da gerçekleştireceği erken genel seçimden sonra bir koalisyon oluşturulması imkanı doğacak mı ve böyle bir imkan oluşsa bile başbakanlık koltuğuna oturacak kişi marul kadar dayanabilecek mi? Anlaşıldığı kadarıyla Liz Truss ve Yair Lapid artık siyonistliğin de ipliğini pazara çıkarmış durumda.