Cevdet Yılmaz’dan asgari ücret açıklaması: İşçi ve işveren dengesi gözetilecek

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, aralık ayında görüşmelere başlanacak olan 2024 yılı asgari ücretine ilişkin “Kamu kesimi, işçi ile işveren arasında dengeyi gözetecektir” dedi. Kira artışlarıyla ilgili de konuşan Yılmaz, 2024 ortalarından itibaren dezenflasyon sürecine girileceğini ve bu tartışmanın da ortadan kalkacağını söyledi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Anadolu Yayıncılar Federasyonu’nun düzenlediği organizasyonda gazeteciler ile bir araya … Cevdet Yılmaz’dan asgari ücret açıklaması: İşçi ve işveren dengesi gözetilecek Devamı »

Eklenme Tarihi: 27 Kas 2023
9 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 27 Kas 2023
Cevdet Yılmaz’dan asgari ücret açıklaması: İşçi ve işveren dengesi gözetilecek

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, aralık ayında görüşmelere başlanacak olan 2024 yılı asgari ücretine ilişkin “Kamu kesimi, işçi ile işveren arasında dengeyi gözetecektir” dedi. Kira artışlarıyla ilgili de konuşan Yılmaz, 2024 ortalarından itibaren dezenflasyon sürecine girileceğini ve bu tartışmanın da ortadan kalkacağını söyledi.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Anadolu Yayıncılar Federasyonu’nun düzenlediği organizasyonda gazeteciler ile bir araya geldi.

Yılmaz, İhracatçılara sağlanan desteklerden Türkiye’nin büyüme hızına, asgari ücretten emekli aylık artışlarına, deprem harcamalarından kira artışlarına pek çok konuda açıklamalarda bulundu.

Yılmaz, açıklamasında şunları kaydetti;

ASGARİ ÜCRET GÖRÜŞMELERİ Şimdi öncelikle asgari ücreti tartışırken yapılanlardan başlamak gerekir. Asgari ücrete bu yıl biliyorsunuz yüzde 107 artış gerçekleştirildi. Asgari ücret artışı enflasyonun üstünde gerçekleşti. Reel olarak asgari ücreti koruyucu çok ciddi tedbirler alındı. Yaptığımız artışlara ilaveten yine geçen yıl tarihi bir adım attık ve asgari ücrete kadar tüm ücretlerde vergi muafiyeti getirdik. Sadece bu muafiyetin tutarı 500 milyar lira civarında. Yani buna vergi harcaması diyoruz.

Dolayısıyla asgari ücret anlamında çok önemli bir çerçeve oluştu. Bu müzakere sürecine gelecek olursak, müzakereler üçlü bir şekilde yürütülüyor. Yani sadece kamunun bu konuda perspektifini paylaşması yeterli değil elbette. İşin kamu, işçi ve işveren tarafı var. Sosyal diyalog dediğimiz bir mekanizmayla bütün şartlar belirleniyor. Sosyal diyalog mekanizmaları çalışmadan önce yorum yapmayı doğru bulmuyorum.

Görüşmeler başlayacak, aralık ayı içinde sosyal diyalog mekanizması çalışacak. Orada elbette işçilerimizin refah beklentileri, işletmelerimizin de rekabet gücünü devam ettirme, istihdamı devam ettirme gibi beklentileri olacaktır. Kamu kesimi de bu dengeyi gözetecektir diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu üçlü mekanizmanın, diyalog mekanizmasının işleyişini gördükten sonra yorum yapmak daha doğru olur.

İHRACATÇILARA DAHA DÜŞÜK MALİYETLE KREDİ KULLANIMI İhracatçılarımızı çok önemsiyoruz. Az önce bahsetmiştim başlangıçta. Bütün yaparken yatırım, ihracat, istihdam bunları gözeterek yapacağız diye konuşmuştum. Cumhurbaşkanımızın çizdiği perspektifte ihracatçılara da yine Merkez Bankamız bu anlamda farklı bir uygulama yapıyor. Biliyorsunuz bu faiz oranları arttırılırken reeskont kredileri arttırılmadı. Bu da işte aynı bir yansıması bir taraftan makro politikalarda güncelleme yapılırken bir taraftan da ihracatçıların daha düşük maliyetle kredi kullanımı konusunda çabamızı devam ettiriyoruz. Yine diğer birtakım sosyal konulara da dikkat edilerek bütün bunlar gerçekleştiriliyor. ihracatta örneğin kredi- iskonto oranı azami 25.93’te sabit tutuldu. Son faiz artımı yaptırılırken oran değiştirilmedi. Bu da işte ihracatçıya verdiğimiz önem önceliğin bir yansıması.

Son pakette de yine ihracatçılarımızla ilgili sevindirici bir gelişme var. Meclisimize giden teklifte kurumlar vergisini üçe ayırmıştık biliyorsunuz. Mali kuruluşlara, bankacılara yüzde 30 kurumlar vergisi söz konusu, normal işletmeler yüzde 25 kurumlar vergisi ödemek durumunda. İhracatçı firmalarda ise bu oran yüzde 20. İhracatçıyı destekleyen politikalarımızın vergisel bir boyutu olarak. Bundan ihracatçı firmalarımız doğrudan ihracat yaptığında istifade ediyorlardı ama dış ticaret şirketleri aracılığıyla ihracat yapan, daha çok küçük ölçekli işletmelerimiz istifade edemiyorlardı. Şimdi getirdiğimiz düzenlemeyle dış ticaret şirketleri kanalıyla ihracat yapan KOBİ’ler de vergisel avantajdan istifade etmiş olacaklar. Dolayısıyla ihracatı elimizdeki imkanları azami ölçüde zorlayarak desteklemeye devam edeceğiz. Bunun bir yansıması da işte meclise gönderdiğimiz bu kanun. Önemli bir vergiden fedakarlık yaparak KOBİ’leri, ihracatçı KOBİ’leri destekleyici bir adım atmış oluyoruz. Merkez Bankamızda faiz oranlarını azaltarak bunu yapıyor.

EKK GÜNDEMİ Yarın Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantımız var. Orada da yine bu ihracat konularını ele alacağız. Ticaret Bakanımızın sunumları olacak. EXİM Bank’la ilgili, ihracatla ilgili nasıl gidiyoruz? Yapılması gereken, atılması gereken yeni adımlar var mı? Bunları yarınki EKK toplantımızda da değerlendireceğiz.

PİYASALARDA ÖNCEDEN FİYATLAMA SORUNU Şimdi esas mesele şu; ücretlerle ilgili şunu söylemek isterim. Daha önceki asgari ücret tartışmasıyla da ilgili, esas olan bizim vatandaşımızın satın alma gücünü arttırmamız. Dolayısıyla enflasyonu düşürme perspektifimiz aslında kalıcı bir şekilde refah artışının önünü açan bir perspektif. Bunu yapmadığınız sürece çok yüksek artışlar da yapsanız sonuçta enflasyon bunun satın alma gücünü eritiyor zaman içinde. Kalıcı bir şekilde refah artışı yapmanın yolu enflasyonu düşürmekten geçiyor. Bu konuda da tüm toplumsal kesimlerin bir uzlaşması gerekiyor açıkçası. Gerektiğinde bazı fedakârlıkların da yapılması gerekiyor. Başka türlü bu bir toplumsal fedakârlık da gerektiriyor enflasyonla mücadele. Kısa vadede belki bazı zorluklar yaşayacağız ama orta-uzun vadede daha sağlıklı bir şekilde refahımızı arttırmış olacağız. İşin özü bu.

Dolayısıyla bahsettiğiniz şey çok önemli bence de. Sosyal medyada, medyada veya siyasi çevrelerde gerçeklerden kopuk bir takım algıların oluşturulması, anlık bazda insanlarımızın hoşuna gitse de kalıcı refah artışı getirmeyen hadiseler. Bizim yapmamız gereken kalıcı refahı sağlamak, buna dönük adımları atmak, güçlendirmek. Bu da herkese bir sorumluluk yüklüyor aslında. Siyasetçiler olarak bizlere de yüklüyor. Sağlıklı analizler yapıp vatandaşımıza bizim her şeyin artısını, eksisini göstermemiz lazım ki vatandaşımız da tercihini buna göre yapabilsin, gerçekleştirebilsin. Birincisi bu, ikincisi yine sizin altını çizdiğiniz bu denge çok önemli. Yani belli bir kesime sadece bir şey yapıp diğer toplumsal kesimlere yapmazsanız dengeyi bozmuş olursunuz. Bir şey yapılacaksa bütün toplumsal kesimlere belli bir denge içinde, bir adalet ölçütü içinde yaklaşılması gerekiyor. Ayrıcalıklı bir grup oluşturup ona sadece bir iyileştirme yapmayı bu anlamda doğru bulmuyoruz. Daha dengeli bir şekilde farklı kesimleri gözeterek kaynaklarımızı kullanmak zorundayız.

Sonuçta belli sınırlı kaynaklarımız var. Hiçbir ülkenin sınırsız kaynakları yok. Var olan kaynakları en verimli şekilde, en dengeli şekilde dağıtma meselesi, ekonomi dediğimiz hadisenin özünü de oluşturan işlerden bir tanesi bu.

Bu anlamda popülizm sizin bahsettiğiniz yani gerçek kalıcı sosyal refahı değil, çok kısa vadeli birtakım gündemleri oluşturma meselesi. Buna aslında toplumumuz cevabı seçimlerde verdi. Defalarca bu cevabı verdi. Eğer bu popülist söylemlere toplumumuz prim verseydi bugün başka partiler iktidarda olurdu. Hiçbir hesap kitap yapmadan hiçbir programı planı olmadan sadece ve sadece o anda insanların hoşuna gitsin diye birçok rakamlar telaffuz eden ana muhalefet veya başka partiler oldu. Ama toplum bunlara prim vermedi. Sonuçta daha makul bir çizgide planlı, programlı bir şekilde kalıcı refah artışı sağlayacak olan partilere, liderlere destek oldu toplumumuz. Bence toplum bu anlamda üzerine düşeni yapıyor. Daha çok burada belki medyanın da bilmiyorum kendi içinde bir tartışması olmalı diye inanıyorum ben. Sosyal medyada tabii yapacak bir şey yok. Hani bir algı oluşturuluyor. Yani orada çok farklı birtakım algılar oluşturulabiliyor. Az sayıda insanın oluşturduğu algılara büyük çoğunlukların teslim olmaması lazım diye inanıyorum ben. Rakamlara dayalı, analizlere dayalı, uzun vadeli bir perspektifle bu meselelere yaklaşmamız lazım.

“EYT DAHA BİTMİŞ BİR SÜREÇ DEĞİL” Emeklilikle ilgili primle ücret arasında aktüeryal denge olması gerekiyor. Sürdürülebilirlik açısından bu böyle. Emekli maaşını primlerle ödüyoruz, çalışanlar prim ödüyor o primlerle emeklinin maaşını ödüyoruz. Normalde 3-4 çalışan olmalı ki bir tane emeklinin maaşını ödeyebilelim. Türkiye’de bu denge özellikle EYT’den sonra oldukça düşük düzeylere gerilemiş durumda. EYT daha bitmiş bir süreç değil. 2 milyon insan emekli oldu ama daha gelecek 3 milyon kişi daha var. Böyle bir yükle de karşı karşıyayız. Bunun da ilerisi için yansımaları var. Bu hakikaten sosyal güvenlik sistemimiz üzerinde çok önemli bir baskı unsuru oluşturdu. Bu durumu bütçemizin imkanları dahilinde elimizden geldiğince yönetmek durumundayız.

Sosyal güvenliğe transfer ettiğimiz kaynaklar farklı isimler arasında. Bir doğrudan transfer var farklı isimlerle transferler var. 1 trilyona yakın kaynağı sosyal güvenlik sistemimize transfer ediyoruz. Bununla da emeklilerimizin maaşlarını ödüyoruz. AK Parti döneminde reel olarak son 20 yıla baktığımız zaman ciddi artışlar oldu. 65 yaş aylığından en düşük aylığa varıncaya kadar hepsinde ciddi artışlar yaptık. Hem sayı olarak hem de reel olarak ücretler arttı. Son dönemlerdeki enflasyon tabi yeniden bütün kesimlerde olduğu gibi emekli kesimlerimizde de tartışmalar oluşturmuş durumda. Burada da 7500 dediğimiz rakam artışı yüzde 143’lük bir artışa tekabül ediyor. Bir yıl içinde 2 defa artırmış olduk. Asgari ücrette ve asgari emekli maaşında. Biz kanunen bunu yaptık.

Sosyal güvenlik sisteminde asgari emekli aylığı diye bir kavram yok ama kanunen biz bunu gerçekleştirdik ve en düşük aylığı 7500 olacak şekilde düzenlemeyi yaptık. Artı bu dönem 5 bin lira biliyorsunuz bütün emeklilerimize bir katkıda bulunuyoruz. Bu düzenleme çalışmayan emekliler için önce düzenlenmişti. Daha sonra çalışan emekliler için düşük gelirli bazı kesimlerin de bundan istifade edemeyeceği gibi bir takım detaylar ortaya çıkınca yeniden değerlendirildi ve bütün kesimlere bunun yapılması gerektiği yönünde bir yaklaşım oluştu. Yine meclisimizdeki düzenlemelerle bu gerçekleştirilecek. Ve tüm 4,7 milyon emeklimize ilave 5 bin lira verilecek. Artı yılsonunda memur emeklilerine memur zam artışı yansıyacak. Bütçe imkanlarımızı sonuna kadar zorlayarak elimizden geldiğince bütün kesimleri destekleyici bir yaklaşımımız olacak.

KONUT KİRALARI Kiralarla ilgili bu Yüzde 25 şartı bir yılına uzatılmıştı biliyorsunuz. Muhtemelen bu dezenflasyonist döneme girdiğimiz bir ortamda artık böyle bir ihtiyacımız kalmayacak önümüzdeki dönem. Hakikaten farklılıklar oluştu. Aynı binada çok farklı kiralar, ücretler, bu çok sağlıklı bir durum değil, belli bir süre içinde bu dengeye oturacaktır inşallah. Orada da önemli olan bu dezenflasyonist süreci, 2024’ün ortalarından itibaren zaten ciddi anlamda bir dezenflasyon sürecine girmiş olacağız. Böyle bir tartışmaya da ihtiyaç kalmayacak diye düşünüyorum ben doğrusu.

Konut kredisi, sosyal konut konusunda finans kesimiyle görüştüğümüzde bir orandan, bir paketten ziyade ikinci ve üçüncü konutta kredi imkanını zorlaştırarak, düzenlemelerle var olan kaynağımızı ilk konut alacaklara odaklamak istediğimizi söylemiştik. Yapacağımız destek dediğimiz, o toplantı çerçevesinde söylediğimiz bu. İlk konutu niye önemli görüyoruz? İlk konut sahipliği sosyal adalet açısından çok önemli, ikincisi makro politikalar açısından da çok önemli. Geçmişte DPT ve Dünya Bankası bir çalışma yapmıştık, orada şu çıktı ortaya, ilk konut sahipliği toplam tasarruf oranını arttırıyor bu ülke. Şimdi kendi çevrenizden de bakın, ikinci konutunu ne kadar verimli kullanıyor insanlar? Üçüncüyü ne kadar kullanabiliyorlar? Bazen işte yazlık var, kışlık var, haftada üç gün gittiği yere dünya kadar kaynak sarf ediyor insanlar.

En verimli konut, toplumsal faydayı en üst düzeye çıkaran konut, ilk konut, insanların ilk kullandığı konut. Makro ekonomi tasarruf oranları da neyle ilgili? Cari açıkla ilgili, siz yeterince tasarruf yapmazsanız başkalarının tasarruflarını kullanmak zorunda kalıyorsunuz, ona da cari açık denir. Dolayısıyla ilk konutu önemli görüyoruz, ayrıcalıklı bir alan olarak görüyoruz. Zaten düzenlemeler yaptı biliyorsunuz Merkez Bankamız ve BDDK, şu anda ikinci konut almak, üçüncü konut için kredi almak çok zorlaştırıldı. TOKİ’yle sosyal proje konutlarımız var biliyorsunuz. İlk defa geçen yıl ve bu yıl bütçeden TOKİ’ye bu amaçla kaynak koyduk. Geçmişte hiç bütçeden TOKİ’ye para verilmezdi. Geçen yıl ve bu yıl bütçemize sosyal konut için kaynak ayırıyoruz. Bu amaçla sosyal konut üretsin diye TOKİ’ye kaynak transfer ediyoruz bütçeden.

Sosyal konut arzını arttırmamız lazım. Arzı arttırmadan sadece kredi imkanı sağlarsanız konut piyasasında fiyatları yükseltmiş olursunuz. İyilik yapalım derken kötülük yapmış olursunuz. Yani böyle bir durum var. Dolayısıyla öncelikle arz ve talep dengesi içinde bakmamız lazım. Hem arzı arttırıp, hem düşük faizli kredi verdiğinizde anlamlı olur o zaman. İkisini bir arada düşünmemiz lazım. Aksi takdirde sadece avantajlı kredi veriyoruz dediğimizde konut fiyatları artacak. Vatandaş yine sıkıntı yaşamış olacak. Dolayısıyla öyle bir yöntem düşünmüyoruz doğrusu. Arz ve talep dengesi içinde ikisini aynı anda geliştirici bir formülasyon içinde bu konuları konuşmaya devam edeceğiz. Sosyal konut her zaman gündemimizde hiçbir zaman ihmal edeceğimiz bir konu değil. Enflasyonu düşürmek için de sosyal refah için de toplam tasarruflarımızı arttırmak için de konut meselesi gıda meselesiyle birlikte en kritik alanlardan.