Ailesiyle yaptığı telefon görüşmeleri kaydı heyecanla beklenen Alpaslan Hoca'nın bu haftaki 65. telefon ses kaydı da yayımlandı.
Tefsir dersi programında yayımlanan konuşmada Alparslan Hoca, yüreklere dokunan manevi nüktelere ve nasihatlere yer verdi.
Yaptığı konuşmada Mesnevi'de yer alan Lokman Hekim nüktesine değinen Alparslan Hoca, nükte sonunda "Kul da böyledir; Rabbinin güzel nimetlerine şükrettiği gibi acılarına da şükretmelidir" ifadelerinde bulundu.
Kendisine düşenin Allah'a teslim olmak olduğunu belirten Alparslan Hoca, Allah'ın kendisine İslam'ı anlatma, konferanslar yapma, tevhidi anlatma, fakirlere yardım etmek gibi faaliyetlerle nimetlendirdiğini şimdi ise Celal ismiyle daha zor ve zorlayıcı yöntemlerle terbiye ettiğini ve daha büyük nimetler verdiğini söyledi.
Konuşmada kendisi için en büyük müjdeye de değinen Hoca'nın, konuşmanın tamamı şu şekilde;
Mevlâna, Mesnevide Lokman hekimin hikayesini anlatırken diyor ki: Lokman hekim, zengin bir adamın kölesiymiş, bir gün Lokman hekimin efendisine bir meyve getiriyorlar, o da Lokman hekimi çok sevdiği için onu çağırıp bir dilim kesip ona ikram ediyor. Lokman hekim onu bal gibi şeker gibi yiyor, efendisi onun çok hoşuna gittiğini görünce bir dilim daha kesip veriyor, onu da o şekilde bal gibi yiyor. Sonra bir dilim daha… en son bir dilim kalıyor. Efendisi bunu da ben yiyeyim Lokman hekim böyle güzel yediğine göre herhalde çok tatlı diye düşünüyor. Sonra o dilimi yer yemez meyvenin acılığından ağzını bir ateş sarıyor. Dili uçukluyor, boğazı yanıyor kendisini adeta kaybediyor. Sonra, benim canım kardeşim, böyle bir zehiri nasıl olur da tatlı tatlı yersin? Bu ne sabır? Niçin ben yiyemem demedin? Lokman Hekim diyor ki: Ey Efendim! Elinle sunduğun bir şeye nasıl olur da bu acıdır diyebilirim. Senin ihsan ettiğin her şey bana şifadır. Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan adeta iki kat olmuşumdur. Çünkü vücudumun bütün hücreleri, senin bana verdiğin nimetlerden bana geldi.
Kulun hali buna benzer. Bizim durumumuz da buna benzer. Allah Azze ve Celle bugüne kadar bize güzel nimetler verdi. Bazen de acı nimetler vererek kulunu dener. Biz bu durumda şimdiye kadar güzel nimetleri nasıl yediysek onu da o şekilde yemeliyiz. Güzel nimetlere nasıl şükrettiysek, acılara da o şekilde şükretmeliyiz.
Olaya şöyle bakmalıyız; padişah bir neferini, baba çocuğunu, hoca talebesini vazife için bir yere gönderse, gönderilen kişi ailesine dönmek için acele etse, her gün haber gönderse, onu gönderen zat nasıl ki bundan hoşlanmaz ve ne kadar sabırsızsın? Ne kadar hikmetten yoksunsun? Orada bulunmanın hikmetlerini anlamıyorsun? Neden bana teslim olmuyorsun? Yoksa bana güvenmiyor musun? Seni unuttuğumu mu zannediyorsun? Yoksa merhametimden mi şüphe ediyorsun demez mi? Bizim durumumuz da buna benzer.
BANA DÜŞEN TESLİM OLMAKTIR
Bana düşen birçok hikmet için beni hapse gönderen Allah’a teslim olmak ve O’nun artık gel diyeceği günü sabırsızlanmadan ve O’na tam bir teslimiyetle teslim olarak beklemektir. Nasıl ki Allah Azze ve Celle Peygamberimize hitaben Kalem suresi 48. ayette: Hz. Yunus Aleyhisselam’ı örnek göstererek Peygamberimize onun gibi olma, “velê tekun kesahibul hût” “balık sahibi (Yunus) gibi olma.” O, kendisine bir görev yeri gösterilmişti ama oradakiler anlamayınca başka yere gitmek istedi. Sabırsızlık yaptı. Aynı şekilde sen de öyle davranma buyuruyor. Bu aslında yalnız peygamberimize hitap değil aynı zamanda bize de hitaptır. Dolayısıyla Allah, nerede vazife verdiyse orada sabır göstermek hatta şükretmek icap eder.
Tur suresi 48. ayette Allah Azze ve Celle: “vasbir lihükmi Rabbik” “ Rabbinin hükmüne sabret” “fe inneke bi e’yunine” “Muhakkak ki sen gözlerimizin önündesin” buyuruyor. O halde Rabbimizin hükmüne sabredeceğiz. Madem O’nun gözleri önündeyiz o halde mesele yok. Bizi unutmuş olamaz “ve me kene rabbuke nesiyye” “Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir.”
ALLAH’IN CELAL SIFATI
İmam Rabbaninin bir sözünde: “Yetiştiğim derecelerin üstünde daha çok makamlar vardır, onlara yükselmek Celal sıfatıyla (sert terbiye) edilmekle olabilir. Şimdiye kadar Cemal sıfatıyla okşanarak terbiye edilmiştim artık bundan böyle de Celal sıfatıyla terbiye ediliyorum” diyor. Dolayısıyla Allah’ın eğitimi sadece Cemal sıfatıyla olmuyor sadece okşayarak değil bazen de sert yollarla zorlayarak oluyor. Bu da büyük nimetler verileceği zaman oluyor. Allah’ın isimlerinden biri Zülceleli vel ikram, yani Allah Azze ve Celle önce Celal sıfatıyla zorlar ve kulunu ağır imtihanlara tabi tutar, sonra arkasından da ikram eder. Yani önce Celal sonra ikram. Celal olmadan ikram, çocuklara olur. Çoğunlukla büyüklere olmaz. Yıllarca Cemal sıfatıyla terbiye etti. Nimetler verdi. İkram etti. Kendisine hizmet etme şerefiyle şereflendirdi. Vakıfla, konferansla, kermesle, fakirlere yardım etmekle, talebelere burs vermekle, insanlara İslam’ı öğretmekle, şubeler açmakla nimetlendirdi. Şimdi ise Celal ismiyle daha zor ve zorlayıcı yöntemlerle hem terbiye ederek çok şeyler kazandırıyor hem de daha büyük, daha pahalı nimetleri veriyor. Daha da verecek inşallah. Küçük çocuğa bir nimet verilirken onu zora sokmadan imtihan etmeden kolay bir surette verilir. Büyüdüğünde ise bir nimete ulaşabilmesi için çok çalışması, çok imtihanları geçmesi, zorluklarla karşılaşması gerekir. Allah küçüklere her zaman Cemal ve Kerim sıfatıyla verirken büyüklere ise bazen Cemal sıfatıyla bazen Celal sıfatıyla verir. Önemli ve büyük nimetler Celal sıfatıyla veriliyor. Çünkü dünya, imtihan dünyasıdır. İmtihana razı olmak icap eder. Her zaman Cemal sıfatıyla versin diye beklemek doğru olmaz. O büyümeyi istememek demektir.
BENİM İÇİN ASIL MÜJDE…
Benim için asıl müjde; 22 aydır devam eden zindan zulmünün bitmesi ve tahliye olduğum haberi değil, asıl müjde tevhidin milyonlar tarafından anlaşılmaya başlandığının ve Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalıdır diyenlerin çoğaldığının haberidir.
Benim için asıl müjde; takva sahibi ibadete düşkün, kalbi aşk-ı ilahiyle dolu, Allah’tan başkasından korkmayan dava kardeşlerimizin çoğaldığı, ilim talebelerinin çoğaldığı, alim ve aydınlarımızın, şairlerimizin, yazarlarımızın yetiştiği haberidir.
Benim için asıl müjde; talebelerimin her zaman ve her yerde İslam’a davet eder hale geldiklerinin haberidir. İslam’a davet vazifesi yılda bir defa olan zekât ve oruç ibadetine ya da ömürde bir defa olan hac ibadetine benzemez. Davet vazifesi her gün olan namaz ibadetine benzer. Ölünceye kadar her gün ve nerede olursanız olun, yerine getirmeniz gereken bir vazifedir.
Bazılarının bunu ihmal ettiğini duyuyorum bu beni üzüyor. Sanki bu vazife birkaç günlük vazifeymiş gibi düşünenler var herhalde bu ölene kadar yapmamız gereken bir vazifedir bu unutulmamalıdır.