Bir NATO subayı ya da CIA ajanı doğrudan siyasi-askeri hedefleri olan kişiler olarak değerlendirilmesine rağmen filozoflar, sanatçılar ya da edebiyatçılar pek öyle değerlendirilmez. “Bilim-Sanat-Felsefe” doğal olarak “güvenlik” meselesi olarak değil, düşünce, özgürlük ve insan hakları bağlamında ele alınır. Pek çok insan hayatı boyunca bir CIA ajanıyla karşılaşmadığını düşünse de öyle olmayabilir. Bir CIA ajanının seminerine katılmış, tablosunu satın almış, onun makaleleriyle dünya görüşünü inşa etmiş olabilir.
Fransız filozof Gabriel Rockhill, “Çoğu insanın kafasındaki CIA imgesi büyük ölçüde CIA’in kendisi tarafından şekillendirilmiştir.”[1] derken CIA ajanının; sahte bir kimlikle karanlık işler çeviren “esrarlı” tipolojiyle sınırlı olmadığını anlatmaya çalışır. Rockhill, yeni solun beslenme kaynaklarından biri olan Michel Foucault’un CIA raporlarında “övgüyle” bahsedildiğini anlattığı yazı dizisiyle hayli ses getirmişti. Üzerinde daha az durulsa da CIA’nın kurulduğu günden bu yana önemli ilgi alanlarından biri de bilim, felsefe, sanat, edebiyat olmuştu.
Filozofların, aydınların, entelektüellerin ABD’nin emperyalist amaçları doğrultusunda kullanılması, yönlendirilmesi ve finanse edilmesi geçmişten bu yana CIA’nın kurumsal yapısına dahildi. CIA’nın tarihi, üniversite kürsülerini de vaaz kürsülerini de boş bırakmadığını; Avrupa solundan dini gruplara kadar geniş bir yelpazede hareket ettiğini gösteriyor. Şüphesiz bu, ABD’nin amaçları doğrultusunda kalem oynatıp nefes tüketen her kişinin CIA’nın maaşlı elemanı olduğu -bunlar da olmakla beraber- anlamına gelmiyor. Bilakis pek çok kişi farkında olmadan CIA tarafından kullanılmış, yönlendirilmiş ve “hasmına” hizmet ettiğini sonraları fark etmiştir. Bu yazıda CIA’nın bu işlere el attığı ilk yıllara gideceğiz ve CIA tarafından kurulduğu açığa çıkmış Kültürel Özgürlük Kongresi’ne (Congress for Cultural Freedom: CCF) bakacağız. Buna bakmamız gerekiyor çünkü daha birkaç hafta önce İran’dan Masih Alinecad, Rusya’dan Gary Kasparov, Venezuela’dan Lepoldo Lopez’in kuruculuğunu üstelendiği Dünya Özgürlük Kongresi (World Liberty Congress: WLC) kuruldu. 40 ülkeden 130 katılımcıyla düzenlenen Kongre’ye Türkiye’yi temsilen Enes Kanter de katıldı. WLC’nin -her ne kadar CCF’ye göre daha açık bir propaganda aygıtı olarak kurgulanmış olsa da- kurulduğu bugünlerde soğuk savaş yıllarında 20’den fazla dergi yayınlayan ve 35 ülkede yapılanan CCF’yi hatırlamakta fayda var.
*
“Gizlilik, para ve zaman gerekiyor; 3. hamur kağıt, benzin, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, korkmama özgürlüğü gerekiyor.”[2]
Arthur Meier Schlesinger 1949’da yayınlanan The Vital Center: The Politics of Freedom kitabında böyle yazmıştı. Bunları bugün yazmış olsaydı “akıllı telefon ve internet bağlantısı”nı da eklerdi mutlaka. Schlesinger 1943’ten 1945’e kadar CIA’nın öncülü olan Stratejik Hizmetler Ofisi’nde (Office of Strategic Services: OSS) istihbarat analisti olarak çalışmıştı. Daha sonra Harvard’da öğretim üyesi olarak çalıştı, Başkan Kennedy’nin yardımcılığını üstlendi.
Schlesinger kitabında Komünist sola karşı savaşmanın en iyi yolunun Komünist olmayan sol olduğunu söylüyordu. CIA de benzer bir düşünceye sahipti; Komünistlerle savaşmak için eski Komünistlerden daha uygun kimse yoktu.
Soğuk Savaş yıllarıydı ve CIA bu savaşın kültürel kanadını oluşturmaya çalışıyordu. Sonunda Kültürel Özgürlük Kongresi (Congress for Cultural Freedom: CCF) oluşturuldu. 1950’den 1967’ye kadar başkanlığını CIA ajanı Michael Josselson’un yürüttüğü CCF pek çok uluslararası konferans ve sempozyum yaptı, sanat sergileri düzenledi. Yirmiden fazla dergi yayınladı. Çıkardıkları dergilerden en meşhuru Londra merkezli Encounter dergisiydi. Bunun dışında CCF pek çok ülkede edebiyat, sanat ve siyasi içerikli dergi yayınladı; Fransa’da Preuves, İtalya’da Tempo Presente, Avusturya’da Forum, Avustralya’da Quadrant, Japonya’da Jiyu, Latin Amerika’da Cuadernos ve Mundo Nuevo… CIA’nın finanse ettiği dergilerden biri de Melvin Mensky’nin -ki CIA ajanı olduğu yönünde yaygın bir kanaat vardır- kurduğu Der Monat isimli dergiydi. Dergide kimler yazmamıştı ki; Theodor Adorno, Arthur Koestler, Hannah Arendt, Heinrich Böll, Thomas Mann…
George Orwell’ın 1984 ve Hayvan Çiftliği romanları da CIA’nın en etkili soğuk savaş aparatları arasındaydı.[3],[4] 1954 yılında çizgi film olarak gösterime giren Hayvan Çiftliği’ni CIA finanse etmiş ve bütün dünyaya dağıtmıştı.[5] Latin Amerika’da çıkarılan Mundo Nuevo’da komünist şair Pablo Neruda’nın şiirleri, Borges’in röportajları yayınlanıyordu. Gabriel Garcia Marquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık romanının da ilk parçaları bu dergide yayınlanmıştı. Fidel Castro’ya yakınlığıyla tanınan Marquez, derginin CIA bağlantıları çıkınca pişmanlığını dile getirmişti. Pek çok kişi CIA’nın değirmenine su taşıdığının farkında bile değildi. Nitekim Özdemir İnce yıllar sonra F. S. Saunders’in Sanat ve Edebiyat Dünyasında CIA Parmağı kitabının arka kapağına şöyle yazacaktı: “Meğer CIA’nın en etkili silahı Encounter dergisini okumak için boşu boşuna abone parası ödemişim yıllarca. İstersem bedava gönderirlermiş.”
CIA’nın kurduğu Kültürel Özgürlük Kongresi 1950 yılında Berlin’de bir manifesto yayınladı.[6] 14 maddeden oluşan manifesto 1931’den 1938’e kadar Alman Komünist Partisi’nin üyesi olan Arthur Koestler tarafından kaleme alınmıştı. “Fikir özgürlüğünün insanın vazgeçilmez haklarından biri olduğunu açık bir şekilde kabul ediyoruz.” diye başlayan manifesto totaliter rejimleri “hoşgörülü” olmaya ve bu rejimler altında yaşayan insanları ise korkmadan özgürce fikirlerini söylemeye davet ediyordu. “Özgürlük” 14 maddelik manifestoda 19 kez tekrar ediliyor, “özgürlük ve barış birbirinden ayrılamaz” deniyordu. Manifesto’ya göre halklarına konuşma, toplanma, protesto özgürlüğü vermeyenler dünyayı güvenilmez bir yer haline getiriyor ve barışı tehdit ediyorlardı.
Plan tek kelimeyle mükemmeldi. ABD’nin hasımlarıyla ABD’liler değil, hasım ülkelerin solcuları savaşacaklardı. Nitekim 1967’de CIA ajanı Tom Braden “…kendilerini solcu tanımlayan insanlar, 1950’lerde komünizmle mücadele etmeyi umursayan yegâne insanlardı.”[7] demişti. Üstelik bu savaşın gövdesini bilim, sanat, edebiyatla uğraşan “entelektüel” çevreler oluşturacaktı.
*
Kültürel Özgürlük Kongresi, 1967’de ifşa oluncaya kadar ABD dünyayı kan gölüne çevirmişti bile. Kore Savaşı’nda yaklaşık 4 milyon kişi ölmüş, Vietnam Savaşı’nda 8 milyon ton bomba atılmıştı. Barrel Roll Operasyonu adıyla Laos’u o kadar çok bombaladı ki, sadece patlamamış 80 milyon bomba nedeniyle 20 binden fazla insan öldü, hâlâ da ölmeye devam ediyor. ABD o yıllarda dünyanın bine yakın bölgesinde üs kurmuştu.
Tom Braden’in söyledikleri her şeyi özetliyor aslında. Kendine “solcu” diyen sözüm ona entelektüeller CIA’nın kültürel işgallerinin bir parçası olmuşlardı. Pek çok aydın, akademisyen ve entelektüel farkında olarak ya da olmadan kendi halklarına ABD “propagandası” yaptılar. Saunders kitabının girişinde Richard Crossman’ın “Propaganda yapmanın en iyi yolu, hiç yapmıyormuş gibi yapmaktır.” sözünü aktarır. Gerçekten de “soyut dışavurumculuk” (abstract expressionism) akımının düzenlediği bir resim sergisini gezerken kim CIA propagandasıyla karşı karşıya olduğunu düşünür ki? Ama CIA’nın finanse edip desteklediği soyut dışavurumculuk; Sovyet gerçekçiliğini engellemek için[8] öznelliği, bireyselliği, sınırsız yorumu besleyen kullanışlı bir araçtı.
Özellikle 1960’lı yıllardan sonra postyapısalcılık ve postmodernizm denilen akımların akademik ve entelektüel dünyada etkili olmaya başlamasını bu bağlamda dikkate almak gerekir. Yeni sosyal hareketler bu felsefi akımların açtığı mecradan ortaya çıktı. Nesnel ve materyal gerçekliğin yadsındığı, sistemik mücadelelerin “büyük anlatılar” denilerek dalga geçildiği, ideolojilerin sonunun ilan edildiği bir dönem başladı. “Materyalizm” temeli üzerine kurulmuş bir ideolojinin mensupları “maddi gerçekliği” tartışır hale gelmişlerdi. Sermayeye karşı “proleterya” temelli mücadele veren eski tüfek solcuların eline feminizm bayrağı, LGBT bayrağı, hayvanseverlik bayrağı, çevrecilik bayrağı tutuşturuldu. İşçi sınıfı mücadelesi cinsel çeşitlilik mücadelesine dönüştü. Hayvanseverlik, LGBT’cilik, feminizm, çevrecilik gibi küçük muhalefetlere ikna edildikleri gibi sermaye sınıfından fonlanmayı dert etmediler, sorgulamadılar, umursamadılar.
Son İran olaylarında da gözlemleyebileceğimiz üzere Türkiye Sol’unun geniş bir kesiminin ABD ve Batı’yla birlikte hizalanması; bu cenaha mensup gazetelerin İran konusunda BBC ve CNN’den farkı olmayan bir güdüyle hareket etmesi şaşırtıcı değildir. Emperyalizm karşıtlığından daha çok İslam karşıtlığının şekillendirdiği böylesi bir hüviyetin sömürgeci söylemin taşıyıcısı olması kaçınılmazdır.
*
F. S. Saunders, Kültürel Özgürlük Kongresi’nin çıkardığı dergilerin Kongre’nin bir sözcüsü tarafından “Kültürel NATO” olarak adlandırıldığını aktarır. Algı yönetimi ve manipülasyon denilince daha çok medya ve gazeteciler akla geliyor. Halbuki filozofların, edebiyatçıların, sanatçıların, ilim adamlarının derinlikli ve incelikli rolü yeterince araştırılmamıştır. Kültürel NATO askeri NATO’dan daha tehlikelidir. Kültürel Özgürlük Kongresi, askeri NATO’ya karşı olduğunu sananların, kültürel NATO’nun davulunu çalabileceğini göstermektedir. ABD ve müttefiklerinin asıl başarılı olduğu nokta da burasıdır; Suriye’ye Amerikan füzesi çağıran bir sağla, İran’da Amerika’yla aynı tezahüratı yapan bir sol var edebilmiş olmasıdır.
[1] https://www.ekdergi.com/foucault-komunizm-karsitligi-ve-kuresel-teori-endustrisi/
[2] Saunders, F. S. (2016). Parayı Verdiği Düdüğü Çaldı Sanat ve Edebiyat Dünyasında CIA Parmağı, s. 358, İmge Yayınları
[3] https://vesaire.org/cia-tarafindan-desteklenen-dergiler/
[4] https://www.yeniulke.com.tr/2022/cia-ve-frankfurt-okulunun-anti-komunizmi-kuresel-teori-endustrisinin-temelleri-5093/
[5] Saunders, F. S. (2016). Parayı Verdiği Düdüğü Çaldı Sanat ve Edebiyat Dünyasında CIA Parmağı, s. 358, İmge Yayınları
[6] https://www.filosofia.org/mon/cul/clc_043.htm
[7] https://vesaire.org/cia-tarafindan-desteklenen-dergiler/
[8] https://bilimveutopya.com.tr/cianin-kulturel-silahi-cagdas-sanat