Çığlık çığlığa bir ülke!

Umur Talu yazdı...

Eklenme Tarihi: 10 Haz 2022
4 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Çığlık çığlığa bir ülke!

İstanbul, Okmeydanı, Fatih, Okçular Tekkesi, gecekondular, tapu, seçim, oy deposu, rant, kentsel dönüşüm, polis, şiddet, dayatma, direniş, adalet…

Fetihtepe, yoksul yüreğiyle bütün bunları sırtladı, Türkiye gündemine gelebilmek, devletin ve milletin vicdanına ulaşabilmek için, çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek direndi.

“İstanbul’un fethi”nden tam 500 yıl sonra, Fatih’in okçularının arazileri Anadolu’nun yoksulları tarafından fethedilmiş, umutlarını briketten hanelere, tenekeden bahçelere, büyüyen iştahlı kentin damarlarına yerleştirmişlerdi.

“Köşeyi dönen” de oldu; kendi hanesini kat kat yükseltmekle yetinen de, kuşak kuşak yoksulluk çemberinde dönüp debelenip duran da. Bunları, 1960’ların sonları ve bilhassa 70’lerdeki süreci iyi bilen biri olarak da yazıyorum.

MNP, MSP yani Erbakan, hareketin yükseliş anında Refah (Fazilet); Okmeydanı “yerlileri”nin siyasi tercihi olarak öne çıktı. Bir dönem, çeşitli solların yanında! Ümraniye ve diğerleri gibi.

İstanbul’un Beyoğlu ilçesi Kasımpaşa semtinden Tayyip Erdoğan da o insanların temsilcisi olarak yükseldi. Zaten Okmeydanı’nın bir bölümü de Beyoğlu ilçesinindi. Erdoğan’ın belediye başkanlığı zaferinde, muhtemelen oradaki her hanenin payı vardı. AKP’nin seçim zaferinde ve sonrakilerde de.

2014’tü, ayı ayına tam sekiz sene önce. AKP’nin Beyoğlu Belediyesi bir “kentsel dönüşüm” kararı aldı; şu ifadelerle: “Plansız şekilde, mühendislik bilimi kontrolünden uzak, etap etap kat artışı ve eklentiler şeklinde yapılanan bölgede, konut stoğu oldukça sağlıksız durumdadır… Günümüz şartlarına göre ekonomik ömrünü yitirmiş… Deprem…”

AKP bu ifadeyi 2002’de de kullansaydı, doğru olurdu. Yanlış ve yalan değildi bu tespit. Yalan olan, halka bunlar hiç söylenmeden, “Bir gün bu sağlıksız yapılaşmanıza son verip buraları kentsel dönüşüme, yani rantlaşmaya açacağız” demeden, tam tersine “benim evim de kaçak” diyenlerin attığı oklarla topladığı oylardı!

Çünkü bu karardan sadece üç ay önce, yerel seçimler sırasında, Başbakan Erdoğan orada tapu dağıtmıştı. Tapusuzların sayısına göre az, ama tapu umudunu diri tutmak açısından önemli sayıda. Çünkü Refah ve AKP 1994’ten beri yerel yönetimde iktidardı. Çünkü o iktidarın lideri de Erdoğan’dı.

Beyoğlu-Okmeydanı Fetihtepe’de son birkaç gündür direnenler en azından bir “yürütmeyi durdurma kararı” elde ettiler. Biraz zaman, yeniden müzakere ihtimali, ikna süreci belki.

Bunu elde edebilmek için polisin darbelerine, kilitledikleri kapılarının polis zoruyla kırılmasına, çatılarda mücadeleye, 15 yaşında ters kelepçeye, tabii olarak da bazı hakaretlere katlandılar. Elektrikleri, suları, doğal gazları kesilmişti; onları hanelerinden kazımak için.

Siz hiç “yüksek rant sınıfları”nın böyle polisiye muamelelere maruz kaldığını gördünüz mü? Kaçak mafya liderine refakat ettirilen polis, protesto ettikleri patronun evinin önündeki işçileri kelepçeleyip götüren polis, haklarını arayan kadınları, emekçileri hırpalan polis, efendilere esas duruşta dondurulan polis görmüşsünüzdür ama.

Fakat esas görmeniz gereken, Fetihtepe’deki çocuğa ters kelepçe atarken ya da kırmızı yelekleriyle beşi onu birden tek kişiye girişirken nefret, hiddet, şiddet kusan polis değil. Onu gördünüz zaten.

Direnişçilere, onların sözlerine, kadınların öfkesine, feryadına karşı “kasklı kalkanlı barikat” kuran polislerin yüzlerine, gözlerine, imkân olsa zihinlerine bakabilseniz keşke.

Devlet memuru, yani aslında halk adına halk için görevli olup “Yüksek rant ve parlak jant sınıfları”nın menfaatlerine memur edilen polislerin tümü de farkındalıktan uzak olamazdı ya! Şaşkın olanlar, dalıp gidenler, şuradan ayrılsak da bu insanlarla karşı karşıya gelmesek diyenler yok muydu acaba?

Ben kiminin yüzünde, “sıvasız haneler”in o sınıfı şaşırtılmış, bilinci yamultulmuş, “devletin” zannederken zenginliğin, servetin, hiddetin, şiddetin, nefretin, yağmanın, arsızlığın, tamahın koruyuculuğuna koşturulmuş insanı da gördüğümü sandım.

Yoksul, çaresiz, kendi geleceği bir yana evladının geleceğinden endişeli, o kestirdikleri elektriğin, suyun gazın parasını öderken tükenen ailelerin çocukları, erkekleri, kadınları polisler; sürekli olarak emir-demir adı altında mobinge, hakarete, aşağılamaya, aşırı mesaiye mahkûm olanlar; efendilerin “kamu menfaati” adıyla özel çıkarlara koruyucu yaptırdığı “güvenlik” gücü.

Yoksulun karşısına yoksulu, mağdurun karşısına mağduru, canı yananın karşısına canı yananı diken sistem, bunu kamu, devlet, millet, kanun adına yaptığını söylüyordu tabii. “Kolluk gücü”nün sık sık kimlerin çıkarlarını kimlere karşı “kollamaya” seferber edildiğini neden söylesin!

Keşke o polisler de o sırada göremedikleri kendi yüzlerine baksalar… Orada hiddet-şiddetin ve Erbakan’ın deyişiyle “rantiye sınıfı”nın korumasını mı, yoksa karşılarındaki ahali gibi, sadece ayakta durmaya çalışanların sınıfını, safını mı bulacaklar?

Hikâyenin özü şuydu: Küçük rantlar peşindeki yoksulların, mütevazı hayatların desteğiyle, hayranlığıyla, umuduyla, yoldaşlığıyla, inancıyla iktidar olanlar; büyük rantlar peşindeki bir azınlıkla kanka olmuştu.

Yoksulların, itilmişlerin, ötekilerin partisi olarak yola çıkanlar; “rantsal dönüşüm” geçirmiş, şimdi onlardan geri ve geride kalanlara “teslim olun” diyordu.

20 sene önce böyle mahallelerde, semtlerde, sıvasız hanelerde büyümeye koyulmuş çocuklar da, şimdi polis, metropolisin “rantsal dönüşümü” adına kapı kırıyor, elektrik filan kestirtiyordu! Sonra da kendi yoksul hanesine gidecek ve ne düşünecekti kim bilir!