Gülbahar Jelilova, 15 ay boyunca Çin’in sözde “eğitim” kamplarında tutuklu kaldı. Medine Tezcan ve Elif Zehra Kandemir, Uluslararası Uygur Forumu’nda Uygurlar için adalet arayan Jelilova’ya eşlik etti ve gözlemlerini bizimle paylaştı.
12 senedir Brüksel’de yaşayan biri olarak, aynı şehirdeki Avrupa Parlamentosunun önünden defalarca geçtim. Parlamentoda birçok oturuma da katıldım. Dış cephesi metal bir kaplamayı andıran meclisin girişi genelde hep kalabalıktır. Dünyanın en büyük çok uluslu parlamentosu olan Avrupa Parlamentosu, 705 milletvekiliyle 27 ülkeyi, böylece de 450 milyon vatandaşı temsil eder.
9 Kasım sabahının erken saatlerinde de Avrupa Parlamentosunun girişi aynı şekilde kalabalıktı. Hava ha yağdı ha yağacak diye beklerken, kapıdaki kalabalık, güvenlik kontrolünden hızlıca geçip içeriye girmek için sabırsızlanıyordu. Akreditasyon için başvuran gazeteciler, oturumlara yetişmeye çalışan milletvekilleri ya da beklemekten sıkılan gruplar arasında benim dikkatimi ise tek bir kişi çekiyordu: Gülbahar Jelilova.
Uygur Kadınları, Çığlıklar ve Hücreler
Krem rengi başörtüsüyle Avrupa Parlamentosunun önünde, ayakta dimdik bekleyen Gülbahar Hanım, 1964 yılında Kazakistan’ın Almatı şehrinde doğmuş olan bir Uygur Türk’ü. Çin yetkililerinin Uygurlara yönelik sistematik işkencelerinin de en yakın tanıklarından birisi. Kazakistan’dan Urumçi’ye bir iş seyahati yaparken kaldığı otel odasında Çin güvenlik görevlileri tarafından tutuklanmış Gülbahar Hanım. Tutuklanmasına gerekçe teşkil eden şey, Türkiye’deki bir organizasyona 17 bin yuan para transfer ettiği iddiası olmuş. Kendisi böyle bir transferin asla gerçekleşmediğini defalarca söylemesine rağmen 21 Mayıs 2017 tarihinde Urumçi’deki 3 numaralı hapishaneye, daha doğrusu işkence alanına götürülmüş. Oradan da 2 numaralı başka bir hapishaneye…
Herhangi bir hukuki süreç ve delil olmadan Eylül 2018’e kadar hapiste tutulan Gülbahar Hanım, Uygur kadın mahkumların yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Hücremde 14 yaşından 80 yaşına kadar birçok kadın vardı. 14 metrekarelik bir hücrede 30 tutukluyduk. Uzanmak için yeterli yer olmadığı için geceleri sırayla uyuyabiliyorduk. Bize, insanlar için hazırlanmadığı belli olan yiyecekleri veriyorlardı. Yıkanmak için bütün mahkumların toplamda 40 dakikası ve ortak kullanılacak bir kalıp sabunu vardı. Birbirimizle konuşmamıza izin yoktu. Uygurca konuştuğumuzda yemekle cezalandırılıyorduk.
Kadınlara zorla bazı ilaçlar veriliyordu. Bu ilaçlar baş dönmesi, konsantrasyon kaybı gibi etkiler oluşturuyordu. Bu ilaçları alınca çocuklarınızı ya da ailenizi bile düşünemiyordunuz. Bu haplar kadınların menstrüasyonlarını da durduruyordu. Düzenli olarak bizden kan ve idrar örnekleri alıyor, ultrasonla organlarımızı inceliyorlardı.
Açlıktan, geçirdikleri nöbetlerden ve mental çöküşten dolayı hücrelerdeki Uygur kadınları çığlıklar atıyor ve kafalarını duvarlara vuruyorlardı. Bu kadınların hepsi sonradan güvenlik görevlileri tarafından alınıyor ve ortadan kayboluyordu.”
Çin devletinin “Uygurlara Çince ve hukuk bilgisi vermek için” kurduğunu iddia ettiği bu işkence kamplarında 15 ay kalan Gülbahar Hanım, 2018’in eylül ayında serbest bırakıldı. O ortadan kaybolduktan sonra ailesi Kazakistan ve Çin resmî kurumlarına sayısız mektup yazmış, Kazak hükûmeti de Çin yetkililerine Gülbahar Hanım’ın serbest bırakılması için baskı yapmıştı. Serbest bırakılmadan önceki doktor kontrolünde Gülbahar Hanım’ın “uçakla seyahat edemeyecek kadar zayıflamış” olduğu tespit edilecekti.
Kamp Şahitleri Uluslararası Uygur Forumu’nda
Avrupa Parlamentosunun önünde öylece durmuş, ona bakıyorum. Çok büyük acılar yaşamış olan insanların, gündelik hayat içerisinde sıradan şeyleri yapmaya devam etmek zorunda kalmaları bana her zaman incitici gelmiştir. Çok değil, henüz 4 sene önce yaşamının 1,5 senesini bir işkence hücresinde geçiren bu kadın, şimdi Avrupa Parlamentosuna girmek için sıra bekliyor. Güvenlik görevlileri ona, “Çantanı şuraya koy” diyorlar. “Burada bekle, buradan geçme, dur, arkanı dön.” Bunları uzaktan sessizce izleyen benim için ortaya çıkan dejavu bu kadar baskınken, Gülbahar Hanım’ın yaşadıklarını tahmin bile edemiyorum. Başımı çevirip güvenlik kontrolünden geçiyorum.
Uluslararası Uygur Forumu için Parlamento’daki panel alanına gidiyoruz. Yerlerimizi alıyor ve konuşmacıları dinlemeye başlıyoruz. Birinci oturumda Gülbahar Hanım ve diğer kamp şahitleri konuşmacı olarak podyuma çıkıyorlar. Diğerleri, yani Gülbahar Xatiwaji, Qelbinur Sidiq, Shayilaguli Shaqutibayi, Omar Bakri… Çin’deki işkence kamplarına düşmüş, orada ellerinden bağlanıp tavana asılmış, elleri zincirli haftalar boyunca beklemiş, vücudunda işkencenin izlerini hâlâ taşıyan Uygurlar. Avrupa Parlamentosunda seslerini duyurmaya çalışıyorlar.
Podyumda kamp şahitleri konuşmaya başladığında, Uluslararası Uygur Forumu için dünyanın her yerinden gelen misafirler susuyor. Şimdi, bu Forum’un esas amacı olan, acıyı dindirmek ve yaraya pansuman olmak için susma zamanı. Kamp şahitleri konuşurken salona ağır bir hava çöküyor. Omuzlarımız birden ağırlaşıyor. Etrafıma bakıyorum, ağlayan sayısız insan görüyorum. Podyumda Gülbahar Hanım da kendisinin ve diğer tutukluların yaşadıkları için kim bilir kaçıncı kez gözyaşlarını siliyor.
Avrupa Parlamentosundaki oturumlar bittiğinde benim gözüm hâlâ Gülbahar Hanım’da. Bir yanım ona sarılmak, destek ve güç vermek istiyor. Diğer yanda kendimde bu gücün kırıntılarını henüz bulabilmiş değilim.
Brüksel’de düzenlenen konferans öncesi Gülbahar Hanım’ı yeniden uzaktan görüyorum. Yanına gidiyorum. Nasıl olduğunu sorunca, “Yaşamak istemesem de yaşıyorum.” diyor. Gözlerinden yaşlar yeniden süzülmeye başlıyor ve onunla birlikte hepimizin gözleri doluyor. Çin’in binlerce kilometre ötesinde hâlâ sürdürdüğü işkence, Brüksel’de hepimize birden böyle erişiveriyor.
Gülbahar Hanım toplama kampından serbest bırakılmadan önce, kampta arkasında bıraktığı genç bir kızdan bahsediyor. O kız, Gülbahar Hanım’ı sıkı sıkıya şöyle tembihlemiş: “Çin ne kadar çok para verirse versin buradaki zulmü anlatacağına söz ver! Sakın unutma! Bu artık senin emanetin… Emanetini unutma!”
Gülbahar Jelilova, canını yaksa da her gün yanında taşıdığı emanetine sahip çıkıyor. Ben ve diğer katılımcılar Avrupa Parlamentosundan çıkıyoruz. Sabah ha yağdı ha yağacak olan yağmur çoktan başlamış. Parlamentonun önü hâlâ kalabalık. Emanetini sırtlanan farklı farklı insanlar, seslerini duyurmak için Lüksemburg Meydanında sıra bekliyorlar.