COĞRAFİ KEŞİFLER VE AVRUPA’NIN SÖMÜRGECİLİĞİ-2

Furkan Nesli Dergisi yazarı Kurtuluş YAHŞİ

Eklenme Tarihi: 03 Mar 2016
6 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
COĞRAFİ KEŞİFLER VE AVRUPA’NIN SÖMÜRGECİLİĞİ-2

Avrupa’nın 15. yüzyılda başlayan dünyayı sömürgeleştirme süreci ile ilgili olarak geçen sayımızda Afrika’da yaşanan katliam ve sömürgecilik faaliyetlerine değinmiştik. Bu yazımızda ise yeni kıta olarak bilinen Amerika’nın Avrupalılar tarafından keşfi sonucu yaşanan katliam ve sömürgecilik faaliyetlerine giriş yapacağız.

Avrupalılar keşfetmeden önce Amerika’da Kızılderililer, Meksika ve Lâtin Amerika’da Aztek, İnka ve Mayalar, Malezya ve Endonezya’da Malaylar, Avustralya’da Aborjinler vs. gibi milletler yüzyıllardır bu kara parçalarında yaşamaktaydılar. Bunlardan haberdar olmayan Avrupalılar idi. Esasında onlar Şark dünyasının zenginliklerine ulaşmak için(Coğrafi Keşifler denilen) bu deniz seferlerini başlatmışlardı. Neticede Avrupalıların bu seferlerle ulaştıkları yerler, aslında farklı milletlerin yüzyıllarca yaşadıkları kara parçalarıydı. Durum böyle olmasına rağmen bu olayın Coğrafi Keşifler olarak tarih kitaplarına konulması ve bütün dünyaya bu şekilde(övünçle) takdim edilmesinin tek bir izahı vardır. 19. yüzyıldan beri her alanda başarılı bir şekilde uygulanan Avrupa merkezci bir tarih kurgusu ve algısı. Kaldı ki, bu gelişmeler Avrupa için birer keşif ve kendileri için çok önemli açılım olarak kabul edilse bile, Amerika’daki Kızılderililer, Meksika ve Latin Amerika’daki Aztek, İnka ve Mayalar ve nihayet Afrikalı kabileler için olsa olsa bu ancak kölelik, sömürü ve yok oluştur. Başka bir ifadeyle, Coğrafi Keşifler Avrupalılar için zenginliğin, lüksün ve kalkınmanın keşfi olurken; diğer bölgeler ve milletler için işgalin, sömürülmenin, katliamın ve tarihten silinmenin keşfi anlamını taşımaktadır.1 Hakim güçler, geçmişi kendi kalemleriyle yazıyorlar. Dolayısıyla bu uydurulmuş tarih, bugünün hâkimiyetinin meşruiyetinin temellerini teşkil ediyor. Bir Afrika atasözünde denildiği gibi: “Aslanlar kendi tarihini yazana kadar, avcılık hikayeleri hep avcıyı övecektir.” Özgürlük, insanlık, medeniyet, demokrasi gibi süslü sözcükler gerçeklerle değil; kurgularla inşa ediliyor. Böylece yaptıkları sömürgeciliği “insanî” ve “yüce” gibi göstermeye çalışıyorlar.

Amerika’yı ilk keşfeden Avrupalı Kristof Kolomb’un 12 Ekim 1492 tarihinde Haiti’ye ulaşması dünyanın geri kalanından habersiz bir şekilde kendi halinde yaşayan Kızılderililer için sonun başlangıcı oldu. Tepeden tırnağa zırhlı, ellerinde uzun kılıçlar olan ve ayrıca top, tüfek gibi ateşli silahlara sahip sömürgecilere karşı yerlilerin yapabileceği fazla bir şey yoktu. Maddi kazanç hırsı ile gözleri kör olmuş İspanyollar, Portekizliler; dini kendilerine maske yaparak sözde Hıristiyan olmadıkları için günahkar saydıkları bu insanlara zulüm ve soykırım uygularken bütün insani değerleri hiçe sayarak kendi insanlıklarını kaybettiler. Hayvandan daha vahşi hale geldiler. Batı dünyasının büyük kaşif diyerek adından övgü ile bahsettiği Kristof Kolomb bakın bir mektubunda ve günlüğünde bizlere vahşi olarak lanse edilen yerlilerden nasıl bahsediyor: ‘’son derece sade, dürüst ve aşırı düzeyde eli açık insanlar. Herhangi birinden, sahip olduğu herhangi bir şey istenince, hemen veriyorlar. Başkalarına olan sevgileri, kendi özlerine olandan çok daha fazla.’’ Mektubunda yerlilerle ilgili bu tesbitleri sıralayan Kolomb, günlüğün bir yerinde ise asıl düşüncesini ve hain planını ortaya koyuyor ve şöyle diyor: ‘’Bunlardan çok iyi hizmetkâr olur. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz ve her istediğimizi yaptırabiliriz.’’

Kristof Kolomb’un ilk gelişinde Haiti’de kurduğu İspanyol üssündeki askerlerin yerli halka altın işkencesine başlamaları, tecavüzleri ve köleye çevirme girişimlerine yerli halk daha fazla tahammül edemedi. Adadaki askeri üs yok edildi. Ancak Kristof Kolomb’un ikinci gelişinde İspanyollar Haiti’yi katliam ve işkence adasına dönüştürdüler. Tamamen köle haline getirilen halk üç ayda bir belirli miktarda altın temin etmeye mecburdu. Altın getirenleri ayırt etmek için boyunlarına madeni bir levha asılıyordu. Kolomb “Altını alan, her istediğini satın almasını sağlayan bir hazineye sahip olur. Onunla dünyaya istediklerini kabul ettirir, hatta ruhunun cennete girmesini bile sağlar” diyordu. (Sonunda yoksulluk içinde öldü)2

Kristof Kolomb’un yakın arkadaşlarından birinin oğlu olan papaz Bartolome de Las Casas, “Yerlilerin imhasının çok kısa tarihi” (orijinal adı Brevisima historia de la destrucCion de las Indias) eserinde İspanyolların Kızılderililere karşı giriştiği korkunç katliamı şu sözlerle anlatmaktadır:

‘’İspanyollar yararlanmak veya kötüye kullanmak amacıyla yerlilerin karılarını, çocuklarını alarak, emek ve alın teriyle kazandıkları besinlerini yiyerek işe koyuldular. Cüretkârlıkları ve küstahlıkları öyle arttı ki, Hıristiyan bir yüzbaşı, bütün adanın yöneticisi sayılan, en büyük hükümdarın karısının namusunu kirletti. İşte o zaman, yerliler Hıristiyanları topraklarından kovmak için silahlandılar. Çok zayıf, az saldırgan, dayanıksız ve savunmasızdırlar. (İşte bu yüzden savaşları bugünkü değnek oyunları ya da çocuk oyunları gibiydi). Atlarını, kılıçlarını ve mızraklarını alan Hıristiyanlar, yerlilerin daha önce hiç görmediği eylemlere başladılar: Katliam ve kan dökme! Köylere giriyor, çoluk çocuk, yaşlı, hamile veya lohusa (kadın) demeden, ağıllarına sığınmış kuzulara saldırır gibi, karınlarını deşiyor, parçalara ayırıyorlardı. Kimin, tek bıçak darbesiyle bir insanı ortadan ayıracağı veya tek mızrak atışıyla başını keseceği, ya da bağırsaklarını ortaya dökeceği üzerine bahse giriyorlardı. Anne sütü emen bebekleri zorla alıyor, ayaklarından tutup başlarını kayalara çarpıyorlardı. Bazıları ise onları yüksekten ırmaklara atıyor, bir yandan da gülerek şakalaşıyorlardı.’’

“Çocuklarla annelerini ve önlerine çıkan herkesi kılıçtan geçiriyorlardı. Güya İsa Peygamberi ve 12 havariyi kutsamak ve saygılarını iletmek için uzun darağaçları kuruyorlardı. Ayakları neredeyse yere değecek şekilde, 13 kişilik gruplar halinde onları bağlıyor, ateşe veriyor ve diri diri yakıyorlardı. Bazıları ise, bütün vücutlarına kuru saman yapıştırıyor ve bu şekilde ateşe veriyorlardı. Diğerlerinin ve hayatta bırakmak istedikleri herkesin ellerini kesiyorlardı. Elleri sarkar durumda, onlara: ‘Gidin, mektupları götürün’ diyorlardı. Bu, ormana kaçanlara haber götürmek demekti. Beyleri ve soyluları öldürme şekilleri de aynıydı. Önce direkler üzerine tahta çubuklardan bir ızgara yapıyorlardı. Sonra, onları ızgaraya bağlıyor, altlarına da hafif bir ateş yakıyorlardı. Yerliler bu korkunç işkenceler altında, çığlıklar atarak can veriyorlardı. Bir keresinde dört veya beş önemli beyin ızgaralar üstünde yandığını gördüm (sanırım başkalarının da yandığı iki üç çift ızgara daha vardı). Yüksek çığlıklar attıkları için, subayın uykusu bölünmüş olmalı ki boğulmalarını emretti. Onları yakan cellat boğmak istemedi. Önce, yaktığı kişilerin ses ve gürültü yapmasını önlemek için ağızlarına odun parçacıkları tıktı. Daha sonra istediği gibi yavaş yavaş kızarsınlar diye ateşi körükledi.’’

Papaz Bartolome de La Casas yazdıklarına bizzat kendisinin şahit olduğunu eserinde şöyle dile getiriyor: ‘’yukarıda anlattığım her şeyi ve sayısız daha birçok olayı gözlerimle gördüm. Kaçabilenlerin hepsi ya ormanlara sığınıyor ya da dağlara tırmanıyorlardı. Amaçları böyle insanlıktan uzak kişilerden, bu kadar merhametsiz ve yırtıcı hayvanlardan, insan soyunun en büyük düşmanları ve yıkıcılarından kaçabilmekti. Bunun üzerine Hıristiyanlar, özellikle kötü tazı ve köpekler yetiştirdiler. Bu hayvanlar bir yerliyi görür görmez, hemen paramparça ediyorlardı. Saldırarak, bir domuzdan daha çabuk yiyorlardı. Bu köpekler büyük zararlar verdiler, korkunç kasaplıklar yaptılar. Çok ender olarak, yerliler birkaç Hıristiyan öldürdüğü için, Avrupalılar “öldürülen her bir Hıristiyan için yüz yerli öldürmeye” karar verdiler…’’ 3

Kristof Kolomb öncülüğünde Haiti’de başlayan bu katliam aralıksız olarak yeni keşfedilen her yerde devam etti. Ancak Avrupalıların diğer katliamlarını anlatmaya bir sonraki sayımızda devam edebileceğiz.

Son cümle Kur’an-ı Kerim’den: “Allah’ın lâneti bütün zalimlerin üzerine olsun!”4 Rabbim bizleri hakikati görerek; zalim batı medeniyetinin maddi zenginliklerinin (bir vampir gibi) kanla beslenerek olduğunu anlayan; İslam Medeniyetine ve adaletine özlem duyan ve Allah için ihlasla mücadele edenlerden eylesin. Amin.

1- Yrd. Doç. Dr. Necmettin ALKAN, Osmanlı Millet Sisteminin Hristiyan Azınlıkların Milletleşme Sürecine Etkileri, Pontus Sorunu, S.171 2-Adrian BERRY, Bilimin Arka Yüzü, (Çev. R.L.AYSEVER) 2.Baskı , Ankara. 1996 3-Bartolome de Las Casas, Kızılderililer Nasıl Yokedildi (çev.Meryem Ural) Şule Yayınları, İstanbul 1999 4-Araf suresi 44. Ayet