Coğrafi Keşifler Ve Avrupa’nın Sömürgeciliği-3

Furkan Nesli Yazarı Kurtuluş Yahşi Yazdı.

Eklenme Tarihi: 24 Mar 2016
6 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Coğrafi Keşifler Ve Avrupa’nın Sömürgeciliği-3

Avrupalıların maddi zenginlik hırsıyla başlattıkları (Batılılar tarafından coğrafi keşif denilen) sömürge ve katliamları dergimizin daha önceki iki sayısında yazmıştık. Bu yazımızda ise konunun geri kalan kısmını özetleyerek tamamlayacağız. Amerika’yı ilk keşfeden Avrupalı olan Kristof Kolomb ve arkadaşlarının burada nasıl bir vahşilikle yerlilerden mallarını ve canlarını yağmaladıklarını (olayları bizzat gören Bartelamo de Las Casas’ın yazdıklarından) öğrenmiştik.

Yeni kıtayı keşfeden Avrupalıların yağmacılığı sonraki yıllarda artarak devam etti. 1492’den itibaren yüz yıl boyunca Amerika’nın yegâne ihraç malzemesi (gümüşle birlikte) altın olacaktır. Ancak Avrupa’ya gönderilen altın ve diğer zenginlikler onları doyurmak şöyle dursun; bu insanların yeni kıtaya hücum etmelerini daha fazla tahrik etmiştir. Bunlar artık denizciler ya da hayalperestler değil de servet avcılarıdır; daha açık ve basit bir ifadeyle katil ve hırsızlardır.

Tespit edilen bilgilere göre 1520’de tapınaklardan çalınan ve madenlerden çıkartılan toplam altın miktarı otuz ila otuz beş ton arasındadır. Bundan daha vahim olan ise bu toplama işlemi adalardaki on binlerce Kızılderili’nin hayatına mal olmuştur.1 Öyle ki mesela Guaxaca madeninde yerlilerin çalışma şartları öylesine öldürücüdür ki, madenin çevresinde, çapı iki kilometrelik bir alanda, iskeletlerin ve cesetlerin üzerinde yürümek gerekmektedir.2 Bu şekilde Avrupalılar, işgalciler, haydutlar ve köle avcıları olarak gelmişler, sömürgeci olarak kalmışlardır.3 İşte Mehmet Akif’in “Tek dişi kalmış canavar” şeklinde ifade ettiği Çağdaş Batı Medeniyeti(!), bunun gibi milyonlarca insanın kemiklerinin üzerine bina edilmiştir. Bu öyle bir yok ediş tufanıdır ki, bu felaketten sadece insanlar değil bütün canlılar etkilenmiştir. Zira insan, hayvan ağaç vs. canlı namına ne varsa, hepsi yok edilmişti. Bu yok edilişin ıztırabını derinden hisseden “kara geyik” adlı Kızılderili’nin sözleri bunu net bir şekilde anlatmaktadır: “O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları, hala o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o kanlı çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada, bir ulusun umudu kırılıp paramparça oldu”4

Beş yüz yıl önce Birinci Haçlı Seferleri sırasında (1096-1099) Müslümanlara karşı uyguladıkları yamyamlığı (ayrıntılar Furkan Nesli dergisi 53.sayı) Avrupalılar yeni gittiği büyük kıtaya da taşıdı. Zira 1609–1610 yıllarında Jonestown’da koloni kuran İngilizler, kıtlıktan kırılmaya başlayınca, Kızılderililerin onlara yiyecek olarak mısır ve hindi yardımı yapmalarına rağmen, onlar “yerli” avına çıktılar ve Kızılderilileri öldürerek etlerini yediler. Hatta cesetleri bile çıkarıp yediler.5 Meselâ, Guatemala’ya gelen bir kaptanın ordugâhında, akıl almaz bir insan eti kasaplığı vardı. Kaptanın önünde, çocuklar öldürülüyor, kızartılıyordu. Sadece ellerini ve ayaklarını (en iyi parçalar sayılıyordu) almak için adam öldürülüyordu.6

Avrupalılar tarafından gerçekleştirilen bu katliamlarda Hıristiyanlık da bir araç olarak kullanılmıştır. İstilâ, katliam ve yeni kölelik için kendilerini rahatlatacak manevî bahaneleri olmuştur. Nitekim Kolomb, hükümdarına hitaben kaleme aldığı yazısında şöyle diyordu: “…Umarım İsa Efendimiz, bunlar gibi kalabalık toplulukların dinimize döndürülmesi ve Kilise’ye kazandırılması için, aynı zamanda Baba’ya, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a inanmak istemeyenlerin de yok edilmesi için Siz Yüce Efendimiz’in karar vermesine yardım eder.”7 Katliama maruz kalan yerliler, başlangıçta birer ilah gibi gördükleri bu vahşi insanlara artık direnmeye çalışmış, bu da katliamları daha da şiddetlendirmiştir. Nitekim ibret verici bir hadise olarak zikredecek olursak, 1511 yılında Hatuey adlı bir Kızılderili reisi Avrupalı istilacılara karşı Küba’da isyan hareketi oluşturma suçuyla tutuklanmış ve yakılarak idama mahkûm edilmişti. Onu bir direğe bağladıktan sonra, Hıristiyanlık dinine davet ettiler. Böylece kendisine, görkemli bir dünyanın ve ebedî istirahatın beklediği gökyüzüne gideceğine inanması, aksi takdirde ise sonsuz acılar ve işkenceler çekeceği cehenneme gitmek zorunda kalacağı söylendi. Hatuey, biraz düşündükten sonra, Hıristiyanlar gökyüzüne gidecek mi diye sordu. Evet, cevabını alınca da, son söz olarak böylesine vahşi insanlarla beraber olmamak, onları görmemek için cennete değil, cehenneme gitmeyi tercih ettiğini söyledi ve yakılarak idam edildi.8

Özellikle İspanya 15. yüzyılın sonuna kadar kendi haçlı seferlerini sürdürmüş, bunun bir uzantısı olarak da 1492’de ayak bastıkları kıtada (Amerika’da) İnka ve Aztek gibi medeniyetleri yok etmişlerdir.9 Kendilerine İspanyol Fatihleri adını veren birkaç bin maceracı, silâhlarının üstünlüğü ile Güney Amerika’daki yerli halkı baskı altına almış ve on binlerce zavallıyı yok ederek İspanyol sömürge İmparatorluğu’nun kurulmasında yardımcı olmuşlardır. Sömürgeciliğin kuruluşunun temelinde asıl Fernandez Cortez’in (1485-1547) Meksika’daki Aztek İmparatorluğu’nun hazinelerini yağma etmesi yatmaktadır. Cortez’in Aztek başkenti Tenoçtitlan’ın (Meksika City) alınıp yağmalanması sırasında gösterdiği, bütün genç erkeklerin öldürülmesi şeklindeki vahşet; tarih sayfalarına kara bir leke olarak kazınmıştır.10 İspanyollar, 1532 yılında Meksika’dan çok daha zengin olan Peru’yu sömürge imparatorluğuna dâhil ettiler. Francisco Pizarro, Peru’yu zaptettiğinde şunları söylüyordu: “Ben buraya altın elde etmek için geldim, bir köylü gibi toprağı sürmeye değil.”11 Gözü dönmüş sömürgeciler burada yerli halka ait İnka Medeniyeti’ni de yok ettiler. Vahşette sınır tanımayan Avrupalıların yaptıkları katliamın boyutlarını rakamlara bakarak anlamak mümkündür. Avrupa’nın toplam nüfusunun aşağı yukarı elli milyon olduğu bir dönemde, 1500’den 1650’ye, yeni kıtanın tamamındaki yerli nüfusunu seksen milyondan on milyona indirilerek, yüz elli yılda insanlığın hemen hemen beşte biri yok edilmiştir.12 Bir başka rakama göre; 54 milyon insanın yaşadığı kıtada 1860’lara gelindiğinde ancak 340 000, 1910’da ise 220 000 yerli kalmıştı.13

Hangi oran doğru olursa olsun, rakamların dili felaketin şiddetini ortaya koymak için yeterlidir. Böylesi bir katliamı ortaya çıkaran ırkçı anlayış, sonraki nesillere de intikal eden bir atasözü olarak General Sheridan tarafından şöyle ifade edilmiştir: “En iyi Kızılderili ölü Kızılderilidir.”14

Bütün bu katliamları ne yaptığını bilmeyen bazı insanların vahşi saldırıları gibi açıklamak mümkün değildir. Zira New Englandlı Puritenler, 1703 yılında meclislerinin bir kararı ile, öldürülen her bir Kızılderilinin kesik başı için 40 sterlin ödül koydu. İngiltere parlamentosu, bu vahşi av tarzlarını ve kelle kesilmesini “Tanrı ile tabiatın kendilerine ihsan ettiği kolaylıklar” olarak ilân etti.15 Güney Amerika kıtasındaki Selknam Soykırımı olarak bilinen Arjantinli ve Şilili yerlilere yönelik katliamda ise resmen insan avı başlatılmış ve ölü getirilen her Selknam adamı için (Kızılderili avcıları denen) ödül avcılarına dönemin değerleriyle 1 İngiliz sterlini verilmiştir. Öldürdüğünün kanıtı olarak bu Kızılderililerin kafası, elleri ya da kulakları getirilmiştir.16 Amerika kıtasında İspanyollar ile başlayan bu soykırım dönemi, Portekizliler, Hollandalılar, İngilizler, Fransızlar, Belçikalılar, Almanlar, İtalyanlar gibi bir çok Avrupa devletinin iştiraki ile sadece Amerika kıtasında değil dünyanın diğer bölgelerinde de devam etti. Nitekim Avusturalya kıtası da İngilizlerin istilasına uğradı ve oranın yerli halkı olan Aborjinler katledildi. Sonuç olarak dört kıtanın kanıyla beslenen Avrupa’nın bugünkü zenginliği Afrika, Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Avusturalya kıtalarındaki sömürgecilik hareketleri ve katliamların sonucudur. Dolayısıyla özenilecek bir yanı olmayan Batı medeniyeti ancak yüzüne tükürülecek bir medeniyettir.

Peygamber Efendimiz “Sırf zenginliğinden ötürü birine hürmet gösterenin dininin üçte ikisi gider” buyuruyorken biz O’nun ümmeti olarak nasıl olur da sırf zenginliğinden ötürü böylesi vahşi- katil -sömürgeci bir medeniyete özeniriz. Rabbim ayaklarımızı ve kalbimizi dini üzere sabit kılsın (Âmin)

1- Jacques ATTALI, 1492, (Çev. M.A. KILIÇBAY), YKY. 2- Cemal Bali AKAL, Modern Düşüncenin Doğuşu, İspanyol Altın Çağı, Ank., 1997 3- George NOVACK, Kızılderili Soykırımı, (Çev. M. BEYAZIT), Ank., 2003 4- Dee BROWN, Kalbimi Vatanıma Gömün, (Çev. C. ÜSTER), ist., 1990 5- Reha Oğuz TÜRKKAN, Kızılderililer ve Türkler, Bir Tarihin Bir Dramın Hikayesi, ist., 3.Basım, 1999 6- Bartolome Dé Las CASAS, Kızılderililer Nasıl Yokedildi?, (Çev.M. URAL), ist., 1999 7- Kristof KOLOMB, Seyir Defterleri, (Çev. S.MADEN), ist., 1999 8- Bartolome Dé Las CASAS, Kızılderililer Nasıl Yokedildi?, (Çev.M. URAL), İst., 1999 9- Roger GARAUDY, Yaşayanlara Çağrı, (Çev. C. AYDIN-N. AYDOĞMUŞ), İst., 1986 10- Doç Dr. Halime DOĞRU, Çağdaş Dünya Tarihi, T. C. A. Ü. Yay. 11- David ARNOLD, Coğrafî Keşifler Tarihi, 1995: Alan yay. 12- Cemal Bali AKAL, Modern Düşüncenin Doğuşu, İspanyol Altın Çağı, Ank., 1997 13- Reha Oğuz TÜRKKAN, Kızılderililer ve Türkler, Bir Tarihin Bir Dramın Hikayesi, ist.,3.Basım, 1999 14- George NOVACK, Kızılderili Soykırımı, (Çev. M. BEYAZIT), Ank., 2003 15- Karl MARX, Friedrich ENGELS, Sömürgecilik Üzerine, Ank., 1997) 16- https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C4%B1z%C4%B1lderili_soyk%C4%B1r%C4%B1mlar%C4%B1