Dökülmenin sebeplerine baktığımızda nefsi ve ahlaki sebepler, korku, aşırılık-ılımlılık gibi etkenleri görürüz. Dava yolunda dökülmemek için öncelikle davetçileri davadan uzaklaştıran sebepleri iyice bilmek ve bu hastalıkları önceden tedavi etmek gerekmektedir.
İslam davası, türedi bir dava olmayıp başlangıcı Hz. Âdem Aleyhisselam’a kadar uzanan köklü bir davadır. Yeryüzündeki hak-batıl mücadelesinde Hakk’ın yanında saf tutanlar o günlerden bu günlere bu davanın savunucusu olageldiler. Dava yükünün ağır, yolunun uzun olması, tabiatıyla bu yolda birçok dökülmenin yaşanmasına yol açmıştır. Bu dökülmeler İslamî Hareket mensuplarının, İslam davetçilerinin üzerinde çokça durması, sebeplerini ve sonuçlarını iyi analiz etmesi gereken bir durumdur.
Dökülmenin sebeplerine baktığımızda, bazen hareketin kendisiyle, bazen fertlerin kendisiyle bazen de dış güçlerin tesiriyle oluştuğunu görürüz. Her biri ayrı ayrı değerlendirmeye değer olsa da biz burada fertlerin dökülme sebepleri üzerinde duracağız.
Nefsi ve Ahlaki Sebepler
Bu sebepler daha çok kişilerin bünyesiyle, maneviyatıyla, yetiştiği ailenin ve çevrenin tesiriyle oluşturduğu ahlaki yapısıyla alakalıdır. İnsanın kişiliğinin oluşumunda elbette ki aile ortamının, yetiştiği toplumun ve eğitiminin olumlu veya olumsuz katkıları vardır. Sonuçta her fert bunların tesiriyle oluşan kimliğiyle, bünyesinde barındırdığı iyi-kötü özellikleriyle İslami Harekete mensup olur. Dava içerisinde teorik ve pratik bir eğitim sürecinden geçerken, bu özelliklerinden iyi olanları geliştirmesi, kötü olanları izale etmesi beklenir. Ancak ne kadar tedavi edilmeye çalışılsa da, ferdin ahlaki zafiyetlerini tedaviye yanaşmaması, tedaviyi reddetmesi veya nefsî bir takım engellere takılması onun dökülmesine zemin hazırlayacaktır. Dolayısıyla fertle ilgili hastalığı teşhis ve onu tedavi için belirlenen yöntem ne kadar isabetli olursa olsun, ferdin bünyesinde bulunan nefsî (kibir gibi, gurur gibi) bazı engeller tedaviyi reddetmesine sebep olacak, dökülmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu anlamda tedaviyi ilk reddeden şeytan oldu ve bünyesinde barındırdığı kibir mikrobunun tedavisi olan Âdem’e secde emrini reddetti, başka bazı mazeretlerle itaatsizliğini kamufle etmeye çalıştı. Neticede emre itaatsizlik yaptı ve kaybedenlerin ilki oldu.
Bu anlamda denilebilir ki itaatsiz ve dizginlenemez bir tabiata sahip oluş fertlerde görülen önemli bir hastalıktır. Disiplin ve itaat anlayışı aslında bir hareketin olmazsa olmazıdır. Ancak nefsinde bunu aşamamış olanlar, başkasından emir almaya tahammül edemezler, geri planda kalmayı kendilerine yediremezler. Hareketin yapısı içinde bir bütün olmayı, ‘ben’likten sıyrılıp ‘biz’ olmayı kabullenemeyip, kendi şahsî konumlarını hep ön planda tutarlar. Emir vermeyi seven ama emir almayı sevmeyen bir anlayışa sahip olduklarından, -her ne kadar dünyevî makamlar gibi olmasa da- hareketin yapısında da bir hiyerarşi olduğundan bu hiyerarşik yapının üst kısımlarında olmayı tercih ederler. Bu kişilerde genellikle kibir, makam-mevki sevgisi olur, hizmet içerisinde kendisini ön planda gösterecek işlere talip olurlar ancak kendisini geri planda tutacak işleri başkalarına havale ederler. Hâlbuki hizmette küçük-büyük her iş önemlidir ve Allah Celle Celâluhu’nun rızası için olduktan sonra hepsinin mükâfatı verilecektir. Bazen kişi ön saflarda iken sorumluluktan azledilebilir, bu konuda yetki değişikliğine gidilebilir. Bu durumda itaat etmek rahmete sebep olurken, itaatsizlik ise fitne ve tefrika fitilini ateşleyebilir. Hz. Ömer Radıyallahu Anh, girdiği savaşlarda yenilgi yüzü görmeyen Halid b. Velid’i komutanlıktan azlediyor ve gerekçe olarak da şunu söylüyordu: “Ben Halid’i bir öfkesinden, hatasından ya da ihanetinden dolayı azletmedim. Fakat insanlar onu o kadar büyüttüler ki, Allah’ı bırakıp ona tevekkül edeceklerinden korktum. Ben onlara, tüm başarıların ve zaferlerin Allah’tan geldiğini bilmelerini istediğim için böyle yaptım.”1 Halid Radıyallahu Anh ise bu emre itaat ediyor ve daha düne kadar komutanı olduğu orduda bir nefer olarak savaşmak için Hz. Ömer’den izin istiyordu.
Korku
Korku; bazen “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder”2 ayetinde buyrulduğu gibi rızık korkusu şeklinde, bazen de “İnsanlardan öylesi vardır ki, ‘Allah’a iman ettik’ der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah’ın azabıymış gibi sayar…”3 ayetinde vurgulandığı gibi can korkusudur. Şeytanın kalbe giriş yeri olan bu her iki korku insan üzerinde psikolojik bir baskı oluşturur, kişinin çalışmalarının boşa gitmesine, mücadele içerisinde gevşemesine sebep olur. Özellikle rüzgâr hareketin aksi yönünde esiyorsa, bu korkuların tesiri daha fazla olur. Her ne kadar dökülen fertler bunu itiraf etmeseler de bu korkular sebebiyle davet yolundan dökülme oldukça fazladır. Ancak onlar bunu itiraf edecekleri yerde başka mazeretler öne sürerek diğer fertlerin de İslamî hareket hakkında şüpheye düşmelerine, “Bu kişiler ayrılıyorsa acaba bir yerde yanlış mı yapılıyor?” gibi hareketin istikametinde sapma olduğu vehmine kapılmalarına sebep olurlar. Bu şekilde dökülen kişiler incelendiğinde bunların büyük bir çoğunluğunun dökülmesi sürpriz değildir. Cemaatle bağın zayıfladığı, her an biraz daha uzaklaştığı görülebilir durumdadır. Herkesin normal gördüğü stratejileri sorgular, anlayamaz; korkuları, kabullenmesini engeller ve daima tedirgindir. Hâlbuki Kur’an’ı Kerim birçok ayetinde korku ve açlıkla imtihan edileceğimizi, bu yolun engebeli olduğunu ancak sabredilirse sonunda cennet gibi büyük mükâfatın olduğunu bildirmektedir. Bu korkuları yenmenin çaresi olarak da imanı kuvvetlendirmeyi ve Allah’a tevekkülü adres göstermektedir.
Tüm bunlara rağmen hâlâ dökülmeler oluyorsa bu fertler artık sararan yapraklar hükmündedir. Muhterem Hocamız Alparslan Kuytul’un dediği gibi bu duruma gelmiş bir ferdin dökülmesi rüzgârın esmesine bağlıdır, bugün eserse bugün, yarın eserse yarın dökülecektir. Bu kişiler, Allah’a tevekkülü öğrenseydiler, kendilerine gösterilen nefsi terbiye/tezkiye gibi, imanı kuvvetlendirme gibi eğitimleri uygulasaydılar, ağaçla olan bağlarını kuvvetlendirip kökten gelen gıdalardan beslenseydiler yeşil kalacaklardı ve belki de dökülme gerçekleşmeyecekti.
Aşırılık/Ilımlılık
Bu durum fertte de harekette de olabilir. Fertte varsa harekette yoksa ferdin dökülmesine, harekette mevcutsa bu durumda da hareketin istikametten sapmasına yol açar. Böylesi fertler İslamî Hareketin başına bela da olurlar. Aşırılık ve şiddet yanlısı olanlar bu tavırlarıyla İslamî Hareketin marjinalleşmesine, halktan kopmasına ve hatta bitirilmesine bile sebep olabilirler. Hareketi yönlendiremeseler bile heyecanlı gençler üzerinde bir takım tesirleri olabilir. Böylesi kişilere yıllar alan eğitim ve davet çalışmaları çok zor gelir ve sabredemezler. Kestirmeden sonuca gitmek, böylece hareketi ve fertleri maceraya sürüklemek isterler. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Maksadına çok kısa zamanda varmak arzusuyla acele eden, bunun için binitini döve döve helak eden, ne yol alır ne de devesi sağ kalır.”4 buyuruyor. Diğer yandan ılımlı olanlar ise hareketin bâtıla ve gayri İslamî sistemlere muhalefet etmesine, söyleminin net olmasına karşı çıkarlar. Bunlara göre kimseye çaktırmadan önemli köşelerin kapılmasıyla yavaş yavaş İslam’ın gelmesi söz konusudur. Hatta köşeleri kapmak için bırakın batıl sistemlere muhalefet etmeyi, onlardan görünmek için kamufle olmayı, takiyyeyi (gizlenmeyi) gerekli görürler. Bu ifrat veya tefrit hastalığına yakalanmış fertler eğer İslamî Hareket içerisinde tedavi olup dengeli bir yapıya sahip olmazlarsa döküleceklerdir. Hatta dökülürken de kendilerinin haklı olduğunu, hareketin ise istikametten saptığını söyleyeceklerdir.
Dava yolunda dökülmelerin alt maddelerini daha da çoğaltmak mümkündür. Tüm bunların ışığında şunu da söylememiz lazımdır: Muhterem Hocamızın da üzerinde çokça durduğu dökülmelerin fert bazında en önemli sebebi aslında kişinin Allah Celle Celâluhu ile olan bağının zayıflığıdır. Bu kişiler Allah Azze ve Celle ile olan diyalogları zayıf bir şekilde harekete dâhil olmuşlar, bir nevi Allah’ı sevmeden Allah yoluna girmişler, irtibatı kuvvetlendirici (nefsi tezkiye, zikir, nafile ibadet gibi) eğitim programlarını tam olarak uygulamamışlar, uygular görünseler de içlerine sindirememişler hatta haramlardan da sakınamamışlardır. Bu durum Allah’a imanın zayıflığının ispatıdır.
Şüphesiz her bir dökülme hadisesi bu davanın mensuplarını üzmekte, belki moral ve motivasyon kaybına sebep olmaktadır. Daha da üzücü olanı, dökülen fertler ilk zamanlarda kendisine “ben cemaati terk ettim ama bununla sadece vasıtayı değiştim, dolayısıyla başka bir vasıta ile yine İslam yolunda çalışacağım” telkininde bulunarak rahatlamakta, bir nevi kendini kandırmaktadır. Tecrübeler göstermiştir ki bu dökülenler bir süre sonra İslamî faaliyetleri tamamen terk etmekte, işinde-gücünde sıradan bir insana dönüşmektedir. Sonuçta her bir dökülme hadisesi geçmişten bugüne görülen bir Sünnetullah’tır, Allah bir hareketi büyütmek ister, bir nimet vermek isterse evvela onu elekten geçirmekte, layık olanlarla yola devam edilmektedir. Talut-Calut kıssası5 bunun en bariz örneğidir. Allah dilerse nehrin suyundan içmeyen bir avuç itaat imtihanını geçmiş topluluğa zaferi verir ve zafer Allah’ın elindedir. Yeter ki biz seferden sorumlu olduğumuzu unutmayalım.
Rabbim bu davada sebat edenlerden ve sonuna kadar dökülmeden gidenlerden olmayı nasip etsin. Âmin
1) İbnu’l Esîr, el-Kâmilu fi’t Târih, Beyrut 1965, S. 535 2) Bakara, 268 3) Ankebut, 10 4) Ahmed b. Hanbel, Müsned ( Davet yolunda dökülenler, Fethi Yeken, s.77) 5) Bakara, 246-251