DAVETÇİ VE ZAMAN

Eklenme Tarihi: 25 Ağu 2015
6 dk okuma süresi

Yeryüzü, daha insan yaratılmadan önce çeşitli aşamalardan geçirilerek insanın yaşamı için hazırlanmış, her şey halifelik göreviyle yükümlü bu varlığın işini kolaylaştırmak için yerli yerine oturtulmuştu. Kendi bünyesinde de maddî ve manevî yönden donanımlı bir varlık olarak aslî görevi için yaratılan insan, cennette (ebedilik cenneti değil) en büyük düşmanlarından olan şeytanla imtihan edilerek, hem düşmanını hem de zaaflarını tanıyarak (adeta stajdan geçirilerek) dünyaya gönderildi. İmtihan dünyasında kendisine lazım olan birçok kabiliyetin yanında bir de ömür denilen bir süre tayin edildi ki; insan genellikle bu zaman nimeti karşısında gaflet içindedir.

Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de insanın zaman karşısında birçok yönden hüsranda olduğunu belirtiyor.1 Birçok ayette zamana yemin edilmesi, zaman dilimlerini içeren ifadeler (Asr, Duha gibi) kullanılması zamanın değerinin ilahî dille tescilidir. Zamanın önemine onlarca hadisiyle Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de değinmiş ve bizleri bu konuda uyarmıştır. Öyleyse zaman insanın en önemli sermayesidir ve hayatın bizzat kendisidir. Bu anlamda denilebilir ki zamanını israf eden, aslında hayatını israf etmektedir. “De ki: Ey nefisleri üzerine israfta bulunmuş olan kullarım!…”2 ayetinde hayatlarını israf etmiş insanlara hitap edilmektedir. Şüphesiz her insan zaman karşısında dikkatli olmalıdır ve ömür sermayesini en iyi şekilde değerlendirmelidir. Çünkü bütün bir hayatının hesabını verecektir. Buna en çok dikkat etmesi gerekenler, İslam davetçileri ve dava adamlarıdır. Çünkü bunların gaflete düşmeye, vaktini boşa harcamaya hakları yoktur. Yakın çağımızın en büyük dava adamlarından merhum Hasan El-Benna’nın dediği gibi: “İşimiz vaktimizden çoktur.”

Aslında her Müslüman, bir davetçidir. İslam’ın temel meselelerini bilmek, bildikleriyle amel etmek ve insanlara yeri ve zamanı geldiğinde anlatmakla yükümlüdür. Ancak bu işle yükümlü olan davetçilerin bu görevi yapmaları, tüm zamanlarını bu işe hasretmeleri ve zamanlarını en verimli şekilde kullanmaları daha da önem arz etmektedir. Davetçilerin ve dava adamlarının gaflet içerisinde olmaları, zamanlarını iyi kullanmamaları demek, davalarının bulundukları topluma ve yeryüzüne hâkim olmasının gecikmesi demektir. Bu sebeple İslam davetçisinin boşa harcayacağı zamanı yoktur. Hatta onun tüm zamanı davasını düşünmek ve yaymak üzerine kuruludur. Âdeta davasıyla yatmalı, davasıyla kalkmalıdır. Hayata bakışı, olaylar karşısındaki tutumu, insanlarla münasebeti dava ve davet eksenli olursa, o zaman kısa zamanda çok işler başarabilecektir.

İslam davetçisi, her işini bir plân ve program dâhilinde yapmalıdır. Yıllık, aylık, haftalık ve günlük çalışma programı oluşturması, bu plâna uygun hareket etmesi elzemdir. Her gün yapılacakları bir liste halinde oluşturur, sonrasında bu görevlerden yapılanları ve yapılamayanları belirler. Yapılanın nasıl yapıldığının, yapılamayanların ise neden yapılamadığının kısa bir muhasebesini günün sonunda yapar. Böylece bir gününü ve daha sonra da gelecek günlerini programlamayı başarabilmenin, disiplinli ve plânlı çalışmaya bağlı olduğunu görecektir. Maalesef dünyaya dair veya şahsî işlerimizde çalışırken daha çok dikkat ettiğimiz bu durum, (plân ve program) uhrevî işlerimizde, davet ve hizmet çalışmalarımızda olamamaktadır. Böyle olunca da maddî ve manevî kayıplarımızın yanında bir de gözle görünmeyen zaman (yıllar) kaybımız olmaktadır.

İslam davetçisi, günü yirmi dört saat üzerinden dolu dolu yaşamayı öğrenmelidir. Elbette ki bu zamanın hepsi çalışmak için değildir. Bunun içerisinde; bir insan olması hasebiyle dinlenmeye, yeme-içmeye, uykuya zaman ayırması gerekecektir. Ancak bu, normal kişilerin ayırdığı zaman kadar olmamalıdır. Davet görevi başlı başına hemen her konuda fedakârlık ister. Dolayısıyla görevini yerine getirirken, işleri yetiştiremediği yerde uykusuz ve aç kalabilmeyi yemek yemeye, çalışmayı dinlenmeye tercih etmeli, bu konuda bir yandan örnek olurken, diğer yandan görevlerini bitirebilmeyi hedeflemelidir.

Davetçi bulunduğu her zamanı ve mekânı kendisi için bir davet sahası olarak görmelidir. Çarşıda- pazarda dolaşırken, otobüste yolculuk yaparken, evde birileriyle otururken, birinin yanından geçerken kısacası her zamanı lehine çevirebilmeli, davasını anlatacağı bir zemine dönüştürmelidir. Göz açıp kapayıncaya kadar kısa sürede geçen bir ömrü değerlendirebilmenin ve davayı yayabilmenin en kestirme yolu budur. Bu, aynı zamanda insanların kendisine gelmesini beklemek yerine, davayı ve hizmeti ayağa götürmektir. Böylece insanlar kısa bir zamanda davayla tanışmış olacaklar, davetçinin menfaat beklemeyen koşuşturmasına, mücadelesine şahit olacaklardır.

Allah Celle Celaluhu’nun davasını yeryüzüne hâkim kılmak adına yapılan bu koşuşturma, tam da Kur’an’ın; “Sür’atlenin, yarışın”3 emrine de uygundur. Allah Azze ve Celle adeta zaman karşısında hayırlı işlerde yarış yaparak ömrümüzü bereketlendirecek işler yapmamızı emretmektedir. Bunun da en hayırlısı kendi dinine ve davasına hizmettir.

Davetçi bazen insanların boş konuştuğu sohbetlere şahit olacağı için buna dikkat etmelidir. Bu durumda Müslümanların haliyle ilgili veya İslam’a dair herhangi bir mevzuyu açmaya çalışmalı, konuyu davasına getirmelidir. Kendisi de o boş konuşmalara çanak tutup davet görevini ihmal etmemelidir. Çünkü Kur’an’da mü’minlerin özellikleri sıralanırken; “Onlar ki, boş konuşmalardan yüz çevirirler”4 deniyor. Bu o kadar önemli bir meseledir ki, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den bize intikal eden ve İmam Ebu Davud Rahimehullah’ın İslam’ın dört temel hadisinden saydığı bir hadis bu mevzu ile ilgilidir. Hadiste Efendimiz; “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen (boş konuşmalar gibi) işleri terk etmesi Müslümanlığının güzelliğindendir”5buyurmuştur. İmam Gazali Rahimehullah ‘İhya’ kitabında ‘Dilin Afetleri’ başlığı altında bir konuyu sırf buna ayırmıştır. Orada şöyle bir hadis misal veriliyor: “Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün mescitte şöyle buyurmuştur: ‘Bu kapıdan az sonra cennetlik bir kimse girecektir.’ Orada bulunanlar merakla beklemeye koyuldu. Az sonra Selman Radıyallahu Anh’ın oğlu Abdullah Radıyallahu Anh kapıdan girdi. Bir grup hemen onun yanına gidip, hadiseyi ona anlattılar ve dediler ki: ‘Buna sebep olan amelini bize haber ver!’ Bunun üzerine Abdullah Radıyallahu Anh dedi ki: “Ben muhakkak zayıf bir kimseyim. Allah’tan umduğum en kuvvetli amelim, göğsümün selameti (göğsümde hiçbir kardeşime kin, haset olmaması) ve fuzulî konuşmayı terk etmemdir.”6 İmam Şafiî Rahimehullah’ın şöyle dediği söylenir: “Ben nice kitaplar okudum, nice sohbetlere katıldım, nice hikmet ehlinden söz duydum, anladım ki bütün bunların özü üçtür: 1- Zaman bir kılıçtır, sen onu kesmezsen o seni keser. 2- Sen Hak ile meşgul olmazsan bâtıl seni meşgul eder. 3- Sakın kendinde bir varlık hissetme! (Elde edilen başarıları vs. kendinden bilme.)”

Davetçilerin zamanlarını iyi değerlendirebilmeleri, az zamanda çok iş yapabilmeleri; geçmiş dava adamlarının hayatlarını okumaları ve onların davaları için, zamanı kullanma adına yaptıklarını kendilerine rehber etmeleri gerekir. Bu bizde geçmiş tecrübelerden istifade etmeyi sağladığı gibi, böylesine ulvî bir dava için çekilen sıkıntıları, feda edilen hayatları gördüğümüzde yaptığımızın daha fazlasını yapma isteği uyandırır. Başımıza gelen sıkıntıların yalnız bize isabet etmediğini, tüm davetçilerin bununla karşılaştığını görür ve onlar gibi sabr-u sebat etmeyi öğreniriz. Son olarak şunu söyleyelim; davetçinin zamanı değerlendirme adına yapacağı plân, program ve diğer şeylerden daha da önemlisi, ihlâsla bu işe sarılmasıdır. Allah Celle Celaluhu ihlâsla yapılan hizmetleri az bile olsa bereketlendirir, davetçiye rahmetiyle muamele ederek işlerini kolaylaştırır. Her birimiz bize verilen süreyi tamamlayacak ve sonunda bu ömrün hesabını Rabbimize vereceğiz. Hesabını verebilecek bir hayat yaşamayı Rabbim cümle İslam davetçilerine nasip etsin inşaallah.

“İnsanların hesaba çekilme zamanı yaklaştı. Hal böyle iken onlar, hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler…” 7

1) Asr, 2. (Ayette “husrin” denilerek bir tek hüsran değil çeşitli hüsranlarda yani zararlarda olduğunu belirtiyor. Yani insan zaman karşısında bir yönden değil bir çok yönden ziyandadır.) 2) Zümer, 53. 3) Ali İmran, 133. 4) Mü’minun, 3. 5) Tirmizi, Zühd, 14. 6) İhyâ-u Ûlum’id-din, İmam-ı Gazali, 3. cilt, s.270. 7) Enbiyâ, 1.