Muhterem Alparslan Kuytul Hocamız; ‘İlgi şifadır’ diyerek yılın hedefini açıkladı. İnsanın bünyesinde manevi hastalıkların alabildiğince yayıldığı şu asırda, insan her çeşit şifaya muhtaçtır. Kur’an şifadır, dua şifadır, ders şifadır ama eğer bu şifa kaynaklarını hastalara ulaştıracak kaygılı, ilgili şifacılar olmazsa, tüm bunlar derman olma fonksiyonunu yerine getirememektedir.
Manası, içeriği, özü itibarıyla çok sade bir kavram ‘ilgi’ kavramı… Ve belkide biraz bu yönüyle çok da insanî, insana ait bir kavram…
Anlatmanın ötesi… Davetin devamı… İnsana verilen değerin ispatı… ‘Davetçi’ vasfını hak edebilmenin gerçekçi yolu: iİgi… Belki de davetçinin Rabbine sunacağı en geçerli mazeret: ‘Ben ilgilendim’ sözü…
Bazen arkadaşımızdan, bazen komşumuzdan, bazen bir hocamızdan, bazen de doktorumuzdan şikayetleniriz ‘benimle ilgilenmedi’ diyerek… Bu serzenişlerde bulunurken, aslında hiç de zor olmayan bir şeyi bizden esirgediklerini düşünürüz. Ve aynı zamanda insanın asli vazifelerinden olan ilginin olmayışına şaşkınlığımızı da dile getirmiş oluruz.
Oysa Allah Azze ve Celle bile insana kıymet vermekte ve insanla ilgilenmektedir. Merhum Elmalılı Alâk suresinin tefsirinde; ‘Biz insanı alâktan yarattık’ ayetinin tefsini yaparken, öncelikle ‘alâk’ kelimesinin asli manasını yani, insanın anne karnındaki ilk halinin tasvirini yaparak anlatır. Daha sonra ise ‘alâk’ kelimesine bâtınî bir mana olarak, ‘ilgi-alâkâ’ manasını verir. Yani ‘biz insanı ilgi-alâkâdan yarattık’ manasıyla tefsirine devam eder. Gönderdiği 124 bin Peygamber, insanı direkt olarak muhatap alan vahiy, insanın yaşayacağı hayat tarzını detaylı olarak bildiren muazzam kitabımız Kur’an, Allah Azze ve Celle’nin insanla ilgilendiğinin ispatıdır. Kur’an’da meleklerine karşı insanı övmesi, ona ‘halifem’ demesi, ‘eşref-ü mahlukât’ diye hitap etmesi, bir taraftan Firavun’u, Nemrut’u yerden yere vurarak anlatırken, diğer taraftan Hz. Musaları, Hz. İbrahimleri öve- öve anlatması, yani, ‘siz peygamberlere benzeyin’ demesi Allah Azze ve Celle’nin insanla ilgilenmesi değil de nedir? Yine Kur’an’da; “İnsan başıboş bırakıldığını mı zannediyor?” buyurarak âdeta; ‘Ben seni insana dair yetersiz bilginle baş başa bırakmam, ben seni kurda- kuşa yem etmem’ demesi, Rabbimizin rahmetiyle, merhametiyle ve en önemlisi insana duyduğu muhabbetiyle beraber, insanla ilgilenmesi değil de nedir?
İlk insanın aynı zamanda Peygamber olarak gönderilmesi, Allah Azze ve Celle’nin insanlığın başlangıcından itibaren insanla ilgilendiğinin ispatıdır. Kur’an’ın kıyamete kadar bâki olması ise, Allah’ın kıyamete kadar insanla ilgileneceğinin ispatıdır. Yaratıcımız, Hâmimiz, Mürebbîmiz, Rabbimiz… Bizi O’nun kadar seven, bize O’nun kadar alaka gösteren başka bir varlık yok; olamaz.
Allah Azze ve Celle’nin en büyük talebesi olan Peygamberler, hasseten de Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu konuda da Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmışlar ve insana çok büyük kıymet vermişlerdir. Efendimizin hayatındaki muazzam çaba, bunun göstergesidir. Dinle-imanla, ahiretle-hesapla ilgisiz alakasız bir adam olan Ebu Cehil’e bile defalarca anlatması, iman eder mi diye sabırla-duayla onunla ilgilenmesi hepimize çok büyük bir örnekliktir. Bugün bırakın ilgisiz insanlarla, ilgili insanlarla dahi ilgilenmeyen, sözde davetçiler çokça mevcuttur. Böyle bir sözde davetçinin vebalini tahayyül dahi edemiyorum. İlgili insanlarla dahi yeterince ilgilenmeyen bir davetçiyi, bu ilgisizliği hesap günü ciddi anlamda zora sokacaktır.
Rabbimiz insana bu kadar kıymet verirken, insanın insanla ilgilenmeyip bencilce yaşaması, Allah’ın ahlakından uzaklaşmanın önemli bir göstergesidir.
İlgisizlik aslında umursamazlıktır. İlgisiz bir davetçi ilgilenmediği her insana; ‘Ben senin cehenneme gitmeni umursamıyorum, ben senin imansız ölmeni umursamıyorum, ben senin bizim safımıza katılıp-katılmamanı da umursamıyorum, aslında ben sadece kendimi düşünüyorum…’ mesajını verir, meymenetsiz halinin lisanıyla. İnsanların denizde boğulduğunu gören, sahilde rahatça dolaşır mı? Bir yerde yangın çıktığını gören gücü yetiyorsa eliyle, yoksa diliyle ‘yangın vaaar!’ diye bağırarak, yoksa da oturup ağlayarak bir şekilde müdahale etmeye çalışmaz mı? Fıtratını bozmamış, imanını kaybetmemiş olan insan, ilgisiz- alakasız, umursamaz olur mu?
Büyük insanlar; insanı umursayan hakiki insancıllar, insana değer veren, bazen insanların kurtuluşunu kendilerinden ileri gören insanlardır. Derler ki1 Hz. Ebu Bekir; ‘Ya Rabbi! Kıyamet günü bedenimi o kadar büyüt ki cehennemi ben doldurayım. Başkalarına yer kalmasın, onların hesabına ben yanayım’ demiş. Bediüzzaman da buna benzer; ‘Milletimin imanını selamette göreyim, cehennemde yanmaya razıyım’ sözünü söyler. Büyük sahabinin ve Üstad’ın, insanların kurtuluşu için ortaya koydukları cansiperane çabalarını ve kaygılarını anlatan böyle sözlerini referans aldıklarını söyleyip, tavizlerine kılıf bulanlar, hakikatte bu insanların ufuklarını anlamaya imanları ve izanları yetmeyenlerdir. Bu izansız insanlar, bırakın haramı, hayatlarından mekruhları hatta mübahları bile çıkarmış bu muttaki insanları, kendi korkaklıklarına ve girdikleri haramları kamufle etmeye araç olarak kullanmaktadırlar. Oysa bu sözler insana ve insanının kurtuluşuna önem vermenin, ilginin, alâkanın, kaygının göstergesidir.
İlgili davetçi, gerçekçi çalışan, sonuç almak için çırpınan kişidir. İşte davette samimiyetin göstergesi de budur. Karşıdaki insanın muhakkak kurtulması gerektiğine inanan davetçi, dilinin ucuyla konuşmaz. Yürekten, ciğerden gelen bir kaygı ve samimiyetle muhatabına anlatır ve onunla ilgilenir. Böyle can-ı yürekten gelen bir ilginin neticesinde, karşımızdaki insan bir şekilde etkilenecektir. Bu etkilenme bazen, nasipli insanların davayı anlamasına ve hayatına dair hayırlı kararlar vermesine vesile olacaktır. Bazen de, nasipsizlerin sadece davetçinin ilgisinden etkilenmesi şeklinde olacaktır. Böyle bir insan davayı anlamasa da, davetçiye suç bulamayacak, anlamamasının hesabını Allah’a verecektir. Davetçiyle değil Allah’la karşı karşıya gelecektir. Bu da kaygılı davetçinin kıyamet günü ‘ben ilgilendim; o anlamadı’ mazeretini söyleyebilmesini sağlayacaktır.
İnsana değer veren ilgili davetçi şunu bilir: Bu insanla ben ilgilenmezsem birileri ilgilenir. Şeytan bilahare ilgilenir… Nefsi ve çevresi gece-gündüz ilgilenir… İnsan denen kıymetli varlığı bunların eline bırakmamak için, çar-çur olmasına engel olmak için var gücüyle ilgilenmesi gerektiğini anlar. Muhatabının aklına yatması için delilli-ispatlı konuşur, bazen ona kitap hediye eder. Bu şekilde kendisi onun yanında değilken, kitaplar davayı anlatmaya devam etsin ister… Muhatabının kalbinin mutmain olması için, onun derdini içtenlikle dinler… Cemaatin, Müslümanların ortamına alıştırmak için, onu kendi ortamına katar, yeni arkadaşlıklar kurmasını sağlar… Hizmetin tadını alması için, ufak-tefek görevler ayarlar… Ümmet şuuru kazandırmak için, ümmetin derdini, çilesini, gafletini, ezilmişliğini anlatarak bizim derdimizi onun da derdi yapar…
İlgili insanda bedevi bir ruh da vardır. Bedevi ruhdan kastım, yani öyle çok rahatına ve düzenli bir hayata düşkünlüğün olmaması halidir. Davetçi aslında, bedevi olmadan bedevi bir ruha sahip olabilir. Böyle bir ruha sahip olan kişi, ilgilendiği insan onu kınasa da, ondan usandığını söylese de, o buna zerre kadar aldırış etmez. Bazıları böyle durumları yaşamamak için ilgisizliği hanımefendilik- beyefendilik, ağırbaşlılık, asalet zannedebilir. Aslında dünyayla ilgilenenler, asaletsiz insanlardır. İlgilendiğin varlık kadardır değerin. İnsanla ilgilenenin değeri artar, çünkü insan değerlidir.
Kalanlara baktığımızda, işin içine girenlere sorduğumuzda, sevenleri dinlediğimizde bir zamanlar onlarla birilerinin ilgilendiğini anlıyoruz. İlgilenilenler kalmış gayrısı gitmiştir; ilgilenilenler sevmiş, gayrısı belki de nefret etmiştir. İlgisizlik sevgisizliği arttırır. Yeni insanlarla ilgilenelim, birbirimizle ilgilenelim… Davetin gerçek emekçileri, ilgiyle-alâkayla insanları bu davaya kazananlardır.
1- Hz. Ebu Bekir’in bu sözü söylediği kesin değildir. Bu sözü itikadi veya fıkhi meselelerde örnek vermek elbette caiz değildir. Ancak, insana verilmesi gereken kıymet ve gösterilmesi gereken ilgiyi anlattığımız bu yazımızda, bu sözü örnek vermenin bir sakıncası olmayacağını düşündük.
Kaynak : FURKAN NESLİ