Özgürlük; üzerinde çokça tartışılan, kimi çevrelerin birçok problemin çözümü, kimilerinin ise problemlerin kaynağı olarak gördüğü bir kavramdır. Bu yazımızda ‘özgürlük’ kavramını genel anlamda anlatmaktan ziyade, özellikle batı demokrasilerinde var olduğuna inanılan ‘fikir/düşünce özgürlüğü’ üzerinde duracağız. Yazımızda ele alacağımız ‘düşünce özgürlüğü’ veya ‘fikir özgürlüğü’ ifadesinden kastımız, insanın zihninde var olan ve kaleme, konuşmaya veya hayata geçirmediği zihinsel düşüncelerini yani ‘düşünme özgürlüğünü kastetmiyoruz. Çünkü insan aklı en olmadık düşünceleri veya en uç fikirleri dahi düşünebilir ve bu düşüncelere, hiçbir bir sistem veya kişi engel koyamaz. Kişinin zihinsel düşüncesindeki marazlı fikirlere ket vuracak, engel olacak en büyük güç, iman ve ilimdir. Ancak, düşündüklerini bir fikir olarak ortaya koyma, konuşarak aktarma veya yaşayarak empoze etme olan ‘düşünce veya fikir özgürlüğü’ çok daha farklı bir konudur. Burada ele alacağımız nokta da, meselenin bu tarafıdır.
Şu bir gerçektir ki fikrin üretilmediği, ictihadın yapılmadığı, özgür ortamlarda istişarelerin olmadığı, fikrî tartışmaların yaşanmadığı, eleştirilere tahammülün ortadan kalktığı, hatta bazen ihtilafların oluşmadığı toplumların dinamik kalması, çağı yakalaması ve kendini devamlı olarak yenilemesi/kurması mümkün değildir. Çünkü farklı fikirlerin ve dahi ihtilafların yaşanmadığı toplumlarda, zamanla fikri durağanlık ve düşünce donukluğu yaşanacaktır. Bunun sonucunda ise, toplum keşfetme ve üretme dinamizmini kaybedecek ve zamanla geriye gidiş ve yenilgi kaçınılmaz bir hal alacaktır. Bir toplumun madden veya manen yükselmesinin yolu, düşünen bir toplum olmasıyla çok alakalıdır. Kişisel bazda ele aldığımızda da, düşünmenin/ fikretmenin kişiyi geliştiren en önemli eylem olduğunu görüyoruz. Hayatını değiştirmiş, davası için harekete geçmiş her insanın, öncelikle bir tefekkür yani fikretme, düşünme döneminden geçtiği tecrübelerle sabittir. Düşünmek, fikir üretmek birey ve toplum için bu kadar önemli ise, o zaman demokrasinin fikri özgür bırakması, ‘fikir özgürlüğü’ nü olmazsa olmaz kabul etmesi, bu ideolojinin haklılığını ortaya koymaktadır. Öyle mi? Bu soruya hakkaniyetli bir cevap vermek için demokrasilerde fikir özgürlüğünden neyin kastedildiğine ve pratikte nasıl uygulandığına bakmak gerekiyor.
Demokraside ‘FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ’nün Tanımı ve Pratiği
‘Düşünce özgürlüğü, demokrasinin temel ilkesidir. İnsan haklarına ilişkin bütün belgelerde ilk sırada vurgulanmıştır. Kimsenin müdahalesi olmadan her fert istediğini düşünme, açıklama, ifade etme, tartışma, yayınlama özgürlüğüne sahiptir. Bu ilke demokratik toplumlarda temel uzlaşma ilkesi olmuştur.’1 Demokrasinin beşiği olan Avrupa’da, en ideal kanunların var olduğuna inanılan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) göre, ‘düşünce, vicdan ve din özgürlüğü’nün 9. Madde ile teminat altına alındığı iddia edilmektedir. Madde 9: Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü: 1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir. 2. Din veya inancını açıklama özgürlüğü ancak kamu güvenliğinin, kamu düzenin, genel sağlığın veya ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirlerle ve yasayla sınırlanabilir.”2 9. maddenin 1. Bölümün de ‘düşünce ve din özgürlüğü’nü teminat altına aldığını söyleyen Avrupa, maddenin 2. Bölümün de bu özgürlüğün, bazı şartlara bağlı olduğunu belirterek sınırlandırmalar getirmiştir.
Bu sözleşmeye bağlı olduğunu söyleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ nin özellikle Müslümanların düşünce ve inançlarına özgürlük söz konusu olduğunda, kendi koyduğu yasayı kendisinin ihlal ettiğini veya işine gelmeyen konularda maddenin 2. Bölümüne dayandırarak özgürlükler aleyhine kararlar aldığını görüyoruz. Buna dair yüzlerce örnek kayıtlarda mevcuttur. Ancak bu adaletsiz ve ikiyüzlü mahkemenin, başörtüsü yasağına dönük yapılan başvurulara dair aldığı kararlar, Avrupa’nın gerçek yüzünü ve özgürlük anlayışını(!) alenen ortaya koymaktadır. Başörtüsünden dolayı okuldan atılan öğrencilerin ‘düşünce, eğitim ve din özgürlüğünün ihlal edildiği’ni gerekçe göstererek yaptığı başvuruları değerlendiren AİHM, davanın temyizinde de, oy birliği ile başörtüsü aleyhine karar verdi. Davayı 7 yıl sonra hükme bağlayan AİHM, kararın gerekçesini şu maddelerle açıkladı: 1- Türkiye’nin kendine özgü şartları vardır. 2- Demokrasi ve laikliği korumak için böyle yasaklar gerekli olabilir. 3- Bu yasak, başını örtmeyenlerin haklarını korumak için gerekli görülmüş olabilir. 4- Devlet böylece hiçbir dine yakınlık göstermemiş olmaktadır. 5- Başörtülü kızlar okula başladıklarında kıyafet yönetmeliğine uymadıklarında atılacaklarını biliyorlardı. Düşünce ve fikir özgürlüğüne bu tipik bakış, Avrupa’nın gerçek zihniyetinin ve çifte standardının tescilidir. Kendine demokrat olan Batı, fikir özgürlüğü konusunda da kendine özgürlükçüdür. Batının ahlaki(!) değerleriyle uyuşan konularda alabildiğine özgürlük diyenler, söz konusu olan İslamî değerler olduğunda, envai çeşit gerekçelerle yasakçı bir zihniyete bürünebiliyor.
Fikir Özgürlüğüne ‘SEKÜLERİZM’* Şartı
Demokratik sistemlerin olmazsa olmazı kabul edilen fikir özgürlüğü, sekülerizm şartı ile fikri, sadece dinin olmadığı konularda özgür bırakmıştır. Yani Avrupa’da dinsiz fikirler özgür, dine dayalı düşünceler ise esaret altına alınabilecek, yasaklanabilecek düşüncelerdir. Böylece ‘Fikir özgürlüğü’nü sekülerizme göbekten bağlamışlardır. Aklı bile özgür bırakmayıp seküler mantıkla düşünmesini sağlayan, böylece aklı materyalizmin esiri yapanlar, hangi özgürlükten bahsedebilirler? Böyle esaret içerisinde düşünen bir aklın doğruya, güzele, insanlığın hayrına olacak sonuçlara ulaşabilmesi mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Bu dinsiz-marazlı özgür akıllarıyla düşenen insanların yaşadığı toplumdan: Düşünüp düşünüp de ahlaksızlıkları bulanlar; düşünüp düşünüp nereye ne zarar vereceğini planlayanlar; düşünüp düşünüp insanı nasıl bozacağının yollarını keşfedenler; düşünüp- taşınıp küfürde kemale erenler türemiştir. Bugün dünya ne çekiyorsa işte bu seküler akıllarıyla özgürce düşünenlerden çekiyor. Oysa fikrin dini- imanı, ahlaklısı- ahlaksızı vardır. Batı bu ayrımı, olması gerekenin tam tersi şekilde yapmaktadır. Seküler aklı özgür bırakıp, selim aklı yasaklamaktadır. Dinsiz akıl imansız kalple bir araya geldiğinde ise, hikmetsiz fikirler türemeye başlamıştır. İşte batı demokrasisinin bu hikmetsiz ve ahlaksız fikirlere tanıdığı hürriyet, onun çöküşünü hızlandıran en önemli etkenlerden olacaktır. Fikrin kontrolsüz özgürlüğünü savunan demokrasi, zıvanadan çıkmış hayat tarzlarını türetmiştir. Homoseksüel evliliklere izin veren, bu evlilikleri meşru gören zihniyet, toplumun çekirdeği konumundaki aileyi, yani toplumun temelini dinamitlemiştir. İnsanın kendi kendisine zarar vermesinin ötesinde başkalarının hayatlarını da tehdit eden içkinin, toplumu ve nesli ifsat eden zinanın ve envai çeşit ahlaksızlığın fikir özgürlüğü olarak değerlendirildiği demokratik sistemler, kendi elleriyle kendi sonlarını hazırlamaktadırlar.
Demokrasinin ‘FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ’ Konusundaki İki Yüzlülüğü
İki yüzlü batı demokrasilerinde, düşünce özgürlüğü konusunda da çifte standart ve iki yüzlülük vardır. Batıda ahlaksızlığı savunmanın hatta savunmanın ötesinde ahlaksızlığı diz boyu yaşamanın, empoze etmenin hiçbir cezası yoktur. Tüm bunlar fikir özgürlüğü veya kişisel tercih olarak değerlendirilmektedir. Bu ahlaksızlıkları yapanları eleştirmek ise, suç kabul edilmektedir. Bir başka iki yüzlülük de, batıda diğer dinlere veya mensuplarına tanınan özgürlüğün İslam’a ve Müslümanlara tanınmamasıdır. Örneğin bir Yahudi’yi veya Yahudiliği kolay kolay eleştiremezsiniz. Böyle bir eleştiride sizi derhal Yahudi düşmanı (anti semitist) ilan edip, yasalara göre suçlu kabul ederler. Ancak İslam’a, O’nun peygamberine, Kitabına, mensuplarının hayat tarzına eleştiri, eleştiriden de öte hakaret, hatta saldırı, fikir özgürlüğü kapsamında görülmektedir. Bugün gerek kendi ülkemizde gerekse de genel olarak İslam coğrafyasında Müslümanlar demokrasiyi ve onda var olduğuna inanılan özgürlüğü, kurtuluş reçetesi gibi görmektedirler. Oysa yukarıda da izah etmeye çalıştığımız gibi demokrasinin hâkim olduğu batı âleminde özgürlükler ‘seküler düşünmek’ şartıyla verilmektedir. İslamî düşünceye, hayat tarzına ve diğer insanları bu düşünceye ve hayat tarzına davet etmeye dönük çalışmalara özgürlük tanınmamaktadır. Tüm bunlara bakıldığında, İslam’ın reddettiği bütün haramları yaşamanın ve özendirmenin alabildiğince serbest olduğu demokrasiye bel bağlamak, bir Müslüman için olacak şey değildir.
Diğer taraftan tıpkı ‘demokrasi’, ‘hümanizm’ gibi ‘fikir özgürlüğü’ masalının da, batının koca bir yalanı olduğunu anlıyoruz. Bu yalanlarla önce kendi insanlarını kandırdılar. Bugün batılı insanın aklı, nefsin ve dinsizliğin esareti altında can çekişmektedir. İşte bu marazlı aklın sebep olduğu serkeş düşünceler, batı toplumunda telafisi güç sonuçlar doğurmuştur. Huzursuz, doyumsuz, mutsuz ve gelecekten ümitsiz, intiharın eşiğinde bir toplum… İşte İslam âlemini de, demokrasi ve onun sağladığı ‘fikir özgürlüğü’ yalanıyla, aynı girdabın içine sokmaya çalışıyorlar. Bu yalana daha fazla kanmayalım, aldanmayalım. ‘Temiz akıl sahipleri’3 nin düşünce ve fikirlerinin özgürlüğünün önemini bilip, marazlı aklın özgürlüğünde başımıza nelerin geleceğinin farkında olalım.
1-Vikipedi 2- Türk Hukuk Sitesi 3-Ra’d 19, Zümer 18, Bakara 269, İbrahim 52, Sad 29 *SEKÜLERİZM: Dini sosyal, hukuki ve siyasal hayattan ayıran yaklaşım. LAİKLİK ise Din ile devleti kesin çizgilerle birbirinden ayıran doktrinin adıdır. Bu iki kavram Türkiye de eş anlamlı zannedilir; ancak, tanımlardan da anlaşılacağı üzere sekülerizm, laiklikten çok daha geniş bir anlam ihtiva eder ve dini hayatın her alanından çıkarmayı hedefler.
Rumeysa Sarısaçlı
Furkan Nesli Dergisi'nden Alıntıdır.