Deprem Sonrası Sağ Kalanların Hissettiği Suçluluk Üzerine

Hayatta Kalmanın Yarattığı Suçluluğu Anlamak          Hayatta kalma suçluluğunu en çok yaşayan felakete maruz kalmasına rağmen sağ kurtulanlardır. Kendisi sağ çıkarken, çocuğunu ya da anne-babasını kaybedenlerin psikolojisini anlamak açısından bu duygu ruh sağlığı uzmanlarının da üzerinde çalıştığı bir gündem haline gelmiştir. Aslında travmatik olan bu duygunun kökeninde acı çekmenin kıyaslanması yatar. “Keşke ben ölseydim de oğlum yaşasaydı.” … Deprem Sonrası Sağ Kalanların Hissettiği Suçluluk Üzerine Devamı »

Eklenme Tarihi: 12 Şub 2023
4 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 12 Şub 2023
Deprem Sonrası Sağ Kalanların Hissettiği Suçluluk Üzerine

Hayatta Kalmanın Yarattığı Suçluluğu Anlamak

Hayatta kalma suçluluğunu en çok yaşayan felakete maruz kalmasına rağmen sağ kurtulanlardır. Kendisi sağ çıkarken, çocuğunu ya da anne-babasını kaybedenlerin psikolojisini anlamak açısından bu duygu ruh sağlığı uzmanlarının da üzerinde çalıştığı bir gündem haline gelmiştir. Aslında travmatik olan bu duygunun kökeninde acı çekmenin kıyaslanması yatar. “Keşke ben ölseydim de oğlum yaşasaydı.” benzeri düşünceler psikolojik olarak yıpratıcı bir süreci başlatabilir. Bu duygu ve düşünceler ne kadar normal olsa da işlevsel olmadığı için kişinin yas tutma sürecini ve hayatına devam etmesini engeller. Bu noktada bu suçluluk hissinin işlenmesi ve kabullenmek adına psikolojik destek gerekebilir. Bu görevi ruh sağlığı profesyonellerinin saha çalışmalarıyla organize bir şekilde yürütmeleri krizi yatıştırmak adına faydalı olacaktır.

Daha çok olayları uzaktan takip eden kişiler olarak yine de suçluluk hissedebiliriz. Çaresizce göçük altında kalan kişilerin kurtarılmasını haberlerden izlemek bize de acı verir. Orada olmayı ve o çalışmalarda aktif görev almanın ne kadar iyi hissettireceğini düşünürüz. Nitekim kendimizi çok şanslı görürüz. Depremde bırak göçük altında kalmayı sağ salim kurtulan birinin kayıplarının yanında bizim şu anki durumumuz lüks gibi gelir. Ancak sanılanın aksine toplumsal kıyaslama, sadece iyi durumdaki insanlarla yaptığımızda bize zarar vermez. Bizden zor durumdaki kişileri düşünerek kendimizi suçlu hissetmek de sorunlu olabilir. Yine de bu duygu bize kontrolümüzde olan ve gücümüzün yetebileceği bir desteği sunmamız için iyi bir işaret olarak değerlendirilebilir. Ancak profesyonel becerileriniz ya da nakliyat için gerekli araçlarınız yoksa o bölgedeki varlığınızın amacı hissettiğiniz suçluluğu hafifletmekten başka bir işlev taşımayacaktır.

Sözlü İlk Yardım Becerilerinizi Geliştirin

Eğer bölgede size ihtiyaç duyabilecekleri profesyonel becerilere sahipseniz, birkaç şey bilmenizde fayda olabilir. Sağlık personellerinin ve AFAD görevlilerinin böylesi afetlerde sadece bedene nasıl müdahale edeceklerini bilmeleri yeterli olmayabilir. Araştırmalara göre, travma halindeki bedene yaklaşırken insanın ruhuna da hitap edebilecek sözlerden faydalanmak, afetzedelerin iyileşme süreçlerini hızlandırmaktadır. Bu becerinin geliştirilmesi için daha kapsamlı eğitimlerin uygulanması gerekse de bu yazı adına birkaç tüyo paylaşalım.

  • İlk yardım görevlileri olarak yaralı kişiye yaklaşırken, “İyisin, iyi olacaksın.” gibi ifadeler kullanırsanız inandırıcılığınızı kaybedebilirsiniz. Onun yerine, yaralının sağlam yerlerine dokunarak nasıl hissettiğini sorarsanız dikkatini iyi olan bölgesine kaydırabilirsiniz. Böylece asla yalan söylemenize gerek kalmaz.
  • “Bu canını acıtmayacak.” yerine “Serum damarlarına akarken hafif ve serin bir baskı hissedebilirsin.” demek daha iyidir.
  • “Sakın ölme.” yerine “Bütün enerjini iyileşmeye odakla.” demek daha iyidir.
  • “O kadar da kötü değil.” yerine “Bununla da baş edecek beceriye sahipsin.” demek daha iyidir.
  • “Korkma” yerine “Güvende hissedebilirsin, yanındayım.” demek daha iyidir.

Duygularınız Kadar Rasyonel Tarafınızı da Dinleyin

“Bir insanın medeni olduğunu gösteren şey, sayılardan oluşan sütunu okuyup ağlayabilmesidir.” (Bertrand Russell)

Acı verici afetleri izlerken empati göstermek çok da övünülecek bir durum değil. Aslında dünyanın her yanında pek çok felaket bu kadar çarpıcı olmasa da sürmeye devam ediyor. Hala her gün açlıktan ölen binlerce insan var. Hayvanların ömürlerini tükendiği ve küresel ısınmanın yavaş yavaş faunamızı yok ettiği bir dünyadayız. Yine de hayatın normundan böyle sarsıcı olaylar olmadan çıkamıyoruz. Yoksulluk öylesine normalleşti ki bunun yarattığı stres bir anda olmasa da her gün bizi öldürmeye devam ediyor. Maalesef bazen çok duygusal olabilirken rasyonel tarafımızı da göz ardı ediyoruz.

Bu durumu gösteren bir araştırma yapmışlar. Göçmen kuşları kurtarmaya dair katılımcılardan ne kadar bağış yapacaklarını öğrenmek isteyen araştırmacılar, kurtarılacak kuş sayısına dair üç gruba farklı rakamlar sunuyorlar. Bir gruba 2 bin, diğerine 20 bin, son gruba da bu bağışla 200 bin kuşu kurtarmaya katkı sağlayacakları söylendiğinde ilginç bir şekilde bağış miktarında herhangi bir artış olmadığı tespit ediliyor.

Buna karşın bazı hayır kurumları da kurtardıkları insanların yüzlerini kullanarak bizde duygusal yakınlık uyandırmayı hedefliyorlar. Olayı istatistikten çıkaracak şekilde hikaye anlatıcılığına başvurarak kalplerimize dokunmak istiyorlar ve gerçekten de işe yarıyor. Ancak bazı yardım kampanyalarında bu pek de mümkün değildir. Örneğin, sıtma hastalığını önlemek ve bir kişinin kurtarılması için ortalama 500 sineklik takılması gerekir. Bu durumda birini kurtardığınızı iddia etmek zordur. Dolayısıyla sıtmayla mücadele etmeye insanları davet etmek için ancak istatistiğe başvurabilirsiniz. Maalesef rasyonel olmayan biz için istatistikler sansasyonel afet veya hikayeler kadar etkili değiller.