Ahmet Taşgetiren yazdı.
-Depremin en acı yanı, “Anne, baba kurtar beni, oğlum, canım, aşkım nerdesin?” diye seslenen yavrunuza, anne-babanıza eşinize, kardeşinize ulaşamamak, onun elinizden kayıp gitmesidir.
-Depremin en acı yanı, içerden ses gelmiyor diye kurtarma castelli vantaggio jersey air max goaterra 2.0 jordans for sale custom youth basketball uniforms adidas yeezy shoes custom youth basketball uniforms bouncing putty egg custom youth nfl jersey College Jerseys store wig shop adidas boost 43 custom nfl football jerseys fsu football jersey custom kings jersey yeezy sneakersekiplerinin sizin yakınlarınızın bulunduğu enkaza el sürmeden başka yerlere gitmesidir.
-Depremin en acı yanı, enkazların arasından, içerden çığlık sesleri duya duya ilerlemek ve elinizde kazma küreğin bile bulunmaması, elinizden bir şey gelmemesidir.
-Depremin en acı yanı, ambulansa sağ olarak bindirdiğiniz evladınıza bir daha kavuşamamaktır, akşam birlikte çay içtiğiniz kardeşinizin kayıplar dünyasında kaybolması, bir kemiğine dahi rastlamamanız, ziyaret edeceğiniz bir mezarının bile bulunmamasıdır.
-Depremin en acı yanı ev ev, aile aile çökmek, geride sarılacak yakınınızın kalmamasıdır.
-Depremin en acı yanı, içinizde bıraktığı derin hasrettir, yürek yangısıdır.
-Depremin en acı yanı, tek başına kalmaktır, geride kalan tek evladınızla ne yapacağınızı bilmemektir, onun gözüne bakmaktan korkmaktır, çadır telaşına düşmektir, çadırda üşümektir, kışlardan daha bir korkmaktır, yarın korkusudur, gece korkusudur, yağmur korkusudur, kar korkusudur… Ekmek, çorba kuyruğuna girmektir depremin en acı yanı…
-Depremin en acı yanı, binlerce mezar taşı içinde eşinizin, evladınızın, anne-babanızın kardeşinizin mezar taşını bulmak, onlara sarılmaktır.
-Yatağa varlıklı girip, sabaha canlı kaldığına şükretmektir deprem…
-Depremin en acı yanı, dün sokaklarında gezdiğiniz şehrin bir başka şeye, bir harabeye, bir enkaz yığınına dönüşmesidir… Evlerin ev olmaktan, sokakların sokak, caddelerin cadde olmaktan çıkmasıdır. Her şeyin bir varmış bir yokmuş’a dönmesidir.
-Deprem insanlığımızın sınandığı bir meseledir. Oralarda yara sarmak için seferber de olabilirsin, yıkılmış bir binayı yağmalamak için tezgâh da kurabilirsin…
-Depremin en acı yanı, en incitici, en yadırgatıcı, en dehşet verici yanı memleketi en yüksek seviyede yönetenlerin, “Cumhur adına” konuşanların ve Cumhur’a hizmet vermesi gerekenlerin, deprem yaşayan şehirlere gidip, seçim propagandası yapması, üstelik “Ben Merkezim, Merkeze oy vermezseniz size hizmet gelmez” diyebilmesi, “Hatay’a geldi mi?” sorusuyla Hatay’ın yaşadığı hizmetsizliğin bilinçli bir tercih olduğunu itiraf etmesi ve garip biçimde deprem yaşamış insanların o merkezleri çılgınca alkışlamalarıdır.
-Depremin ilk yıl dönümü… Yeniden ayağa kalkmaya çalışıyor şehirler… 11 şehir, ilçeler, köyler… dile kolay… Evler yapılacak… Öyle bir yıkım getirdi ki deprem, adeta şehirler bir bakıma yeniden kurulacak… 319 bin konuttan söz ediliyor yeniden yapılması gereken… “Bir yıl içinde evleri yaparız” denilmişti, nasıl, yüzde 10’u yapılabildi mi? Yapılıp teslim edilenler var… Ama bir yılda yüzde 10’u yapılabildiyse, yüzde 90’ı kaç yılda yapılır? Yani daha kaç kış geçmesi lazım konteynerler içinde? Bunlar depremle gelen acı sorular…
-Ne dedi “Merkez”in adayı, İstanbul için, “İstanbul’da deprem olursa bayrak gider vatan gider” dedi… Beka meselesi yani… Beka meselesi siyaseten iş yapıyor… Ona da cevaben soruluyor? “94’ten bu yana İstanbul’u yönetenler depreme karşı ne yaptı? Merkez de yerel de sizdiniz, ne yaptınız da şehir deprem karşısında adeta çaresizliğe mahkûm hale geldi?”
Evet, herkesin herkese soracağı sorular var.
Rahmetli Özal, iktidardayken gittiği yerel seçimlerde “Yerel”in elini kolunu bağlayan görseller astırmıştı bilboardlara… “Ben Merkez’im ona göre…” diyordu bir bakıma… O zaman vatandaş, iki belediye dışında bütün belediyeleri aldı onun elinden… Hüsran yaşadı Özal yerel seçimlerde ve ondan sonra da zaten çöküş başladı…
“Merkez”i vatandaşın karşısına bir “Tehdit” unsuru gibi koymamak lazım. İstanbul için “Yönetimi bize vermezseniz deprem olsa yardıma gelmem” anlamına gelecek bir mesajı Türkiye’nin hiçbir yerinde vermemek lazım. Olmaz. Deprem kadar sarsıcı bir mesajdır o…
Bugün için son söz: Allah hiçbir ülkeye deprem acısı yaşatmasın. Bizim insanlarımıza ve yöneticilerimize de depreme karşı dayanıklı şehirler inşa etme basireti lütfetsin…
MİRAC’I İDRAK
Ben “Her gönüle miraç aydınlığı” diye yazdım Mirac’ı… Yaratan’ın huzuruna çıkmaktır Mirac..O mucize lütfedilmiştir Allah Rasûlüne… Ama inanan insana da her namaz, “Huzura çıkma” bilincini kazandırmıştır.
Günde 5 kere Huzur’a çıkar mü’min… Huzur’a çıkabilme arınmışlığını kuşanarak… Peygamber’in yaşadıklarının izdüşümü, inananların hayatına yansır. Mirac da onlardan birisidir.
Sorun insanın “Zaten huzurunda yaşıyor olduğunu idrak” sorunudur. Öteki boyutta nasıl, nerede, kiminle beraber olduğunu bilmemek anlamına gelen “Gaflet” vardır. Miracı yaşamak, bir hayat tarzıdır.
Ramazan’a doğru giderken Mirac bilinci de kuşanılırsa, daha farklı bir insani kaliteye ulaşılır.
Depremi konuşuyoruz ya, Allah’ın huzurundaymış gibi evler yapıp şehirler inşa etseydik, şehirlere karşı günah işlemezdik. Ne dersiniz, bunca yıkımdan sonra gerekli ibreti aldığımızı düşünebiliyor muyuz?