Depremler sonrası imar yapımına hemen başlanması doğru mu?

Birleşmiş Milletler (BM) tahminlerine göre 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinden etkilenen bölgede yaklaşık 1,5 milyon kişi evsiz kaldı ve barınma ihtiyacının karşılanması için en az 500 bin konutun inşa edilmesi gerekiyor. Deprem bölgesinin yeniden inşası için hükümetin “ihya ve inşa” adını verdiği süreç Cuma günü fiilen başladı. Eş zamanlı olarak Resmi Gazete’de Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme … Depremler sonrası imar yapımına hemen başlanması doğru mu? Devamı »

Eklenme Tarihi: 25 Şub 2023
7 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 25 Şub 2023
Depremler sonrası imar yapımına hemen başlanması doğru mu?

Birleşmiş Milletler (BM) tahminlerine göre 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinden etkilenen bölgede yaklaşık 1,5 milyon kişi evsiz kaldı ve barınma ihtiyacının karşılanması için en az 500 bin konutun inşa edilmesi gerekiyor.

Deprem bölgesinin yeniden inşası için hükümetin “ihya ve inşa” adını verdiği süreç Cuma günü fiilen başladı.

Eş zamanlı olarak Resmi Gazete’de Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayımlandı.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bu süreçte önemli yetkiler tanıyan kararname, bazı uzmanlara göre “süreci hızlandırarak kamu yararını gözetse de” kentlerin yeniden inşasını ”muğlaklıkların ve oldu-bittilerin daha ağır bastığı” bir sürece dönüşebilir.

Bu durumunsa, ağır yıkımlarla sonuçlanan mevcut kentleşme ve imar politikaları konusunda “başa dönülmesi riskini” doğurabileceği değerlendiriliyor.

Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi neler getiriyor, neden tartışılıyor?

Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında deprem bögelerinde yeni yerleşim alanları kurulmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi Cuma günü Resmi Gazete’de yayımlandı.

Kararname, yeni yerleşim alanlarının belirlenmesi konusunda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığını yetkili kılıyor. Bu konuda alanların “fay hattına mesafesi, zeminin elverişliliği, yerleşim merkezlerine yakınlığı gibi ölçütler gözetilerek” seçilmesi öngörülüyor.

Bu süreçte, “orman olarak muhafazasında hiçbir yarar görülmeyen ve tarım alanına dönüştürülmesi de mümkün olmayan yerler” ile ormanlarda “yerleşim yeri oluşturulması uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan alanların” kullanılmasının önü açılıyor.

1999 depreminden sonra da benzer bir kararnameyle benzer yetkilerin dönemin Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na verildiğini hatırlatan Avukat Gökhan Candoğan, kararnamelerle “süreçlerin hızlandırılarak kamu yararının gözetildiğini” söylüyor.

Milyonlarca insan için en acil ihtiyacın “onurlu ve güvenli barınma” olduğunu hatırlatan Candoğan, “insanların mağduriyetlerinin giderilmesi ve hukuk devleti kurallarının gözetilmesi” arasında ince bir denge olduğunu belirtiyor.

Bir haber kanalına konuşan Candoğan’a göre bu hassas denge “ortak akıl ve şeffaflık” ile sağlanabilir.

Doğa Derneği tarafından yapılan açıklamada, kararnamenin “Anadolu’daki yeni yaşamların doğayla uyumlu inşa edilmesi gerekirken, tam tersi bir duruma sebep olacağı” savunuluyor.

İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi’nde Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, kararnamede yerleşim alanlarıyla ilgili deprem riskinin gözetilmesine rağmen, “su havzaları ve korunan alanların” seçilmesinin önünde bir engel öngörülmediğini belirtiyor.

“Taşlık, kayalık, verimsiz ormanlar biyolojik çeşitlilik için son derece önemli habitatlardır” diyen Tolunay, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Depremzedelerin bir an önce evlerine yerleşmesini tüm ülke istiyor. Ancak bu yapılırken türler ve ekosistemler de korunmalı.” ifadelerini kullanıyor.

‘En çok kaçınmamız gereken senaryonun gerçekleşmesi anlamına geliyor’

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Kentleşme ve Yerel Yönetişim Çalışmaları Koordinatörü Ayşe Köse Badur, ”Bu düzenleme aslında günlerdir şehir bölge plancılarının ve mimarların en çok kaçınmamız gerektiğini söyledikleri senaryonun gerçekleşmesi anlamına geliyor” diyor.

Köse Badur, Anayasanın 57. maddesi ‘konut hakkı’nın devlete ”şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alma hakkını tanıdığını ve toplu konut teşebbüsünü desteklediğini” hatırlatıyor ve şunları söylüyor:

”Biz bu uygulamada muğlaklıkların ve oldu-bittilerin daha ağır bastığını görüyoruz. Bugün karşımıza çıkan resim tam da budur; merkezin yereli kendi önceliklerine göre denge-denetimden uzak bir biçimde şekillendirdiğini gözlüyoruz.

”Neoliberal merkezileşme Türkiye’de son on yıldır ağırlığını arttırıyordu.

”Depremde de enkazın kısa sürede kaldırılması, yardımların tek elden yürütülmesi konusunda merkezin ağırlığını koyması, aşırı kutuplaşma, dışlayıcı söylem gibi olgu ve olaylar, aşırı merkezileşmenin sonuçlarını hiç de olmayacak bir anda karşımıza yeniden çıkarıyor.”

Ayşe Köse Badur, kararname ile biyoçeşitliliğin ve ormanlık arazilerinin korunması, ”Türkiye’nin en önemli sorunu olan tarım ve hayvancılığın korunması gibi konular için muğlak durumlar” yaratıldığını belirtiyor ve ekliyor:

”Neoliberal kent politikaları daha önce de gördüğümüz üzere muğlaklık üzerinden ilerler.”

”Bu sürecin sadece Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na verilmesi ve KHK ile yürütülmesi de yine merkez etrafında denge denetlemeden uzak bir yeniden inşa sürecinin öngörüldüğünü gösteriyor.

”Ne yazık ki başladığımız yere geri dönme riski var. ”

”Kamu yararının önüne özel sektörü koyan ve emek ve toprak dahil her şeyi metalaştıran” neoliberal kent politikaları Köse Badur’a göre ”Türkiye gibi ülkelerde tamamen regülasyonsuz, denetimsiz bir model” olarak uygulanıyor.

Bu durumda 1984’te yürürlüğe giren imar yasasının da sorgulanması gerektiğini savunuyor ve şöyle diyor:

”’Bu kadar imar affı ve böylesine ölümcül bir uygulama var ise o zaman 1984 yılında o günün şartları ile yürürlüğe konmuş olan imar yasasında da daha sürdürülebilir yaşam kalitesine uygun bir düzenleme yapılamaz mı?’ diye sorulabilir.”

‘Kentsel planlama sürecinin dikkate alınmaması demek’

Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi deprem bölgesinde yeniden yapım çalışmalarında plan ve imar uygulamaları gereklililiğini ortadan kaldırıyor.

Bakanlığın onaylayacağı vaziyet planı ve düzenleyeceği yapı ruhsatına göre inşaatlar yapılabiliyor.

İmarı yapılan bir yerin uygulamada kullanılacak olan bütün bilgilerini gösteren planlara imar planı adı veriliyor. İmar planlarının vatandaşlarla paylaşıldığı döneme ise askı süresi adı veriliyor. Askı süresi boyunca kişiler imar planına itiraz edebiliyor.

Yeni OHAL kararnamesiyle imar planlarının askıya çıkarma gerekliliğini ortadan kalkarken, itiraz yolu da kapanıyor.

Bir haber kanalına konuşan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Şehir Plancıları Odası (ŞPO) Yönetim Kurulu Başkanı Gencay Serter, yeni kararnamede plan ve imar uygulamaları yükümlülüklerinin kaldırılmasının kentsel planlama sürecinin dikkate alınmayacağı anlamına geldiğini belirtiyor.

Serter bunun riskli bir yaklaşım olduğunu söylüyor:

“Kent konuttan ibaret değil, binlerce yıl geçmişi olan yüzlerce yıl yaşayacağımız kentlerden bahsediyoruz. Kent ölçeğinde yıkım yaşamış yerler var ve burada mühendislik ve yer biliminin ötesinde, kentsel planlamanın konuşulması lazım.

“Depremin yaşandığı kentler limancılık, tekstil, sanayi, tarımsal üretim gibi aktivitelerin canlı olduğu alanlar bu kentleri var eden bu ekonomik ilişkiler zinciri.

“Diğer yandan tarihleri, geçmişleri ve özgün kültürleri; eğitim, sağlık altyapılarıyla bütüncül bir şekilde ele alınıp parçalarının inşa edilmesi lazım.

“Bütünlük içinde ele almadığınız zaman uzun vadeli kestirimler de yapamazsınız. Sadece deprem gibi risklere bakıyoruz ama kentsel ısınma ve gıda krizi gibi diğer önemli risklerle de yüzleşiyoruz.”

TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın kentlerin yeniden inşasına dair yayımladığı notta, “Sadece zemini sağlam olduğu için tarihsel bağlamından kopuk biçimde birbirine benzeyen yeni konutlar inşa ederek elde edilen ‘yapılı çevre’ kent olarak tarif edilemez.” ifadeleri kullanılıyor.

‘İnşaata dayalı hızlı büyümenin bir sonu olmalı’

Ayşe Köse Badur da, ”iklim değişikliği, kuraklık, su yönetimi, gıda krizi, gibi ana ve alt başlıklardan oluşan varoluşsal krizler” ile karşı karşıya olduğumuzu vurguluyor ve ekliyor:

”Üstelik kadim Anadolu topraklarını on yıllardır gelişi güzel bir şekilde beton ile besliyoruz. Aklıma Süleyman Demirel’in ‘bize plan değil, pilav lazım’ sözü geliyor.

”1960’ların, Devlet Planlama Teşkilatı’nın üzerinden uzun zaman geçti ama yine ‘plan mı pilav mı’ ikileminden kurtulamıyoruz.

”Türkiye’nin sadece konut yapma lüksü yok, sağlıklı, dirençli, sürdürülebilir kentler kurmalıyız. Depremden etkilenen bu geniş bölge ile başlanıp, ardından başta İstanbul olmak üzere diğer kentlerde de aynı süreç yürütülmek zorundadır.”

Türkiye’nin bu güce sahip olduğunu savunan Köse Badur, ”İnşaata dayalı hızlı büyümenin bir sonu olmalı.” diyor.

”İnsanlar kontrolsüz büyüyen beton ya da demir yığınları arasında en kıymetlilerini kaybediyor. Anneler her gün çocuklarının resmini paylaşıyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti bu sürdürülemez bir yaşamı ve onun ağır sonuçlarını tersine döndürecek birikime sahiptir.

Köse Badur bu savını şöyle açıklıyor:

”Kentlerin depremselliğini, jeolojik etütlerini hesaba katmak; sakınım planlaması gibi çalışmaları kamu kurumları bünyesinde yürütmek mümkün.

”Şehir bölge planlama alanındaki uzmanlar bu çalışmaların hepsinin mümkün olabileceğinin altını çiziyor; iş ve finans modellerine dair öneriler geliştiriyorlar.

”Türkiye bu konuda yalnız değildir; planlı ve denetimli bir inşa süreci için dünyadan da fon bulmak mümkündür. Türkiye’de yeterli insan kaynağı da vardır.”

‘İhya ve inşa’ süreci hakkında neler biliniyor?

Deprem bölgesi’nin yeniden inşası için hükümet “ihya ve inşa” adını verdiği bir süreç başlattı.

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, süreç kapsamında, “Afet risk durumu, zemin kalitesi çalışmalarıyla sosyolojik, demografik, kültürel yapıyı koruyarak, il yöneticileri, STK, akademisyenlerle istişare ederek, vatandaşımızı mağdur etmeden” yeni yerleşim yerlerini belirlediklerini belirtti.

Kurum, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, sürecin esaslarına ilişkin 10 madde paylaştı.

Kurum, bu esaslara göre gelecek 2 ay içinde Adana’da 2 bin 500, Adıyaman’da 25 bin 882, Diyarbakır’da 6 bin, Gaziantep’te 18 bin 544, Hatay’da 40 bin 426, Kahramanmaraş’ta 45 bin 67, Kilis’te 250, Malatya’da 44 bin 770, Osmaniye’de 9 bin 550, Şanlıurfa’da 3 bin, Elazığ’da 3 bin 750 konut olmak üzere toplamda 200 bin konut inşa edileceğini söyledi.

Bakan Kurum, “Hasar tespit çalışmaları bittikçe konut sayılarımızı artıracağız.” dedi.

Resmi açıklamalara göre süreç tamamen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yürütülecek.

Toplu Konut İdaresi (TOKİ) koordinasyonunda bağlı iştirakleri Yapı İşleri Genel Müdürlüğü, Emlak Konut Genel Müdürlüğü de inşaat faaliyetlerini üstlenecek.

Bakan Kurum, evini inşa etmek isteyenlerin “bizim onaylayacağımız, denetim sürecini bizim yöneteceğimiz sistem dahilinde” yapabileceğini söyledi ve ekledi: “Bunun dışında herhangi bir yapılaşmaya müsaade etmeyeceğiz”.

Çalışmalar kentlerle birlikte köyleri de kapsayacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan deprem bölgesinde yaptığı açıklamalarda, Mart ayında “70 bini köy evi olmak üzere 270 bin vatandaşımızı ailesiyle birlikte ev sahibi yapmak için ‘Bismillah’ demiş olacağız.” ifadelerini kullanmıştı.

Süreç kapsamında kentlerin “ovalardan dağlara doğru yerleşim modeli üzerinde durulduğu” belirtiliyor.

Ancak 10 kentte konutların hangi noktalara inşa edileceği, altyapı ve kent yaşamının tam olarak nasıl kurgulanacağını gösteren planlar kamuoyuyla paylaşılmadı.