İnsanlığın en temel ihtiyacı doğru bir yolda, doğru kanunlarla yönetilerek, doğru bir yaşama ulaşmaktır. İnsan için hava kadar, su kadar önemli olan bu ihtiyacı kendi kendisine karşılaması yani kendi aklı ve kabiliyetleriyle doğruya ulaşması mümkün değildir. Ulaşsa da o doğruyu itaat edeceği, korkacağı bir otorite olmaksızın yerine getirmesi ve uygulaması mümkün olmayacaktır. Çünkü nefis ve şeytanla başı beladadır.
Diğer taraftan insanın farkında olduğu-olmadığı, küçük- büyük bütün ihtiyaçlarını karşılayan Allah Azze ve Celle’nin bu en önemli ihtiyacı karşılamaması elbette düşünülemez… Bu; insanı sonsuz bir azap ve karmaşanın içine itmek, onu sıkıntılı hayat yolunda yalnız bırakmak olur ki bu Rabbimizin ne ilmine, ne adaletine ne de rahmetine yakışacak bir durumdur. İşte Allah Azze ve Celle’nin insana rahmeti ile yol göstermek için Peygamberler vasıtasıyla indirdiği kanunlara ve bu kanunlarla oluşturulan hayat nizamına ‘din’ denilmektedir. İnsanlığa din göndermek konusunda yetkili olan sadece Rabbimiz olduğundan ve diğer sistemler beşeri olmaları hasebiyle insanlığı huzura ulaştırmaktan aciz kaldıklarından “Allah katında din, yalnızca İslam’dır”
Genel anlamda ‘din’ kelimesini inceleyecek olursak karşımıza birçok mana çıkacaktır. Bu manaların içerisinden öne çıkan ve Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin de üzerinde durduğu manalar ise şöyle;
1. Hâkimiyet ve egemenlik, 2. Hâkimiyet karşısında boyun eğme ve itaat, 3. Söz konusu hâkimiyetin etkisi altında kurulan fikri ve ameli düzen, 4. Bu düzene bağlılık ve itaat sonucu ya da isyan ve karşı çıkmanın neticesi olarak, yüce egemenlik tarafından verilen mükâfat ya da ceza…
Yani birilerinin birileri üzerinde hâkimiyet kurması, üstünlük ve güç iddiasında bulunması, bir din ortaya koymasıdır. Elbette ki bu din belirli bir fikirle, bir sistem ve hayat tarzıyla ortaya çıkacaktır. Bu hâkimiyet ve üstünlüğü kabul edip bu sisteme itaat etmek ise o dine mensup olmaktır. Başka bir deyişle kimin otoritesini ve hâkimiyetini tanıyor ve hangi sistemi benimseyerek itaat ediyorsanız o sizin dininizdir. Rabbimizin Müslüman’dan istediği ise “dini Allah’a halis kılarak, O’na kulluk” etmesidir. Çünkü “halis olan din yalnızca Allah’ındır.” Yani üstün olan yalnızca O’dur, dolayısıyla otorite ve hükümdarlık hakkı yalnızca O’na aittir. İnsanlar için çizdiği yol, kurduğu düzen yani İslam dini de itaat edilmeye layık yegâne sistemdir. Müslüman; bütün beşeri dinlerden ve onların etkilerinden kurtularak yönünü İslam’a çevirdiğinde gerçek manada Müslüman olacaktır. Aksi takdirde günümüzde olduğu gibi adı Müslüman fakat dini; Demokrasi, Laiklik, Komünizm, Faşizm olan ya da adı Müslüman fakat dini para, mal-mülk, makam ve diğer nefsi arzuları olan insanlar türeyecektir ve türemiştir de… Sorsanız, ‘dinim İslam’ der fakat fikri İslam dışı bir fikir, hayatı İslam dışı bir hayattır. Çünkü dinden anladığı Allah ile kul arasında yaşanan bir vicdan meselesi ve bir ruhî rahatlamadır. Hâlbuki en son sırada bile dinin böyle bir manası yoktur. Tam tersi Elmalılı Hamdi Yazır’ın da ifade ettiği gibi ‘Din bir siyasettir.’ Yaratıcı olan Allah Azze ve Celle’nin insanları yönetim biçimidir. Din ile siyaseti birbirine zıt görüp ‘dinde siyaset olur mu?’ diyenlerin kulakları çınlasın. Böylelerine deriz ki dinde siyaset yoktur, din siyasetin ta kendisidir. Hem de Azîz ve Celîl olan Allah’ın siyaseti, yönetim biçimi!
Kaynak: www.furkannesli.com