Dr. Gülnar’ın ‘Tüm Zamanların Kurtuluş Reçetesi İslam’ başlıklı yazısı şöyle;
İnsanı yaratan Allah Azze ve Celle, ona hayatı boyunca nasıl yaşaması ve neleri yapması gerektiğini gönderdiği dini ile bildirmiştir. Tâ ki insan şuursuzca davranıp yaratılış gayesine uymayan davranışlarda bulunmasın, yeryüzündeki görevine odaklanabilsin, hem dünyasını hem de ahiretini heba etmesin.
Ancak insan zaman içerisinde yaratılış gayesini unutmuş, kurtuluşu başka mecralarda aramaya koyulmuş, hem dünyasını hem de ahiretini berbat etmiştir. İnsanlığın cehaletin karanlığına gömüldüğü anlarda Allah Celle Celaluhu, insana vazifesini hatırlatacak elçiler göndermiştir. Fakat insanların az bir kısmı elçilere iman etmiş, büyük bir kısmı ise inkâr etmiş hatta iman edenlerle mücadele etmişlerdir. Süreç içerisinde bazen İslam ve imanın aydınlattığı parlak dönemler, çoğu zaman da küfrün ve câhiliyenin kararttığı karanlık dönemler birbirini takip etmiştir. Tarihin seyri içerisinde insanlık adına bugün gelinen nokta, Üstad Seyyid Kutub’un ifadesiyle “uçurumun kenarı” olmuştur.
Hakikaten insanlık bir uçurumun kenarında ya da ateşin etrafındaki pervane kelebekleri gibi ateşe atlamaya hazır haldedir. Kendisini “Allah’ın yeryüzünde halifesi” yapan değerlere sarılıp yükseleceği yerde, nefis, şeytan ve çevreden (olumsuz çevre ve arkadaşlardan) oluşan şer girdabında aşağıların aşağısı olmaya doğru yol almaktadır. Bu çıkmazdan kurtuluşun reçetesi elinde olduğu halde insanlığın durumunun böyle olması içler acısıdır.
İslam’ın hâkim olduğu devirlerde özelde İslam âlemi genelde de tüm insanlık rahat bir nefes almış, dünyada refah ve adalet hüküm sürmüştür. Ancak Müslümanların gerilemesiyle dünyaya hâkim olan Avrupa ve onun ürettiği çağdaş (!) “Batı Kültürü” dünyayı adaletsizliğe, anarşiye, savaşlara götürürken, insanlığı da uçuruma sürüklemiştir.
Var olan kurtuluş reçetesine sarılmayıp kendileri reçete üretmeye çalışanlar, insanlığın hastalıklarına çare olamamış, tam aksine insanlığı daha birçok farklı hastalıkların (modernizm ve bilimum izmlerin) pençesine düşürmüşlerdir.
Batı Uygarlığı ve İnsanlığı Düşürdüğü Hal
Batı Uygarlığının, insanlığa hediye olarak sunduğu bu dünya, çağımızın İslam’a her zamankinden daha çok muhtaç olduğunun en açık göstergesidir. Bugünkü tablonun oluşmasında bir yandan Batı’nın rolü varken diğer yandan Müslümanların rolü hiç de azımsanmayacak derecededir. Bu duruma düşmekte Müslümanların suçu; İslam’ı hakkıyla yaşamamak, görevlerini ihmal etmek, güneş gibi her tarafı ışığıyla aydınlatan İslam Medeniyeti’ni ortaya koyamamak ve bunun neticesinde de insanlık gemisinin dümenini medeniyetsiz Batı’ya kaptırmaktır.
İslam Eksiksiz Ve Mükemmeldir
Aslında İslam’ın kendisinde eksiklik yoktur, bütünüyle mükemmeldir, tüm zamanlara ve mekânlara uygundur. Kıyamete kadar insanlığın tüm problemlerini çözecek şümullülükte ve hayatın tüm alanlarına nüfuz edecek derinliktedir. Çünkü kaynağı İlim ve Hikmet sahibi Allah’tır. Bugün İslam coğrafyalarında Müslümanların gerilemesi, zulümlerin ve kargaşanın bitmemesi kesinlikle İslam’ın ve hükümlerinin eksikliğinin değil, Müslümanların basiretsizliği ve tembelliği, bunun yanında şer güçlerin İslam topraklarında oynadığı oyunların ve onların oluşturduğu kukla sistemlerinin eseridir. “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim” ayetiyle işaret buyrulduğu gibi dinimiz olan İslam, kemale erdirilmiş (eksiksiz), helâl ve haram gibi gerek duyduğumuz bütün hükümler açıklanmış, kıyamete kadar tüm ihtiyaçlara cevap verecek şekilde donatılmıştır. Artık her şey herhangi bir kapalılık ve karışıklık söz konusu olmaksızın açık seçik bir hâl almıştır. Bu yüzden İslam eksiksiz ve mükemmeldir.
Çağdaş bilim adamları ve düşünürlerin bir kısmı insanı “âlet yapan bir hayvan,” “düşünen varlık,” “içgüdülerinin peşinden sürüklenen ve işi gücü şehvet olan bir varlık” olarak tanımlarken, bir kısım insaflı bilim adamları ise hali hazırda insanı tanıyamadıklarını itiraf etmişlerdir. Buna mukabil İslam evrensel mesajıyla bir yandan insanın yaratılış gayesine uygun olarak üstün bir varlık olduğunu vurgularken, diğer yandan bedenen zayıf ve aciz, aceleci, nankör, zalim olabileceğini söylemektedir. Görüldüğü gibi İslam, kaynağını insanı yaratan, onun nefsinin kendisine neler fısıldadığını bilmeye varana kadar en ince ayrıntısına kadar tanıyan sonsuz ilim ve kudret sahibine dayandırmaktadır. İslam, insanın hem madde hem de mana yönünü göz önünde bulundurmuş, ikisi arasında denge kuran hükümlerle insanın hayatına yön vermiştir. Sırf bu bile İslam’ın en büyük kurtuluş reçetesi olduğunun delilidir. İnsanı tanımadan ona uygun yaşam kriterleri belirlemek, kurtuluşunu beşer mahsulü kanunlarda ve sistemlerde görmek akıl sahiplerinin kabul edeceği bir iş değildir.
Gayri İslami Düzenler Suç Makinesi Yetiştiriyor
Maddî imkânların yeterliliği yetmiyor, manevî boşluklar doldurulmadığı sürece (bu da din ile mümkündür) toplumsal çöküntünün önüne geçilemiyor. Son bir iki asırdır Batı’nın kuyruğuna yapışmış ülkemizin durumu da bundan çok farklı değildir. Bunalımların ve manevî boşlukların içerisinde debelenen toplumumuzda din olgusunun boşluğu etkisini göstermekte, gençlik ahlâkî yozlaşmaya, uyuşturucu ve fuhşa sürüklenmektedir.
Yine dünyada ve ülkemizde bir yandan eğitim seviyesi yükselirken, diğer yandan suç oranlarının azalmaması hatta artış göstermesi eğitimdeki manevî eksikliklerin vb. yanlışlıkların olduğunun açık bir göstergesidir. Batı mahsulü medeniyet insan yetiştirmiyor adeta bir suç makinesi üretiyor. Ve maalesef yetkililer de bunun farkında ancak suçu ve suçlu sayısını azaltmak yerine, artacak ihtiyaca istihdam sağlamakla yetiyorlar. Bu ve buna benzer istatistik verileri ile bu Medeniyetin insanı katlettiğini anlamaya yeterlidir.
Sonuç olarak diyoruz ki Batı Medeniyeti’nin yol açtığı bu toplumsal yaraların tedavisi ve kurtuluşun reçetesi İslam’dır. İslam dün olduğu gibi, bugün de yarın da insanlığın tek kurtuluş reçetesi olmaya devam edecektir. Zaten tüm dünyada meydana gelen İslam’a yönelişler bunun göstergesidir. 11 Eylül saldırıları bahane edilerek oluşturulan İslamofobi algısı, aşırı ve Ilımlı İslam Projeleri ve Ortadoğu’da oynanan oyunlarla İslam’ın engellenmeye çalışılması da İslam’ın tüm dünya’da yükselen değer olduğunun bir başka kanıtıdır.
Ancak İslam’ın kurtuluş reçetesi olduğunu söylemekle, İslamî hükümleri var olan beşeri sistemlere monte etmeyi kastetmiyoruz. Öncelikle tüm kriterlerini Allah’ın emir ve yasaklarından alan bir İslam toplumu meydana getirmeyi, sonrasında o toplumdan İslam Medeniyeti’nin oluşturulmasını hedefliyoruz. Sözü, çağdaş İslâmî Hareketin en büyük fikrî mimarlarından birine bırakarak bitiriyorum: “Mutlaka galip gelecek olan ilahî sistemin tercümanı olması sebebiyle, insanlığın kurtuluşu için zorunlu olan söz konusu İslam toplumunun kurulması zaruridir. Ancak bu, amaca giden yolun gayet düzgün ve rahat olduğu, hele de birkaç adımda hedefe varılacağı anlamına gelmez. Evet! Hiçbir doğum sancısız olmaz. İslam toplumuna giden yol, “uzun ve dikenlidir.”